Yeşeriyorum

Dünyayı kurtarmak neden bu kadar zor? 10 sebep – Tuğçe Tuğran

0

Çevre sorunları ile ilgili tartışmalarımız genelde kısa vadeli, birbirini suçlayıcı ve duygusal tavırların esiri oluyor. Bunun çok meşru bir sebebi var: önümüzde bir sorun varsa ve biz onu hemen çözmek istiyorsak, bu sorunun kaynağını bulup, buna karşı savaşıyoruz. Bunu da tutkuyla yapıyoruz çoğu zaman, duygusallığımız bundan.

Yine de zaman zaman, bir adım geri çekilip, olayın tamamına biraz uzaktan bakmanın, resmin genel hatlarını görmenin çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu bir düşünce yapısı getiriyor çünkü: bir yemek tarifi öğrenmek yerine, yemeğin pişme süreci ile ilgili kimsayal kuralları öğrenmeye benziyor. Kimsayal kurallar değişmiyor çünkü: deneyeceğiniz her yemek tarifi, o kurallara bağımlı.

Peki bunu çevre sorunları konusunda nasıl yapabiliriz? Gezegenimiz alarm veriyor. Bu konuda bir şeyler yapmazsak, her şey daha da kötü olacak üstelik. Bunu hepimiz biliyoruz. İnsan eliyle yıkıma uğramamış tek bir yer kalmadı dünyada.  Bilim insanları her yıl raporlar yayınlıyor, biricik evimizin sağlığının kötüye gittiğini resmi olarak açıklıyorlar.

Peki neden hiçbir şey değişmiyor? İşte bu konuda düşünmek çok önemli. Çünkü bir şeyleri değiştirebilmenin tek yolu, neden böyle kemikleşmiş, hiç değişmezmiş gibi durduklarını keşfetmek.

Bunu yapabilmek için önce bir uluslararası ilişkiler teriminden bahsetmek gerek. Rejim teorisi. Rejim teorisi devletler arasında işbirliğinin mümkün olduğunu savunan bir yaklaşım. Yani uluslararası ilişkilerin başlıca kuralının çatışma/mücadele olduğunu öngören realist okula bir alternatif oluşturuyor.  Buna göre dünya, bağımsız devletlerden oluşan anarşik bir düzen içinde de olsa, rejimler yoluyla, bu anarşik düzende geçici veya kalıcı işbirlikleri oluşturulabilir.

Bir rejimden bahsedebilmek için, ortada belli kurallar, normlar, prensipler, kurumsal bir yapı ve bir yol yordam olması gerekiyor. Bunların bir araya gelmesi, en genel anlamda bir standart yaratıyor. Bu standart, devletlerin hareketlerini belirliyor, aktörlerin davranışlarını öngörmeyi kolaylaştırıyor ve ortak bir amaca hizmet ediyor. Böylece bir güven ortamı oluşuyor. Bu güven ortamında devletlerin farklı konularda anlaşmaya varmaları daha kolay oluyor. Bunu trafiğe benzetebiliriz: kırmızı ışıkta durmak, bir yayanın karşıdan karşıdan karşıya geçmesi, sollama yapmak: bunlar ancak bir güven ortamında mümkün. Trafikteki diğer aktörlerin de sizin gibi davranacağına olan inancınız, bu inancın herkes tarafından paylaşılması, binlerce arabanın sorunsuzca, düzenli bir şekilde yol alabilmesine sebep oluyor.

Peki konu çevre olunca, her şey trafikteki kadar kolay mı gelişiyor? Tabii ki, ve ne yazık ki hayır. İşte bunu nedenleri konusunda düşünmek oldukça ilginç.

Çok sayıda çevre rejimi var: Ozon Rejimi, İklim Değişikliği Rejimi, Okyanus Rejimi….Fakat bunların, birkaç istisna hariç hiç de iyi işlemediğini görüyoruz. Bunun başlıca sebeplerini sıralayalım:

1-Sistemik/Yapısal engeller. Tabii ki, realistler buna hak verecek: uluslararası ilişkiler sistemi, anarşik bir yapı. Yani herkesin üzerinde egemenliği olan bir güçten yoksun. Diğer aktörlerin hareketlerini kontrol etme yetisi olan bir gücün yokluğu, Thomas Hobbes gibi düşünürler için aynı zamanda adaletin de yokluğu demek: güçlünün istediğini yaptığı bir sistem bu. Adaletin olmadığı bir ortamda aktörleri işbirliğine yöneltmek oldukça zor. Ne yazık ki, çevre sorunları küresel bir işbirliği gerektiriyor, çünkü doğanın kaynaklarını paylaşıyoruz. Nehirlerimiz ulus devletin sınırlarını tanımıyor, atmosfer kimin hava sahasında olduğunu umursamıyor. Okyanusların kirlenmesi, hepimizin sorunu. İşte ilk engel bu: ulus devlet sistemi, doğası gereği küresel işbirliği gerektiren çevre konularına çare bulmakta aciz kalıyor.

