Röportaj

Yasemin İnceoğlu: “Nefret söylemi, nefret suçunun önünü açar.”

0
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu

Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Yasemin İnceoğlu’nun editörlüğünü yaptığı “Nefret Söylemi veveya Nefret Suçları’’ başlıklı kitap geçtiğimiz günlerde Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Başta Hrant Dink olmak üzere gazeteci cinayetleri ile nefret söylemi arasında doğrudan bağlantı olduğunu söyleyen Yasemin İnceoğlu ile son günlerde giderek önem kazanan konuyla ilgili bir söyleşi yaptık.

Nefret suçları ve  nefret söylemi kavramları arasında nasıl bir ilişki var? Bu kavramları ne zamandan beri kullanıyoruz? Ülkemizde medyanın bu kavramlara bakışı nasıl?

Nefret söylemi, nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası. Nefret suçunun önünü açar hatta teşvik eder. Birbirinden ayrı şeyler de olsalar sonuçta birbirlerini besliyorlar. Kendini her zaman kin ve öfke dolu ifadelerle ortaya koymadığı ve hatta zaman zaman gayet normal ve mantıklı göründüğü için nefret söylemini teşhis etmek kolay olmayabilir. Diğer yandan, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasındaki sınırın çok tartışmalı bir konu olduğunu görüyoruz. Bir söylemin nefret söylemi kapsamına girdiğini iddia ettiğiniz yerde, ifade özgürlüğü ihlali konusunda eleştiriler gündeme gelmekte. Bilindiği üzere Hrant Dink yoğun bir nefret söylemi bombardımanı sonucu bir nefret suçuna kurban gitti.  Hrant Dink’in katliamı ile birlikte Türkiye’de nefret söylemi ve özellikle de nefret suçu kavramları terminolojimize girdi ve yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bu kavramlar gerekli gereksiz birçok yerde yanlış olarak kullanılıyor, kafalar bu konuda biraz karışık: her şeye nefret söylemi, nefret suçu diyen bir kesim türedi ki bu da ifade özgürlüğünü tehdit etme riski taşıyan bir durum.

Trans cinayetleri en yaygın nefret suçları arasında yer alıyor

Uludere katliamından sonra medyada yaygın kullanılan Kürt-Kaçakçı, Kürt-Terörist kavramlarını medyadaki nefret söylemi içinde tanımlayabilir miyiz?

Tabii ki tanımlarız. Kürt ile kaçakçı ve terörist kelimelerinin bir arada anılması en iyi göstergedir. Yaygın medyada Türk- Terörist veya Türk-Kaçakçı kullanılır mı hiç?

Kürt sorununu terör/terörizm ile özdeşleştirerek, aslında böyle bir sorunun olmadığı, sorunun kaynağının tamamen bölgedeki geri kalmışlıkla ilgili ve ekonomik olduğu, bunu da yabancıların kışkırttığı söylemini yeniden üreten ve meşru bir zemine taşıyan ana akım medya, Türk-Kürt ayrımcılığına katkı payı olarak, zaman zaman korkunçlaştırıcı, şeytanlaştırıcı bazen de kurbanlaştırıcı kalıp yargılar kullanmakta. Oysa ki bu tavır Kürt sorununu çözümsüzlüğe götürmekten başka bir fayda sağlamaz. İşte bu noktada gazeteci nesnelliğini yitirir ve şiddeti haklılaştırmaya başlar. Nefret söyleminin en yüksek dozda pompalandığı güncel örnek Yılmaz Özdil’in son yazısı, el insaf dedirtecek türden, çok yazık.

Nefret söylemiyle mücadele etmenin yöntemleri konusunda ne söylersiniz? Bu tür suçların ülkemizin ceza yasalarında yeri tanımlanmış mıdır?

Henüz bir nefret suçu yasasına kavuşmuş değil ülkemiz. 216. madde “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edenleri” veya bu ölçütler sebebiyle aşağılayanları cezalandırıyor. Bu madde nefret suçunun önlenmesi için bir adım olarak gözükse bile, savcıların, genelde azınlıklardan ziyade devleti ve çoğunluğu korumak amaçlı kararlar aldıklarını biliyoruz. Hatta bu maddenin azınlık hakları için mücadele edenlere bumerang etkisi yaptığını da gördük (Baskın Oran-İbrahim Kaboğlu örneğinde olduğu gibi).

“Nefret suçları” ile ilgili olarak, “Gerek Avrupa ülkelerinde gerek ABD’de bu konuda yapıldığı gibi, ülkemizde de verilerin toplanmasına ve en önemlisi bu verilerin kamuoyuyla paylaşılmasına, yargı ve medya çalışanlarının eğitimine, nefret mağdurlarına rehabilitasyon desteği sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç var. Bu konuda en büyük görevlerden biri de medyaya düşüyor, medya ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasını güçlendirmekten ziyade karşılıklı anlayış, saygı, kimlikler/kültürlerarası diyalogu sağlıklı sürdürebilmek adına kelimelerin ve imgelerin gücünü doğru kullanmalı. Barış dilinin oluşturulması ve “öteki”lerle bir arada yaşama kültürünün gelişmesine ihtiyaç var.

Toplumsal nefret bir eğitim ve zihniyet sorunu.  Bir arada yaşamayı öğrenme kültürü ve eğitimi okul öncesi ailede başlamalı, okulda ve ders kitaplarında devam etmeli.

