Dış Köşe

‘Bu çağda Kürtler ve Aleviler nasıl oluyor da…’ – Alper Görmüş

0



Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümünün, Alevilerin de büyük bir çoğunluğunun siyasi tercihleri bazılarına “akıl almaz” görünüyor… Kürtlere ve Alevilere soruları var, sık sık da dile getiriyorlar:

Kürtlerin hatırı sayılır bölümüne: Bu çağda nasıl oluyor da PKK’nın diktatörlüğüne ve şiddetine karşı çıkmıyorsunuz?

Alevilerin büyük çoğunluğuna: Bu çağda nasıl oluyor da Kemalizm’e karşı çıkmıyorsunuz?

Hatırı sayılır büyüklükteki insan topluluklarının siyasi tercihlerine ilişkin soruları derin bir hayretin eşliğinde, bir tür “akıl dışılık” imâsıyla dile getiriyorsanız, orada durun; öfkenizi ve heyecanınızı gemleyemezseniz, bir anda liberal bir pozisyondan Onur Öymen’vari bir pozisyona sürükleniverirsiniz. (Onur Öymen, 2007 seçimlerinin ardından, AK Parti’ye oy verenlerin davranışını akılla izah etmenin güç olduğunu söylemişti.)

Doğrusu, etrafta yavaş yavaş dillendirilmeye başlayan “Stockholm sendromu” izahlarından kalkıp Onur Öymen kıvamına sıçramak, o kadar da zor görünmüyor.

Henüz o kıvama gelmemiş olsalar da, bu kişiler mevcut izahlarıyla, a) Kürtlere ve Alevilere saygısızlık ediyorlar, b) onları, siyasi tercihlerinin üzerinde düşünmekten alıkoyuyorlar, c) Onların, bu siyasi tercihleriyle aralarına mesafe koyabilmeleri için devletin yapması gereken şeylerin üzerini örtüyorlar, bu alanlarda yürütülmesi gereken tartışmaları baltalıyorlar.

Oysa basit gerçek şu: Kürtler Türk ulus-devletinden korkuyorlar, Aleviler Türk-Sünni devletten korkuyorlar.

Bu korkular o kadar köklü ki, Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümü PKK’nın, Alevilerin çok büyük bir çoğunluğu ise Kemalizm’in (CHP’nin) zayıflamasını bir kâbus senaryosu gibi algılıyorlar.

Bu durumda Kürtleri PKK’dan, Alevileri de Kemalizm’den uzaklaştırmak isteyen bir iktidarın yapması gereken şey, kendisini değiştirmektir. Fakat öyle “ucundan” değil, “damardan” bir değişiklik; öyle ki, değişim tamamlandığında Kürtler ve Aleviler artık bu devletten korkmasın.

Peki devlet ne yapıyor? Bunun tam tersini yapıyor ve sonuçta Kürtlerin ve Alevilerin korkuları daha da büyüyor.

Yazının bundan sonrasında, meseleyi biraz daraltmak ve somutlaştırmak için sadece “Kürtler” ve onların PKK ve KCK algısı üzerinde odaklanacak; KCK gibi katı merkeziyetçi, otoriter bir örgütlenmeye bile itiraz etmemelerinin “akılsızlıklarından” ya da despotluktan hoşlanmalarından değil, devlet politikalarından kaynaklandığını göstermeye çalışacağım.

PKK da KCK da aynı korkudan besleniyor

Yukarıda, bile bile “bile” dedim; Baskın Oran’ın AGOS’taki KCK özetlemesini ve itirazlarını okuyup da “bile” dememek hakikaten zor… Şöyle yazdı:

“Bölgeye önerdiği demokrasi değil, diktatörlük. Sanırsın Tek Parti dönemi. KCK Sözleşmesi Md. 11: ‘KCK kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır…. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.’ 21. yüzyılda el insaf yahu. Tabii, sözleşme’de ‘demokratik’ terimi, çok tipik bir biçimde, 145 kere geçiyor. Al bunu, vur 12 Eylül’ün 1982 Anayasası’ndaki ‘birlik ve beraberlik’ terimine.

“Radikal’de (28 Kasım) Tarhan Erdem’in örnekleriyle yazdığı gibi, PKK bu ülkede Kürtlere eşit değil üstün statü peşinde. ‘Türk’ teriminin anayasadan çıkarılmasını değil, ‘Kürt’ün de oraya girmesini istiyor. Ben buna yokum kardeşim, kimse kusura bakmasın. Eşit vatandaşlık, ‘vatandaşlık’ kavramının, soy ve din başta olmak üzere her türlü farklılıklardan arındırılmış olması demektir. Anayasada hiçbir soya/dine atıf yapılamaz. Ben, mensubu olduğum Türk’ü yukarıdaki tahttan insan içine indirmeye çalışıyorum, Kürt’ü mü oraya çıkaracağım eşbaşkan olarak? Bu memleketin öteki unsurlarının kabahati ne, ayaklanmamak mı?”

PKK 2004’te neden paniklemişti?

Baskın Oran, bu tesbitleri yaptıktan sonra soruyor:

“Demokrasinin Arap şeyhliklerini bile devirdiği 21. yüzyıldayız. Kürt burjuvazisinin ortaya çıktığı, Kürt sivil toplumunun bal gibi oluştuğu bir noktada PKK’nın bu diktatörlüğü nasıl tutar? Nasıl tutuyor?”

