Hafta SonuManşetRöportaj

Tarık Nejat Dinç: “AB’ye ihraç edilen ürünlerde bu kalıntılar çıktıysa, biz de Türkiye’de bunları yiyoruz demektir”

0

Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyası sorumlusu Tarık Nejat Dinç

Bu haftanın en sıcak gündemlerinden biri Türkiye’de üretilen gıdalardakji zehirli kimyasallardı. Türkiye’den ihraç edilen üzüm testlerinden birinde 24 aktif kimyasal madde bulunması üzerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Greenpeace’in raporunu yalanlayan bir açıklama yapmış ve “O bütünüyle gerçekdışı itham ve iddialar oluşturuyor. Mesela bir örnek vereceğim size üzüm ilgili. 24 tane kimyasal madde diyor. Bağcılıkta kullanılabilen toplam kimyasal madde sayısı en fazla dörttür. Yani onların bile hepsi kullanılmıyor” dedi.

Greenpeace ise bunun üzerine Almanya’nın en prestijli laboratuarlarından biri olan CVUA Stuttgart’dan gelen bilgileri açıklayarak “diliyoruz ki, Sayın Bakan artık çiftçilerimizin alın terini hiçbir suretle ciddiye almayan ilaç, tohum şirketlerini ve endüstriyel tarım uygulamalarının çıkmaz sokağından nasıl çıkaracağımızı tartışmaya açar.” diye cevap verdi.

Tartışmanın arka planını ve detaylarını Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyası sorumlusu Tarık Nejat Dinç‘e sorduk. Gerçekten zehir mi yiyoruz? İşte yanıtları:

Greenpeace Almanya’nın yayınladığı raporu kısaca özetleyebilir misiniz? Bu rapor ne amaçla hazırlandı, belli periyotlarla mı hazırlanmaktadır? Greenpeace’in diğer örgütleri de buna benzer raporlar yayınlamakta mıdır?

“Pestisitsiz Gıda: Meyve ve Sebze İçin Alışveriş Rehberi” adlı rapor, Almanya devlet otoritelerinin 2009 ve 2010 yıllarında 22.000 ürün üzerindeki denetimlerinin verileri üzerine yapılmıştır. Greenpeace raporu, Türkiye’den ihraç edilen yaş meyve ve sebze üzerine değil, Alman tüketicisinin sofrasına dünyanın tüm ülkelerinden gelen bütün ürünlere yönelik yapılan bir araştırmanın sonucudur. Almanya ofisi yaklaşık iki yılda bir bu raporu yayınlamaktadır.

Bu raporun hazırlanmasında herhangi bir ülke ya da bölgedeki ticari faaliyeti etkileme niyeti bulunuyor mu?

Söylediğim gibi, bu çalışma gıda maddeleri üzerinde kimyasal kalıntı olup olmadığını testpit etmeye yöneliktir. Bir sivil toplum kuruluşunun tarımı, çiftçiyi desteklemek dışında ticareti etkilemeye yönelik bir hedefi niyeti olamaz. Burada Türkiye’ye yönelik bir alınganlık geliştirmek sorunun kökenini görmemizi engeller. Zira raporda Yunanistan’dan gelen kayısı, İspanya’dan gelen mandalina veya Tayland’dan ihraç edilen mangonun ciddi sağlık riskleri oluşturabileceği belirtilmektedir. Yani Türkiye’ye özel bir rapor değildir. Bakanlığın elindeki kimyasal kullanımıyla ilgili raporları açıklamak yerine konuyu tamamen ilgisiz yerlere çekmesini de doğru bulmuyoruz.

Türkiye özelinde raporu değerlendirecek olursanız, raporda pestisit oranları tehlike sınırlarının üzerinde olarak belirtilen ürünlerde (üzüm, armut ve sofralık biber) ne gibi sorunlar bulunuyor? Bu ürünlerin ülkemizde de tüketilmesi sorun teşkil ediyor mu? Tüketicilerin bu ürünleri tüketirken nasıl davranmaları gerekir?

