Yeşeriyorum

“Ağzıma tat, damıma koku geldi”: Kars ve Tohum İzi Derneği – Sezai Ozan Zeybek

0
Ozan Sezai Zeybek

Türkiye’de tarım alanında güzel gelişmeler de oluyor, insanı umutlandıran kararlar alınıyor. Hayır, ülkeyi yönetmeye soyunanlardan gelmiyor bu kararlar. Onlar iktidar kurumlarının vesayetini üstlerine alıp  herkese ait kaynakları birilerine pazarlamakla meşguller. İnsanı umutlandıran hikayeler toprakla iç içe yaşayanlardan; toprağın, canlıların, insanların alınır-satılır bir mal olmadığını düşünenlerden geliyor. Dev şirketlerden, silahlardan, savaşlardan, yalanlardan medet ummayan insanların üretiminden…

 

Tohum İzi Derneği’nden İlhan Koçulu’yu dinlemeye gittim yakın zamanda. Dinlerken insanın gözleri doluyor. Herkesin herkese nefret kustuğu, herkesin birilerini bertaraf etmeye niyetli olduğu bir dünyada yaşıyoruz… Daha doğrusu bu çıldırmış medeniyette insan ister istemez fenalıklara takılıyor,  çirkinliklerle boğuşuyor, muhterislerin insanın kalbini kirleten işlerinden-sözlerinden kafasını kaldıramaz hale geliyor. O yüzden insan, ölümü değil yaşamı ve paylaşmayı kutsayan bir hayatın hala var olduğunu görmeyebiliyor kimi zaman. İlhan Koçulu bana bunları hatırlattı öncelikle, o yüzden kendisine müteşekkirim. Daha kıymetbilir bir yaşama şeklini kurmak için verdikleri mücadeleyi anlattı.

 

Koçulu, Kars’ta yaşıyor. Oradaki köylülerle bir dayanışma ağı oluşturmuş. Kendisi de üretici. Çok önemli bir gözlemle başladı konuşmasına: Birkaç sene evveline kadar Kars’taki köylere şehirden gelen fırın arabasının ekmek taşıdığını anlattı; çünkü köyler, kendi ekmeğini üretemez hale gelmiş. Köyü, şehirden gelen gıdalar besliyor. Zaten şehirlere göç var. Tarım, insanları geçindirmiyor. Toprak, üstünde yaşayan insanları yaşatmaya yetmiyor.

 

Büyük şehirlerin ölçüsüz büyüklüğü ve orada kurulan konforlu hayatların var olabilmesi için topraktan çıkanın siyasi müdahalelerle değersizleşmesi, ucuz endüstriyel gıdanın para alıp-para satan asalak kesimlerce bol bol tüketilmesi sağlandı. Bugün hala en lüzumsuz, en akla ziyan işler baştacı ediliyor, en hayati işler ise hakir görülüyor. Toprakla uğraşmak, hayvan yetiştirmek aşağılanıyor. İhtiraslı yöneticilerin şaşaalı hayatları karşısında dünyada zerafetle yaşamak önemini yitiriyor. Toprak, yaşam unsuru olmaktan çıkıp birilerinin kâr hesabıyla yönettiği bir araca dönüşüyor.

 

Bunun sonucunda aynen dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Kars’ta da köylüler topraktan sistemli bir şekilde uzaklaştırılıyor, emekleri değersizleştiriliyor. Kars’ta hayvancılık, yurt dışından gelen inek projesine kurban edilmiş. Birileri voleyi vursun, bunun adı da kalkınma olsun diye daha çok süt vermesi beklenen inekler yüksek paralara ithal edilmiş. Sadece inekler değil, aynı zamanda yemleri, ilaçları… Ancak inekler tüberküloz, malta humması (brucellosis), para-tüberküloz ve solunum yolu hastalıklarına kapılmış, birçoğu ölmüş. Zaten verimleri de beklenenin ancak üçte biri seviyesinde olmuş. (Bu hayvan ithali projesi sadece Türkiye’de değil bölgedeki tüm ülkelerde bir kalkınmacılık hamlesi olarak Dünya Bankası tarafından desteklenmiş, hükümetlerce uygulanmış. Sonuç her yerde hüsran. Demek ki birkaç çiftçinin yetersizliğinden değil, sistemli bir hatadan bahsediyoruz).

 

Tarımda da durum daha parlak değil. Koçulu, “Türkiye’de tohum kalmadı” diyor. Birkaç sene öncesine kadar kendisi de tarım sektörünün birkaç şirketin tekeline geçtiğinin farkında değilmiş. Ancak şu anki amacı Kars’taki köylüleri örgütleyip toprağa ve ürettikleri gıdaya tekrar “egemen olmak”.

 

Son birkaç yıl içinde pekçok iş başarmışlar. Öncelikle yerli türleri korumaya almışlar. Köylülerin bir kısmı bu tohumları ekmeye ikna olmuş. Ardından bir girdi-çıktı hesabı yapmışlar. Bakmışlar ki aslında yerli tohumları kullanmak daha kârlı; çünkü zaten o toprağa çoktan uyum sağlamış bu tohumlar ilaç-gübre istemiyor. Köylülerin geliri yaklaşık %30 artmış. Gelinen noktada 35 köyün 26-27’si bu sürece dahil olmuş.