2-Prosedür’den kaynaklanan engeller. İlk engelin bir uzantısı olarak, her devlet ne kadar işbirliği yapacağına, ortak bir çözüm için masaya ne koyacağına kendisi karar veriyor. Bir rejim oluşturmak için, herkesin katılımı gerekli olduğundan, çıtayı hep en tembel katılımcı belirliyor. Bu da çevre konusunda oldukça belirgin bir sorun: sunduğunuz öneri ne kadar ilerici, ne kadar iddialı olursa, kabul edilme şansı o derece azalıyor. Kyoto Protokolü karbon emisyonlarını 100% azaltmayı dayatsaydı, kaç katılımcısı olurdu?

Burada ikinci bir sorun daha var: zaman aralığı. Çevre konusunda bir sorunun belirlenmesi ile bu konuda ortak bir politika oluşturulması arasında genelde uzun bir süre farkı oluyor. Bugün tartışılan iklim değişikliği yeni bir konu değil. 70’li yıllardan beri bu konuda yazıp çizen bilim insanları var. Buna rağmen, ilk iklim değişikliği konferansı 1992 yılında yapıldı. Dikkat edin, herhangi bir karardan bahsetmiyorum. Sadece ilk konferans. 1995 yılından beri taraflar her yıl toplanmaya devam ediyorlar. 19. zirve 2012 yılında Qatar’da yapılacak. Bu arada karbon emisyonları durmadı, atmosferde birikmeye devam ediyorlar.  70’lerden bu yana geçen her gün zarar hanemize yazılıyor.

3-Uygun koşulların yokluğu. Etkin bir rejim için uygun koşulların oluşması şart. Tehdit yeterince ciddi olmalı ve kamuoyu bu ciddiyeti anlamış olmalı. Günümüzde hala küresel ısınma diye bir şeyin olup olmadığı tartışması ortak bir zemin oluşturulmasına engel oluyor. Bir başka olmazsa olmaz da güven ortamı. Buna ortaklaşa hareket sorunu diyebiliriz. Diğer tüm aktörlerin de kendisi gibi davranacağına emin olmadan, kimse elini taşın altına koymaya istekli değil.

Doğanın Doğası

Yukarıda engeller, çevre sorunlarına özgü değil. Fakat çevre sorunlarına özgü bazı durumlar, ne yazık ki işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.

4-Bilimsel karmaşıklık. Çevre sorunları ile ilgili bilgileri bilim dünyasından alıyoruz. Atmosferin, okyanusların, toprağın durumunu, bize onlar anlatıyorlar. Tehlike sinyallerini onlar fark ediyorlar. Fakat ne yazık ki, bilimin dili, her gün konuştuğumuz dile benzemiyor. Teknik terimlerle dolu, uzmanlık gerektiriyor ve son derece karmaşık. Bu karmaşıklık, bize ve siyasi aktörlere fazla geliyor veya kulak tıkamak için bahane oluşturuyor. Bireyler için de durum farklı değil: günümüz düşünürlerinden Slavoj Zizek, bu konuyu çok güzel özetliyor. Şuna benzer bir şey söylüyor: ‘Bilim insanları bize dünyanın sonunun geldiğini, buzulların eridiğini ve ekosistemlerin çökmekte olduğunu söylüyor. Ve biz tüm bunlara inanmak istiyoruz. Fakat sonra bahçeye çıkıyoruz, her şey aynı geliyor gözümüze. İşte güneş parlıyor, çiçekler açmış, kuşlar hala burada….Sanki her şey aynı. Sorunları unutuyoruz’. Gerçekten de doğru, gözümüzün gördüğü ile bize sunulan karmaşık ve korkutucu resmi bağdaştırmak çoğumuz için imkansız.

5-Ekonomik ve siyasi çıkarlar. Gerçekten de kimse, ‘hadi bugün gideyim de çevreyi kirleteyim’ diye güne başlamaz. ‘Bugün biraz para kazanayım veya oylarımı artırayım’ deriz çoğu zaman. Çevreyi kirleten, bizim çevreyi kirletme isteğimiz değil, bununla ilgisiz görünen başka başka konulardaki davranışlarımızdır. Çevreyi korumak, siyasi ve ekonomik çıkarlara ket vurmak anlamına geldiğinde, ne yazık ki çevre her zaman kaybeden taraf oluyor.