Bu ürünler üzerinde kabul edilebilir miktarların üzerinde pestisit yani kimyasal zirai ilaç kalıntısı bulunmuştur. Bu tür kimyasallar insan vücudunda tahribatlara, alerjilere ve kansere neden olmaktadır. Dolayısı ile yapılması gereken Bakanlık tarafından acilen ülkemiz çiftçilerini zirai ilaç şirketlerinin cenderesinden koruyacak politikaların geliştirilmesi olmalıdır. AB’ye ihraç edilen ürünlerde bu kalıntılar çıktıysa, biz Türkiye’deki vatandaşlar olarak da bunları yiyoruz demektir.  Ülkemiz tüketicilerinin de sebze meyveyi olabildiğince mevsiminde, ekolojik veya yerel pazarlardan tüketme alışkanlığına geri dönmesi gerekmektedir.

Türkiye’de rapora karşı takınılan tavrı nasıl karşılıyorsunuz? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakan Mehdi Eker’in açıklamalarını nasıl karşıladınız?

Türkiye’de raporu gerçekten kaç kişinin okuduğunu merak ediyoruz. Çünkü okursanız Türkiye’ye özel bir rapor olmadığını, tüm dünya ülkelerinin ürünleriyle ilgili ciddi sıkıntılar olduğunu görüyorsunuz. İkincisi, eğer okunursa anlaşılacaktır ki, rapor Alman hükümetinin denetim sonuçlarından oluşmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker de dahil olmak üzere, kulaktan dolma bilgilerle rapora itiraz edilmekte ve tepkiler gelmektedir. Sonucunda da sayın Bakanın kendisi yaptığı talihsiz ve aceleci açıklamalardan dolayı zor durumda kalmaktadır. Keşke bakanlık raporu soğukkanlılıkla inceleyip, ortaya çıkan durumu vatandaşlarımızın daha sağlıklı ve kimyasallardan uzak gıda tüketebilmesi için bir fırsata çevirebilseydi.

Buraya tıklayarak Bakan’ın açıklamasına karşılık 24 kimyasal kalıntısı bulunan üzümün test sonucunu görebilirsiniz. Bakan Eker bağcılıkta 4 tane kimyasal kullanılır demişti. Peki nasıl oluyor da 24 tane kimyasla çıkıyor hem de bazıları çok çok yüksek düzeyde?

Bakanın ardından ilgili ürünlerle ilgili meslek odaları da ortak bir deklarasyon yayınlayarak Greenpeace’i doğrudan hedef gösteren açıklamalar yaptılar. Greenpeace olarak bu ithamlar için ne söylemek istersiniz. Meslek odaları defaetle “açıklamanın zamanlaması”na vurgu yapıyorlar. Raporun bu tarihte açıklanmış olmasının Greenpeace açısından özel bir önemi bulunuyor mu?

İhracatçıların olayı kişiselleştirip tepki göstermelerine üzüldük. Çünkü raporun derlenmesi ve yayınlanması için özel bir zamanlama yoktur. Gereksiz ve anlamsız şekilde raporun zamanlamasına takılı kalanlara şunu sormak gerekir: Böyle bir rapor yılın hangi ayı yayınlanırsa ‘zamanlaması’ sorun teşkil etmez?! Kaldı ki rapor tüm dünyada, altını çiziyorum sadece Türkiye değil tüm dünyadaki tarım sisteminin çöktüğünü bir göstergesidir. Yani AB ülkelerinde de Hindistan’da da Tayland’da da yüksek kimyasal madde kullanımı söz konusudur. Çünkü çiftçilerimiz, kimya şirketlerinin insafına terkedilmiştir. Bu noktada konunun muhattabı zirai ilaç üreticileri ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’dır.

Şunu da söylemeliyim, diger ülkelerde de bu rapor yayınlandıgı halde Türkiyedeki gibi üretici tepkileri yaşanmadı. Yani burada alınganlık yapmak ve konuyu ihracatı engellemek şeklinde yorumlanması oldukça ilginç.

Greenpeace olarak yaşanan bu süreçte bundan sonraki tutumunuz ne yönde olacaktır?

