Yeşeriyorum

12 bin yıllık serüven – Yelda Çubukçu İliç

0

Bundan tam 22 yıl once 1990 yılında Güneydoğu’ya gitmek istemiştim. Bana “Gitme, seni üzerler.”  dediler. “Kim üzecek? dedim, “Jandarma.” dediler.

Şimdi ise zamanın ruhu başka.. İnternet aracılığı ile Mardinli, Diyarbakırlı, Urfalı, Maraşlı pek çok arkadaşımız oldu. Doğru haberi Güneydoğu’dan doğrudan alır olduk.

Geçen yıl bir kez daha Güneydoğu’ya, yani Mezopotamya Ovası’na gitmeye niyet ettim. Nihayet geçen hafta da bu düşümü gerçekleştirdim.İyi ki gitmişim; gerçeği yerinde görmüşüm. Tabii ki fakirlik var, ama savaş yok. Tabii ki umutsuzluk var, ama gülen yüzler de var. Tabii ki düzensizlik, terkedilmişlik, yalnız bırakılmışlık var; ama elinden tutulmuşluk da var.

Turizm yükselen sektör olarak kendini iyice gösteriyor Mardin’de. Her yer turist kaynıyor. Bir gören eminim bir daha gelmek için plan yapıyor.

Kimler gelmiş kimler geçmiş bölgeden…Yörede yapılan arkeolojik kazılar 12.000 yıllık bir geçmişten izler taşıyor. Hurriler, Mitanniler, Asurlar, Urartular, İskitler, Medler ve Persler yöreye sırasıyla hakim olmuşlar. Romalılar, Bizanslılar, Abbasi ve Mervaniler, Selçuklu ve Artuklular, nihayet 14. ve 15. yüzyıllar arasında Akkoyunlu ve Sefaviler egemenliği altında kalan bölge 1517 tarihinden itibaren Osmanlı topraklarına katılmış. Her uygarlık muhteşem izler bırakmış, Dara köyünde su sarnıcı, Savur köyünde şato, Midyat’ta medrese, kilise, camii, Dicle Nehri kenarında köprüler, köşkler, kervansaraylar… Tarih fışkıran bir estetik atmosfer içinde bir de nisan ayının bereketi ile yemyeşil ekili alanlar, gürül gürül akan dereler, bağlar bahçeler… Sanki bir cennette yol alıyormuşuz hissini uyandırdı bende.

Mistik havanın sebebi belki de bölgenin kozmopolit yapısından kaynaklanıyor. Bölgede Arapça ve Kürtçe’nin Kurmançi ve Zazaca lehçelerini konuşan Müslümanlar, Ezidiler, küçük bir Musevi cemaat ve çeşitli Hıristiyan mezheplere mensup (Ortodoks ve Katolik Ermeniler, Ortodoks ve Katolik Süryaniler, Protestanlar, Nasturiler, Keldaniler ve Rumlar) halklar birlikte yaşıyordu

Ne yalan söyleyeyim, sık sık karşımıza jandarma çıkacak veya kimlik kontrolü olacak sandım. Hiç de öyle olmadı. Sadece 23 Nisan kutlamalarından çıkan çocukları karşıdan karşıya geçiren eli uzun namlulu askerler ve küçük çocuklar tezat teşkil ediyorlardı. Çocuklar ya korkacak ya da özeneceklerdi. Her ikisi de pedagojik açıdan sakıncalı ama henüz bölge o kadar da normalleşmemiş. Zaman alacak belli ki; ancak çok kısa sürede yaraların sarılacağı, dünyanın herhangi medeni bir yerinde olduğu gibi Mezopotamya’da da çocukların hayal kurabildiği, şarkılar söyleyip koşturabildiği günler gelecektir.

Çok olumlu bir izlenimim de Hasankeyf’te tabelaların Türkçe, Kurmancı ve İngilizce yazılı olmalarıydı. Hatta “Hoşgeldiniz” ibaresi de her üç dilde yerini almıştı.

Artuklu Üniversitesi yeni bina ve bölümleri ile gelişmeye devam ediyor. Kurmancı ve Süryanice bölümlerinden sonra bölgenin ihtiyacı olan Arkeoloji ve Mimarlık bölümleri boy gösteriyor.

Şüphesiz Mardin şehrinin UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası çerçevesinde sınava tabi tutulması da bölgenin gelişmesi ve hak ettiği değere bir an evvel kavuşması açısından umutlarımızı yeşertiyor. Mardin şehri şu an açık bir inşaat alanı halinde hızla olumlu yönde dönüşüyor ve gelişiyor.

Bölgede doğup büyüyen halkın ve sosyal olmaya çalışan devletin çabaları ile sivil çözüm devrede belli ki. Biz sivillere de düşen gidip bu bölgeyi ziyaret etmek ve yalnız olmadıklarını hissettirmektir. Zira artık “ gitmesek de gelmesek de “ diyecek ne zamanımız ne de lüksümüz var.

Güneydoğu sizi bekliyor; huzurlu, mistik, tarih kokan ve misafirperver haliyle.

Herşeye  rağmen…

 

 

Yelda Çubukçu İliç

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.