Benim, Oran’ın bu soruya verdiği cevabın doğruluğu konusunda en küçük bir şüphem bile yok:

“‘PKK Kürtleri korkutuyor da ondan’ masalını okumayın bana. Tek bir ana sebebi var bunun: Türk ulus-devletinin baskısı. Kürt burjuvazisi ve sivil toplumu PKK ile temas edip onu zamanla ‘oda sıcaklığı’na getiremiyorsa, bunun günahı PKK’dan çok ulus-devlette. Önüne geleni KCK’lı diye tutuklayarak; q, w, x kullananı bile hapse atarak; silah tutan ile kalem tutanı birlikte yok ederek.”

Yani aslında denklem basit: Türk ulus-devleti baskıyı ne kadar arttırırsa (ve dolayısıyla Kürtleri ne kadar çok korkutursa) Kürtler PKK’ya o kadar yaklaşır. Tersine, devlet ne kadar demokratikleşir, Kürtleri eşit vatandaşları olarak görüp gereğini yapmaya başlar, dolayısıyla da Kürtler için bir “korku nesnesi” olmaktan çıkarsa, Kürtler PKK’dan o kadar uzaklaşır.

Bu bir hipotez değil, geçmişte hep böyle oldu.

2004’te, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne en yakın olduğu günlerde; yani Kürtlerin, devletin gerçekten demokratikleşeceğine, kendilerini eşit vatandaş olarak görüp gereğini yapmaya başlayacağına, dolayısıyla da Kürtler için bir “korku nesnesi” olmaktan çıkacağına en fazla inandıkları dönemin PKK’dan en fazla uzaklaştıkları dönem olması kuşkusuz ki tesadüf değildi.

PKK’nın paniklediğini açıkça ilan ettiği bu dönemi, 14 Ekim 2004’te Yeni Şafak’taki Kronik Medya sayfasında kaleme aldığım “AB süreci Kürtleri Öcalan’dan soğutuyor mu?” başlıklı yazıya müracaatla bir kez daha hatırlatmak istiyorum:

“12 Ekim Salı günü (2004) Gündem gazetesinde çok önemli bir başyazı yayımlandı: ‘Komplo ve Öcalan’a yaklaşım…’ Biliyorsunuz, ‘komplo’ sözcüğü Kürt politik jargonunda Abdullah Öcalan’ın yakalanış sürecinin başlangıç tarihi sayılan 9 Ekim 1998’i hatırlatmak için kullanılıyor. O nedenle her yıl 9 Ekim’de çeşitli protesto gösterileri düzenleniyor… Sözünü ettiğimiz başyazıda önce bu günün önemi anlatılıyor uzun uzun. Biz, şu satırlarla yetinelim: ‘Kürt demokrasi güçleri komployu bilince çıkardığı ve gerekli örgütlü tepkiyi gösterebildiği oranda, demokratik çözümün asli, aktif unsurları olabilir… Bunun dışında hiçbir şey, hiçbir çalışma, anlayış ya da yaklaşım, asli unsur özelliğini kazandırmaz…’

“Dediğimiz gibi, ‘komplo’ya karşı bilincin diri tutulması üzerinde uzun uzun durulduktan sonra, yazının son paragraflarında bu ‘bilinç’teki erozyona geliniyor… O bölüm de şöyle: ‘6. yıldönümünde Kürtler, çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Özellikle Avrupa’da yaygın geçti. Ancak Türkiye’de aynı yoğunlukta geçmedi. Hatta belli alanlar dışında ciddi bir tepki, eylemlilik söz konusu olmadı… Çok sınırlı bazı etkinlikler gerçekleştirildi. Kürt demokrasi güçleri, özellikle kurumsal yapılar ve kadrolar, yıldönümünde komployu derinden hissetmedi… Bunun, Güney eksenli gelişme ve özellikle de AB süreciyle ilişkisi var mı? Bizce tartışılır. Bu iki olgunun, genelde Kürtler, özelde Kürt demokratik yapılarında sosyal, ruhsal ve düşünsel farklılıklar yaratıp yaratmadığı, soruna ve sürece bakış açılarını etkileyip etkilemediği önemli tartışma konusudur ve bizce tartışılmalıdır…”

Siz hangi “PKK paniği”ni tercih edersiniz?

Bugünlerde ortalık, yürütülen askerî operasyonların PKK’yı “paniklettiği”ne ilişkin analizlerden geçilmiyor.

Doğru olabilir bu analizler, fakat gördüğünüz gibi PKK’yı Kürtlere özgürlük ve demokrasiyle “panikletmek” de mümkün.

Siz PKK’nın ne surette “paniklemesini” tercih edersiniz?

Kürtleri PKK’ya duygusal olarak daha da yakınlaştıracak, dolayısıyla, Baskın Oran’a haklı olarak “Şimdi militanlar sıkıştıkları için silah bırakırsa bu iş burada bitmez ve bundan sonraki Kürt kalkışması çok daha şiddetli olur” dedirtecek bir “PKK paniği”ni mi (siyasi alternatif) tercih edersiniz…

Yoksa, Kürtlerin “devlet korkusu”nu üzerinden atmalarını sağlayacak, böylece onların PKK’yla aralarına mesafe koyup PKK’yı “oda sıcaklığına” getirmelerine imkân verecek bir “PKK paniği”ni mi (siyasi alternatif) tercih edersiniz?

***

VİCDANİ RET İMZA KAMPANYASI. Türkiye’nin vicdani retçilerinin başlattığı kampanya 25 Aralık 2011 akşamına kadar sürecek. Toplanan imzalar, vicdani ret hakkının yeni anayasa düzenlemesinde yer bulabilmesi için TBMM’ye sunulacak. Kampanyanın adresi şöyle:

http://vicdaniretinsanhakkidir.org/

Alper Görmüş – Taraf

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.