Rakamlar test sonuçları ortada. Bunun aksini iddia eden kişi ve kurumlar varsa onlar da belgeleriyle gelirse, veya yayınladığımız raporun hangi kısımlarına ne şekilde ve ne dayanakla itiraz ettiklerini açıklayarak itirazda bulunurlarsa tartışma daha inandırıcı ve bilimsel bir zemine taşınır. Biz bilimsel ve resmi verilerle konuşan, ve kamuoyunu uyarma ve bilgilendirme görevini yerine getiren bir sivil toplum örügütüyüz. Bundan sonra da teknik ve bilimsel çalışmalara dayanan raporlarımızla kamuoyunu bilgilendirme ve uyarma görevimizi aynı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Röportaj: Alper Tolga Akkuş – Yeşil Gazete

Almanya’nın en prestijli laboratuarlarından biri olan CVUA Stuttgart’dan gelen bilgileri paylaşıyoruz. Diliyoruz ki, Sayın Bakan artık çiftçilerimizin alın terini hiçbir suretle ciddiye almayan ilaç, tohum şirketlerini ve endüstriyel tarım uygulamalarının çıkmaz sokağından nasıl çıkaracağımızı tartışmaya açar. 

1) Greenpeace Almanya’nın yayınladığı raporu kısaca özetleyebilir misiniz? Bu rapor ne amaçla hazırlandı, belli periyotlarla hazırlanmaktadır. Greenpeace’in diğer örgütleri de buna benzer raporlar yayınlamakta mıdır?
Pestisitsiz Gıda: Meyve ve Sebze İçin Alışveriş Rehberi” adlı rapor, Almanya devlet otoritelerinin 2009 ve 2010 yıllarında 22.000 ürün üzerindeki denetimlerinin verileri üzerine yapılmıştır. Greenpeace raporu, Türkiye’den ihraç edilen yaş meyve ve sebze üzerine değil, Alman tüketicisinin sofrasına dünyanın tüm ülkelerinden gelen bütün ürünlere yönelik yapılan bir araştırmanın sonucudur. Almanya ofisi yaklaşık iki yılda bir bu raporu yayınlamaktadır.
2) Bu raporun hazırlanmasında herhangi bir ülke ya da bölgedeki ticari faaliyete etkileme niyeti bulunmakta mı?

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, gıda maddeleri üzerinde kimyasal kalıntı olup olmadığını testpit etmeye yöneliktir. Bir sivil toplum kuruluşunun tarımı, çiftçiyi desteklemek dışında ticareti etkilemeye yönelik bir hedefi niyeti olamaz. Burada Türkiye’ye yönelik bir alınganlık geliştirmek sorunun kökenini görmemizi engeller. Zira raporda Yunanistan’dan gelen kayısı, İspanya’dan gelen mandalina veya Tayland’dan ihraç edilen mangonun ciddi sağlık riskleri oluşturabileceği belirtilmektedir. Yani Türkiye’ye özel bir rapor değildir. Bakanlığın elindeki kimyasal kullanımıyla ilgili raporları açıklamak yerine konuyu tamamen ilgisiz yerlere çekmesini de doğru bulmuyoruz.

