Köşe Yazıları

Yeni yıl kutlaması yerine: Silahlar artık sussun, çocuklarımız ölmesin!

0

Basın haberi, Şırnak’ın Uludere İlçesi’nde 35 sivil vatandaş, TSK’nın düzenlediği hava saldırısıyla hayatını kaybetti, diye verdi. ‘Hayatını kaybetmiş’ olan ‘vatandaşlar’dan geriye parçalanmış, yanmış bedenler kaldı.  Geriye, parçalanmış bedenleri kalan bu vatandaşların çoğunluğu, 18 yaşın altında. Hala görevde olsaydım, psikoloji, sosyoloji, felsefe öğretmeye çalışmakta olduğum öğrencilerim yaşındaydılar. Kocaman, pırıl pırıl kara gözlerinin içine bakarak ders anlattığım çocukların yaşında…

Özcan Uysal (18), Mehmet Encü (15), Şervan Encü (16); Cemal  Encü (16), Bilal Encü(14), Mahsum Encü (16), Salih Encü (17), Savaş Encü (15), Serhat Encü (15), Bedran Encü(12), Hüseyin Encü (19), Aslan Encü (15), Celal Encü (15), Erkan Encü (13) Orhan Encü (15), Fadıl Encü (15), Cihan  Encü (16).

Onlar, okul dersliklerinde sıralara oturmuş, hayata biraz kayıtsız, kulakları teneffüs zilinde ders dinliyor olmak yerine, okul masraflarını çıkarmak, aile bütçesine katkı yapmak için sarp dağları aşarak gittikleri Irak’tan, gecenin karanlığında, malları yükledikleri katırlarının yularlarından tutmuş, acıyan tabanlarına aldırmadan yürüyor, sıcak yataklarında dalacakları gizli hülyalarına doğru yol alıyorlardı.  Uludere mevkiinde, ansızın, uçakların  gökyüzünü yırtan sesiyle önce hayalleri, ardından gencecik bedenleri paramparça oldu.

Bu ilk seferleri değildi, sınır karakollarında yıllar yılı onların geçişinden haberdar nöbetçi askerler hafif çatık kaşlarıyla geçişlerine göz yumarlar, belki de kafilenin kaçak sigaralarından, çaylarından ufak ikramları kabul ederlerdi.  Yüz yıllık gelenekte bu hep böyle olurdu.

Bu defa kafileye ilk kez katılan 12 yaşındaki çocuk, malı alıp dönüşe geçtiklerinde cep telefonundan annesini aramış, “Ana, geliyoruz,” demişti.  Annesi, “Yolda, sınırda asker görürsen korkma oğlum, dur derlerse, dur. Birşey yapmazlar,” diye yüreklendirmişti oğulcuğunu. Annesinin sesini son kez duyduğunu bilmiyordu çocuk, anası da…

Sonra, o çocukların yanmış, parçalanmış cesetlerini battaniyelere sarıp yan yana uzattılar yere. Yıpranmış küçük postalları görünüyordu yalnızca. Başlarında, çömelmiş acılı aileleri oturuyordu, bir de sağ kalan birkaç katır…

Devleti yönetenler, katliama bahaneler arıyorlar. İnsansız Hava Araçlarıyla görüntülenmişler de,  terörist bir grubun sınırı geçtiği haberi almışlarmış, aradan üç saat geçtiği halde, sınır karakollarını bile arayıp teyid etmeden,  F 16’larla  bombalar yağdırmışlardı kafilenin üzerine.

Madem bir kafilenin geldiğini görüntülediniz, neden o övündüğünüz, koordinasyon içinde çalışan  güvenlik güçlerinizle ‘sağ ele geçirmiyorsunuz’?

Yetkililer susuyorlardı önce. Sonra bir operasyon kazası, dedi Hüseyin Çelik. Genel Kurmay bir açıklama yaptı, ardından baş sağlığı mesajı yayımladı. Özür yoktu ama…

Genelkurmay  aynı gün, medyaya on üç günlük bir operasyondan görüntüler dağıttı. Yakalanan teröristlere ordunun ne kadar iyi davrandığını göstermek istiyordu.  Peki öyleyi de, sağ ele geçirmek mümkünken, neden üzerlerine bomba yağdırdınız?  Düşman askerlerini imha eder gibi, 30’yaşın altında, çoğu çocuk, 35 canı katlettiniz? Diyelim, sandıkları gibi, gelenler  kaçakçı köylüler değil de gerillaydı, onları dağdan indirecek adımları bir türlü doğru dürüst atamadığınız isyancılardı, peki onlar da bu toprakların çocukları değil miydi? Otuz yıldır o çocukların anaları ağlamadı mı?

Bu trajedi bu topraklarda yaşanan ilk katliam değil, umarız son olur. 2011 Yılını Türkiye’nin yüreğini yakan bu acıyla geride bırakırken, Yeni Yıl’a yine de iyimserlikle, umutla girmek istiyoruz.

Dileriz 2012, silahların sustuğu, barışın kurulması için diyalog ve müzakere yolunun açıldığı; tüm farklılıklarımızı zenginlik olarak yaşamamızı sağlayacak, doğanın hak öznesi olarak tanımlandığı ekolojik, demokratik  yeni bir Anayasaya kavuştuğumuz bir yıl olur.

Artık yeter, çocuklarımız ölmesin!

You may also like

Comments

Comments are closed.