Dış Köşe

Bir yiyicinin manifestosu -Tolga Tanış

0

Hepimiz kimyager olduk. Karotenoid, probiyotik, laktoz, selüloz…
Birkaç yıl öncenin bu Çince terimleri…

Şimdi herkesin ağzına yoğurt, lahana, kuzu eti der gibi yerleşti.
Balık alışverişindeki laborantlar: Tart bir kilo Omega 3… ışte
bundan nefret ediyor. Ve nütrisyonistlerin altüst ettiği Amerikan yeme
alışkanlıklarına savaş açıyor. Hikâye yeni değil. Adam neredeyse altı
yıldır piyasada. Ama fikirleri öyle hızlı yayılıyor ki… Üstünde
beraber düşünelim istedim

1- YEMEK AKIMI

Georgetown’da bir çocuk yuvasının sunumu. Kentin en iyi okullarına
öğrenci yetiştiriyorlar. Bir veli elini kaldırıyor. Ve “Öğlen” diyor
“ne yediriyorsunuz çocuklara?” Okulun müdürü de veliye dönüp gururla
cevap veriyor: “Biz Michael Pollan’ın yemek yeme felsefesini
benimsiyoruz. Hazır yemek yok. Doğal, evde hazırlanan, geleneksel
yemekler…”
Pollan bir akademisyen. 57 yaşında. Ama Berkeley’de gazetecilik
dersleri vermesinin dışında… Aslında kendisi de bir gazeteci. Zaten
yaptıklarını okuyunca kabul edecekseniz. Kafa tuttuğu şirketler ve
yerleşik düzenle kavgasını düşündüğünüzde, bunu bağlantıları olmayan,
para ilişkileri içine girmemiş huysuz bir gazeteciden başkasının
başarması da zor.
2006’da ilk önce ‘Etobur-Otobur ıkilemi’ni yazıyor Pollan. Ve o sene
New York Times’ın edebiyat dışı en iyi beş eserden biri dediği kitapta
şunu savunuyor: Tarım endüstrisi yeme alışkanlıklarımızı mahvetti.
Yüksek fruktozlu mısır şurubunu basıp ülkeyi sağlıksız yaptı. Ama
Washington’daki bağlantılarını sıkı tuttuğu için de dokunulmaz hale
geldi. Kahrolsun kapitalizm!.. Yaşasın bahçede organik elma yetiştiren
fakir komşum!..
Kitap büyük yankı uyandırıyor. ıki yıl sonra da ‘Yiyicinin
Manifestosu’nu yayınlıyor. Sağlıklı yaşam mottosuyla dayatılan Batı
diyetinden kaçalım… Anneanne sofrasına dönelim!..
2009’da yazdığı ‘Yemek Kuralları’… 2010’da çekilen ve Oscar’a aday
gösterilen ‘Food, Inc’ belgeseliyle de bir yıldıza dönüşüyor.
Georgetown’daki çocuk yuvasına kadar uzanan bir yemek akımının
kurucusuna…

2- BİLİMİ UNUTUN

Temel prensip şu: Bilimi bir kenara bırakın. Size ıspanağın içinde
neler olduğunu anlatan nütrisyonistlerden kaçıp… Tarih, kültür ve
geleneklere yaslanın. Eski kuşaklar yediyse iyidir. Onları izleyin!..
Pollan, McDonald’s gibi büyük et alıcılarından Monsanto gibi
biyoteknoloji şirketlerine herkesi katarak söylüyor. Ve tarım
endüstrisinin Amerikalıları yavaş yavaş öldürdüğünü savunuyor. Evet,
hayat artık çok hızlı!.. Ama gıda endüstrisi bu hıza ayak uydurmaya
çalışırken fazla paldır küldür gidiyor. Ve kontrolsüz ilerliyor.
Ardından Rusya’dan göç eden Yahudi anneannesinin sofrasındaki tavuk
ciğerleri, dolmaları ve sakatatları hatırlayıp… 1960’larda Julia
Child’dan etkilenen annesinin nasıl kendi mutfağını unuttuğunu…
şimdi onun nasıl anneannesinin sofrasına dönmek istediğini anlatıyor.
Yemeği protein, yağ ve karbonhidratlara bölen nütrisyonistlerin reddi.
Organik ve yerel üretime kayan postendüstriyel dönemin habercisi…