3) Türkiye özelinde raporu değerlendirecek olursanız, raporda pestisit oranları tehlike sınırlarının üzerinde olarak belirtilen ürünler (Üzüm, Armut ve sofralık biber) ne gibi sorunlar bulunmakta? Bu ürünlerin ülkemizde de tüketilmesi sorun teşkil ediyor mu? Tüketicilerin bu ürünleri tüketirken nasıl davranmaları gerekir?
Bu ürünler üzerinde kabul edilebilir miktarların üzerinde pestisit yani kimsyasal zirai ilaç kalıntısı bulumnuştur. Bu tür kimyasallar insan vücudunda tahribatlara, alerjilere ve kansere nedne olmaktadır. Dolayısı ile yapılması gereken Bakanlık tarafından acilen ülkemiz çiftçilerini zirai ilaç şirketlerinin cenderesinden koruyacak politikaların geliştirilmesi olmalıdır. AB’ye ihraç edilen ürünlerde bu kalıntılar çıktıysa, biz Türkiyedeki vatandaşlar oalrak da bunları yiyoruz demektir.  Ülkemiz tüketicilerinin de sebze meyveyi olabildiğince mevsiminde, ekolojik veya yerel pazarlardan tüketme alışkanlığına geri dönmesi gerekmektedir.
4) Türkiye’de rapora karşı takınılan tavrı nasıl karşılıyorsunuz? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakan Mehdi Eker’in açıklamalarını nasıl karşıladınız?
Türkiye’de raporu gerçekten kaç kişinin okuduğunu merak ediyoruz. Çünkü okursanız Türkiyeye özel bir rapor olmadığını, tüm dünya ülkelerinin ürünleriyle ilgili ciddi sıkıntılar olduğunu görüyorsunuz. İkincisi, eğer okunmuğ olursa anlaşılacaktır ki rapor Alman hükümetinin denetim sonuçlarından oluşmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker de dahil olmak üzere, kulaktan dolma bilgilerle rapora itiraz edilmekte ve tepkiler gelmektedir. Sonucunda da sayın Bakanın kendisi yaptığı talihsiz ve aceleci açıklamalardan dolayı zor durumda kalmaktadır. Keşke bakanlık raporu soğukkanlılıkla inceleyip, ortaya çıkan durumu vatandaşlarımızın daha sağlıklı ve kimyasallardan uzak gıda tüketebilmesi için bir fırsata çevirebilseydi.
Ekte Bakanın açıklamasına karşılık 24 kimyasal kalıntısı bulunan üzümün test sonucunu dapaylaşıyorum. Bakan Eker bağcılıkta 4 tane kimyasal kullanılır demişti. Peki nasıl oluyor da 24 tane kimyasla çıkıyor hem de bazıları çok çok yüksek düzeyde???
5) Bakanın ardından ilgili ürünlerle ilgili meslek odaları da ortak bir deklarasyon yayınlayarak Greenpeace’i doğrudan hedef gösteren açıklamalar yaptılar. Greenpeace olarak bu ithamlar için ne söylemek istersiniz. Meslek odaları defaetle “açıklamanın zamanlaması”na vurgu yapmaktalar. Raporun bu tarihte açıklanmış olmasının Greenpeace açısından özel bir önemi bulunmakta mı?
İhracatçıların olayı kişiselleştirip tepki göstermelerine üzüldük. Çünkü raporun derlenmesi ve yayınlanması için özel bir zamanlama yoktur. gereksiz ve anlamsız şekilde raporun zamanlamasına takılı kalanlara şunu sormak gerekir: Böyle bir rapor yılın hangi ayı yayınlanırsa ‘zamanlaması’ sorun teşkil etmez?! Kaldıki rapor tüm dünyada, altını çiziyorum sadece Türkiye değil tüm dünyadaki tarım sisteminin çöktüğünü bir göstergesidir. Yani AB ülkelerinde de Hindistan’da da Tayland’da da yüksek kimyasal madde kullanımı söz konusudur. Çünkü çiftçilerimiz, kimya şirketlerinin insafına terkedilmiştir. Bu noktada konunun muhattabı zirai ilaç üreticileri ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıdır.
Şunu da söylemeliyim, diger ülkelerde de bu rapor yayınlandıgı halde Türkiyedeki gibi üretici tepkileri yaşanmadı. Yani burada alınganlık yapmak ve konuyu ihracatı engellemek şeklinde yorumlnaması oldukça ilginç.
6) Greenpeace olarak yaşanan bu süreçte bundan sonraki tutumunuz ne yönde olacaktır?

Rakamlar test sonuçları ortada. Bunun aksini iddia eden kişi ve kurumlar varsa onlar da belgeleriyle gelirse, veya yayınladığımız raporun hangi kısımlarına ne şekilde ve ne dayanakla itiraz ettiklerini açıklayarak itirazda bulunurlarsa tartışma daha inandırıcı ve bilimsel bir zemine taşınır. Biz bilimsel ve resmi verilerle konuşan, ve kamuoyunu uyarma ve bilgilendirme görevini yerine getiren bir sivil toplum örügütüyüz. Bundan sonra da teknik ve bilimsel çalışmalara dayanan raporlarımızla kamuoyunu bilgilendirme ve uyarma görevimizi aynı kararlılıkla sürdüreceğiz.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.