6-Davranış şeklimiz. Bu hem ülkeler hem de bireyler için geçerlidir. Doğanın bize sunduklarını kullanır, ama bunun için bir bedel ödemek istemeyiz. Ucuz uçak biletleri ile seyahat etmek bizi mutlu eder: bunun için çevrenin ödediği bedeli görmezden geliriz. Bizim ödemediğimiz, bilete dahil olmayan bir bedel vardır aslında: işte onu, çevre ödemektedir. İstihdam güvenliği, modern hayatın sürdürebilmesi ve para kazanabilmek, vazgeçilmez kabul edilen şeylerdir. Buna en güzel örnek, her zaman kullanılan ‘iyi de bu insanlar nasıl para kazacak?’ sorusudur. Çoğu zaman da bu haklı bir sorudur bu. Çok önemli bir şeye işaret eder: bir rejim oluşturabilmek için, insanların ve devletlerin çıkarlarının güvence altına alınması gerekir.

7-Ödenecek bedellerin farklılığı ve karşıtlığı: Bir önceki maddeyle yakından ilgili bir durum: enerji devrimi buna en güzel örnek. Yenilenebilir enerji konusunda, hiç petrol rezervi olmayan bir ülke ile Suudi Arabistan’ın çıkarlarını birleştirmek çok zordur. Suudi Arabistan, güneş enerjisine geçiş olduğu anda, en büyük gelir kaynağını kaybedecek: toplumsal, ekonomik ve siyasi bir sorunla karşı karşıya kalacak. Bunun karşısında küçük ada ülkeleri var: onlar da karbon emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği yüzünden yerleşim alanlarını kaybedecekler: tüm tarihleri, ev diye bildikleri adaları, sular altında kalacak. İçinden çıkılması zor bir iş. Hem Suudi Arabistan’ın, hem de Vanuatu adasının isteklerini karşılayabilir miyiz?

8-Kısa vadeli düşünme alışkanlığımız. Bundan da yine hem devletler hem de bireyler muzdarip. Çevre sorunları uzun vadeli çözümler gerektiriyor. Ama bu uzun vadeli çözümleri hemen hayata geçirmek gerekiyor: bugünün parası, bugünün kaynakları ve bugünün sinirli seçmenleri ile. Siyasi kariyerini belki sonucunu bile görmeye ömrünün yetmeyeceği bir proje için tehlikeye atma erdemine sahip kaç politikacı tanıyoruz? Peki biz, çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için, bugün keyfini sürdüğümüz konforlardan vazgeçmeye hazır mıyız?

9-Doğanın düzeni. Doğanın işleyişini anlamaya yeni yeni başladık. Modernite bize doğanın bölümlere ayrılabilen, izole parçalardan oluşan, kontrol edilebilir bir şey olduğunu öğretti. Ama modernite yanılıyor. Doğa doğrusal olmayan bir sistemle işliyor, sebep sonuç ilişkilerini görmek son derece zor. Her şey, nefes alan her şey birbirine bağımlı ve hepsinin bir görevi var. Bir değişkeni çıkarmak, tüm denklemi etkiliyor. Arıların neden kaybolduğunu bulmak hiç de kolay değil. Bir yerlerde bir gemi batıyor, yıllar sonra başka bir yerde bir canlı türü nüfus patlaması yaşıyor, bu iki olay aslında birbirine bağımlı, ama bağlantıyı görmek çok güç. Bu da harekete geçmemizi engelliyor.

10-Temel inanç farklılıkları. Doğa her kültüre farklı bir şey ifade ediyor. Japonlar için balık yemek, Norveçliler için balina avlamak, kimliklerinin bir parçası. Amerikalılar yaşam tarzlarını korumak istiyorlar: garajında üç araba olan bahçeli banliyö evleri, onlar için Amerika’yı simgeleyen şey.  Tüm bu farklılıkları bir temelde birleştirmek çok zor.

İşte bu 10 sebep birbirleri ile farklı şekillerde etkileşerek önümüze küçük veya büyük engeller çıkarıyorlar. Umutsuz mu görünüyor? Sorunun cevabı başka başka tartışmalar getiriyor. Görünen o ki doğa ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlamaya devam ediyor.

1) Konuyu daha ayrıntılı okumak isteyenler Axelrod’un derlediği ‘Global Environment. Institutions, Law and Policy kitabına başvurabilir

 

 

Tuğçe Tuğran

 

 

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.