3- ORTOREKSİYA RİSKİ

Elinde bilimsel bir veri yok. Pollan’ın insanın ortalama yaşam
süresinin uzamasını nereye oturttuğu çok açık değil. Tek söylediği…
Markette yemek diye satılanlar aslında yemek değil. Bir tür kavramsal
yemek. Yemekimsi…
Kendisinin bilimsel bir veri ortaya koymamasını da, bilimin gıda
meselesinde çuvallamasıyla açıklıyor. Örneğin Omega 3. Diyor ki:
“Omega 3 hakkında iki ayrı saygın kuruluşun araştırmasında ikisi
farklı sonuç çıkıyor. Birine göre (Ulusal Bilimler Akademisi) balık
yemenin kalbe hiçbir yararı yok. Hatta fazla balık fazla cıva yüzünden
beyne zarar veriyor. Ama ötekine (Harvard) göreyse haftada bir balık
yemek kalp krizi riskini üçte bir azaltıyor. Ben artık yemek konusunda
bilime inanmıyorum.”
O yüzden Pollan’a göre ‘sağlıklı’ diye pazarlanan gıdadan uzak
durmalı. İçinde o kadar katkı maddesi var ki… Yemek olmaktan
çıkıyor!..
Ancak bir yandan bunu takıntı hale getirenler o kadar çoğalıyor ki…
Mesele bu yüzyılın en önemli toplumsal sorunu olmaya ilerliyor.
Nütrisyonistler yüzünden her gün daha fazla insan ortoreksik oluyor.
Ve kafasını sağlıklı beslenmeyle bozup psikiyatrik vaka haline
geliyor: “Belki bilimsel bir araştırma yok. Ama baksınlar, mutluluk ve
nütrisyon endişesi arasında ters orantı görecekler.”

4- SAM AMCA ETKİSİ

Washington’da Ulusal Arşiv binasında, geçen haftaya dek bir sergi
vardı: ‘Ne pişireyim Sam Amca?’ Amerikan Hükümeti’nin halkın beslenme
alışkanlığını nasıl etkilediğini anlatan… Kampanya afişlerinden
videolara, T. Jefferson’ın ıtalya’dan cebinde nasıl pirinç
kaçırdığından Tarım Bakanlığı bilimcisi W.O. Atwater’ın gıdaları
1900’lerin başında nasıl ilk kez kaloriye göre tasnif ettiğine birçok
öyküyle dolu bir gıda tarihi gösterisi. Ana fikriyse… Hükümet halkın
beslenmesini çok güzel düzenledi!..
Sergiyi gezdiğinizde özellikle halk sağlığı açısından yapılanları
görünce takdir ediyorsunuz. Ama Pollan’a göre… Amerikan hükümetleri
aslında hazırladıkları gıda piramitleriyle bugün yaşanan beslenme
bozukluklarının da baş sorumlusu oldu.
Sergide 2. Dünya Savaşı yıllarında diyetistenlerin ordunun
karavanasına el atması anlatılıyor. Hikâyeyi okurken askerler
arasındaki bir lafı görünce aklıma Pollan geliyor: “Tanrı bize eti
yolladı. şeytan da nütrisyonistleri.”

5- SONUÇ

Woody Allen’ın ‘Sleeper’ filminde bir sahne var. 1970’lerde küçük bir
ameliyat için Allen’ı uyutuyorlar. Kalktığında 200 yıl geçmiş oluyor.
Bir bakıyor, herkesin elinde çikolata. Soruyor. “A duymadın mı,
çikolatanın sağlığa yararlı olduğu anlaşıldı” diyorlar.
Pollan’ın tezlerinin ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum. Dediğim gibi
bilimin gıda konusundaki verilerine güvenmiyor. Bu yüzden kendi de
ortaya somut bir veri koymuyor. Ama söylediği aslında şu…
Bin parçalık bir puzzle var elinizde. Ve bilim size diyor ki: Bu
puzzle’ı çözümleyip, elimdeki parçalarla senin gözüne daha hoş gelecek
bir resim yaparım. Resme başlıyor. Karşınıza aşağı yukarı bir siluet
de çıkarıyor. Ve zaman geçtikçe aralardaki boşlukları dolduruyor. Ama
sonuç olarak… Hiçbir zaman en baştaki orijinal puzzle gibi tam bir
resim yapamıyor. Sürekli geliştiriyor.
Pollan’a göre bugün diyetisyenlerin, nütrisyonistlerin size yaptığı da
aşağı yukarı böyle bir şey. Anneannenizin yemeğini bıraktınız.
Protein, yağ ve karbonhidratlara böldükleri o yemekten bir tarafları
mutlaka eksik kalacak uydurma bir gıdayla besleniyorsunuz. Ve aynı
insanlar bir gün size gelip “Aslında çikolata faydalıymış,
yiyebilirsiniz” dediğinde de… Önce şaşıracaksınız. Sonra çikolatasız
geçirdiğiniz yıllara küfür edeceksiniz… Ve “Keşke anneannem gibi
tereyağ da yeseymişim” diyeceksiniz.

Tolga Tanış – Hürriyet

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.