 

İşin maddi kısmı bana bilhassa önemli geldi. Diğer bütün sebeplerin yanında (sağlık, sömürü, yabancılaşma) köylünün bu sürece dahil olabilmesi için bu tarz bir gelir artışı gerekiyor. Yıllarca saçmasapan tarım yöntemleri desteklendi, hala tam gaz petro-kimya endüstrisine göbeğinden bağlı tarım teşvik ediliyor.

 

Kars’ta sadece gelirler artmamış, giderler de azalmış; üstelik sadece ilaç-gübre-tohum giderleri değil; mesela sağlığa harcanan para azalmış. İlhan Koçulu’nun  iddiasına göre eskiden köylüler sık sık hastanelere taşınmak zorunda kalırmış. İlaçsız-suni gübresiz beslenmeye başladıktan sonra doktorlara olan ihtiyaç azalmış. Bu hususta kesin sayılar vermek elbette mümkün değil; ancak köylünün bu tarz üretimi, beslenme şekline elbette yansıyor. Şeker-yoğun yiyeceklerden, bol kalorili-bol kimyasallı paketli gıdalardan bitkilere dönüşün sağlık sorunlarını azaltması son derece olası.

 

Tarımdaki dönüşümün Kars’taki köylüler üstünde daha başka etkileri de olmuş. Mesela, para ekonomisi yerini değiş-tokuşa bırakmış. Bu önemli: Bu sayede bir köyün ürettiği, bankaların, piyasaların, faizin etkisi olmadan hemen komşu köye ulaşabiliyor. Dolayısıyla, hemen her alım-satımda kendi payını koparıp alan piyasalar devreden çıkarılmış oluyor. Bu aynı zamanda karşılıklı ilişkiler kurmaya ve toplumsal dayanışmaya katkı sağlıyor. Bankadan kredi, Toprak Mahsülleri Ofisi’nden tohum-gübre alan bir çiftçi aslında üretim sürecinde yalnız bırakılmış demektir. Kooperatif tarzı üretim, bu yalıtılmışlığın da önüne geçebilir.

 

Tohum İzi’nin hikayesi yurtdışında da yankı bulmuş. Fransa ve Belçika’dan meraklılar Kars’ta köylüleri ziyaret etmeye başlamışlar. Bir süre onlarla kalıyor, üretime katılıyorlarmış. İlk geldiklerinde köylüler yabancıları evlerine kabul etmek istememiş, Hıristiyan oldukları gerekçesiyle çatallarını-tabaklarını ayırmışlar. Seneler içinde bu durum da değişmiş. Kafalara işlenmiş birtakım önkabullerle insanın insandan korkması, hoşlanmaması herhalde en arızalı durumlardan biri. Kars’ta olanlar bu korkuların kırılmasına da vesile olmuş. Üstelik turizm burada kıyı bölgelerinde olduğu gibi aşırı inşaat, kirlenme, tarımın terk edilmesi ve toplumsal çözülme gibi sonuçlara yol açmamış. Kars’ın köylüleri, gittiği her yerde aynı gece kulübünü, içkiyi, yemeği, servisi bekleyen turisti değil, köylülerin yaşam koşullarını merak eden insanları çekmeyi başarmış.

 

Bilhassa kadınlar için Fransızca dersi açılmış. Artık Kars’ta köylü kadınlar az da olsa Fransızca konuşabiliyormuş: “Isabelle kocasını evden kovmuş sonunda” şeklinde yeni sohbet kaynakları hasıl olmuş. Bunun haricinde yöresel bitkileri tanıtan bir başka kurs açılmış.

 

En önemlisi, kadınlar, bütün bu sürece etkin bir şekilde dahil olmuşlar. Kadınlar için bir satış mağazası açılmış, ürettiklerini hem geliştirecek hem de maddi anlamda değerlendirecek bir imkana kavuşmuşlar. Artık gelinler kaynanalarından peynir yapmayı öğreniyorlarmış. Kültürel mirasın devri konusunda bunlar çok önemli adımlar.

 

İlhan Koçulu son olarak şu an üzerinde çalıştıkları Peynir Müzesi’ni anlattı. Amaç Kars’a has peynirleri sunup şehrin marka değerini arttırmak değil, hayır! İlhan Koçulu’nun ufku çok daha geniş. “Bizim peynirlerin dünyanın diğer yerlerindeki peynirlerle akrabalığı var” diye başladı anlatmaya. Oradan buraya gelmiş, buradan oraya gitmiş. Sadece peynirler mi? İnsanlar öncelikle. Malum, öyle bir dünya ki Kars’ta yaşayanlar arasında Alman asıllı köylüler bile var. (bknz)

 

İlhan Koçulu’nun hayalini kurduğu müze sınırların, milletlerin ötesine geçiyor. Bu dünyada Türk-Kürt-Rus-Alman olmanın ötesinde peynirin bile bizi birleştirebileceğini düşündürüyor. Daha doğrusu, dünyanın zaten bizim bildiğimiz ayrımlarla sınırlı olmadığını, insan toplumlarının ve kültürlerinin bir karışım olduğunu ve bunun bir zenginlik olduğunu söylüyor. Bir müze başka ne anlatabilir?

 

Mutlu bir adamı dinledim, ben de mutlu oldum. Mutluluğunu, belki bir köylü kadının kendisine söylediği bir cümleyle özetlemek mümkün. Şöyle demiş kadın İlhan Koçulu’ya: “Ağzıma tat, damıma (evime) koku geldi!

 

 

Sezai Ozan Zeybek

ozanoyunbozan.blogspot.com

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.