 

“Mecliste Nefret Suçları Komisyonu’nun kurulması elzemdir”

 

Editörlüğünü Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu'nun yaptığı Nefret Söylemi ve Nefret Suçları kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı

AKP hükümetinin bu konudaki yaklaşımı nasıl? Avrupa Birliği sürecinin nefret suçu ya da söylemine maruz kalanların mağduriyetini gidermeye dönük açılımları oluyor mu? Avrupa Birliği’nin de özellikle Romanlar ve yabancılarla ile ilgili bu tür sorunlara yaklaşımı sizde ne tür duygular yaratıyor?

AKP hükümetinin Kürtlere, Alevilere ve Romanlara dönük açılımları başlattığını biliyoruz. Ancak gelinen şu noktada bu açılımların her birinin başarısızlıkla sonuçlandığını da üzülerek görüyoruz. Birçok ülkede ön yargı kurbanı haline dönüşen Romanlar potansiyel suçlu olarak algılanmakta, işe alınmamakta ve ırkçı saldırılara uğramaktalar.

AİHM 2007 yılında Hırvatistan’ı nefret suçlusu olarak mahkum etmişti. Olay 1999’da Zagrep’te bir grup ırkçı dazlağın saldırısına uğrayan Romanın başına gelenler, gerek devlet hastanesi gerek savcı tarafından görmezden gelinince olay mahkemeye intikal etmişti. Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) 1998 yılında Romanlarla ilgili olarak Avrupa Konseyi üyesi ülkelerine tavsiyelerde bulunmuştu. Fransa geçtiğimiz yıl 9000 Romanı sınır dışı ettiğinde AB Komisyonu Sarkozy’nin bu tutumunu eleştirmişti.

Ülkemizde de Sulukule’nin boşaltılması ve özellikle geçen yıl Manisa Selendi’deki olaylardan sonra Roman vatandaşların zorunlu göçleri Roman hak ihlallerine örnek oluşturuyor.

Diğer siyasal partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının olaya bakışından memnun musunuz? Yani umut var mı?

Başta Sosyal Değişim Derneği olmak üzere, Uluslararası Hrant Dink Vakfı, Kaos GL, Pembe Hayat Derneği, Pozitif Yaşam Derneği, Uluslararası Hrant Dink Vakfı vs. konuya sıkı sıkıya sahip çıktılar. Kamuoyunda farkındalık yaratma açısından çok faydalı olduğuna inandığım çalıştay, toplantı, ulusal ve uluslararası konferanslar düzenlediler. Belki de ilk kez bir ana muhalefet partisinin (CHP) seçim bildirgesinde, “Azınlık din mensubu vatandaşlara yönelik din ve inanç temelli ayrımcılık, nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele edileceği”nin belirtilmesi de ülkemiz açısından kayda değer ve sevindirici bir gelişme olarak kabul edilmeli. Bu konuda gerek AKP gerek diğer partilerden de aynı girişimleri görmek arzusundayız. Mecliste Nefret Suçları Komisyonu’nun kurulması elzemdir.

 

Medyanın “öteki” leri dışlama ve gayri meşrulaştırma söylemi

 

Nefret suçları ve nefret söyleminin özellikle bizim ülkemizde milliyetçilikle ilişkisine nasıl bakmak gerekir?

Ülkemizde medya milliyetçiliğin yeniden üretilmesinde devletin ideolojik aygıtı olarak çalışıyor. Türk milletinin üstünlüğünü her fırsatta vurgulayan “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şiarından hareket eden yaygın medya diğer etnik grupları aşağılamakta. Sık sık ikonik figürler, retorik ifadeler kullanan medya “öteki” leri dışlama ve gayri meşrulaştırma söylemine başvuruyor.

Milliyetçi ideolojileri yayma ve ulusal kimlik ve cemaat yapısını güçlendirmede önemli rol oynayan medya bir yandan milliyetçilerin ötekiler üzerine yönelttikleri nefret söylemi ve işledikleri nefret suçlarını haberleştirirken diğer yandan da bizzat medyanın kendisi nefret söylemini pompalamakta. Bu noktada da bazı köşe yazarları, sosyal medya ve siteler başı çekiyorlar.

Başörtüsünü nefret söyleminin bir nesnesi olarak tarif etmek mümkün müdür? Eğer böyleyse bu suç ve söylemin dinle ve muhafazakârlıkla ilişkisine nasıl bakmalı?

Henüz bir nefret suçu olarak kabul edilmiş olmasa da, başörtülü kadınlara yönelik her türlü sözlü ve fiziksel saldırının toplumsal bir nefretten beslendiğini biliyoruz. Toplumun belli kesimlerince başörtülüler; geri kalmışlık, gericilik veya irtica ile ilişkilendiriliyor ve “çağdaş Türkiye’yi tehdit eden öcüler” olarak algılanıyorlar. Bu oldukça sorunlu bir durum, zira nefret söyleminin doğasında olan önyargı, ayrımcılık, ötekilere yaşam hakkı tanımama gibi tüm özellikleri barındırıyor ve besliyor.  Bilindiği üzere islamofobi bir nefret suçu, aynen zenofobi veya anti-semitizm gibi. Başörtüsünü nefret söyleminin bir nesnesi haline dönüştürenler yalnız islamofoblar değil, İslam dinine mensup olup başörtüsünün bir siyasal simge olarak kullanıldığını iddia eden bazı “laik”ler. Ben açıkçası başı açık bir kadın olarak ne başörtülülerin başlarını açmalarını talep etme hakkımın olabileceğini düşünüyorum ne de başörtü benim için bir tehdit unsuru içeriyor.  Ülkemiz insanının “Yaşa ve yaşat” felsefesini öğrenmesi gerekiyor.

Yeşil Gazete’nin sorularını yanıtladığınız için teşekkür ederiz.

Röportaj: Savaş Çömlek (Yeşil Gazete)

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.