Dış Köşe

Kalkınma ve demokrasi çelişkisinin girdabında AKP- Ehmed Pelda

0

AKP’li başbakan veya bakanların demeçlerine bakıldığında Kürt sorununun hâlâ ne olduğu anlaşılmamış. Demeçlerinde Kürt bölgesinin büyük bir kalkınma hamlesine girdiğini, Kürtlerin yeme, içme, okul, kalkınma vb. bütün ihtiyaçlarının karşılandığını belirtmektedirler. Ve buna rağmen halkın tepkili olmasını anlayamadıklarını dile getirmekte, hatta nankörlükle suçlamaktadırlar.

Bu yaklaşım basit gibi görünmesine rağmen dünya tarihi açısından çok uzun ve derinlikli bir konudur. Teorik ve filozofik yaklaşımlara bakıldığında bu basit söylemin arkasında farklı, söyleyenin bile anlayamadığı, işlenmiş bir zihin kodu var.

İlgisi ve önemi açısından iktisadi yaklaşımda bu meseleye el atmıştır. Rutin bir örnek; küçük bir çocuğa önce tatlı bir şeyler verilir, ikna edilir. Sonra çocuk birtakım şeyleri ayırt eder ve seçmeye başlayınca iknası zor olur. Artık para verilir ve tercihini kendinin belirlemesi sağlanır. Yani alacağı şekeri, tatlıyı kendisi seçer.

Zamanla çocuktan kaynaklı problemleri çözmenin kolay yolunun bu olduğu keşfedilir ki, en kötü yöntem budur. Çünkü çocuğun eğitimi, kültürel şekillenmesi, sosyal ilişkileri ve fiziksel gelişimi başlıbaşına bir uğraştır ve paradan öte bir çabayı gerektirir.

Toplumsal meseleler, güncel anlamıyla Kürt sorunu da biraz böyledir. Yatırımlar, iktisadi kalkınma, refah artışı hiçbir zaman temel çözüm aracı değildir. Bu zaten olması gereken bir zorunluluktur ki, gerçekte bu bile gerektiğince icra edilmiyor.

Bir başka saptama da kalkınmanın demokrasi ile özdeş tutulması meselesidir. Yani AKP icraatlarına göre eğer ekonomik kalkınma gerçekleşirse ya da sadaka verilir, refah sağlanırsa tüm sorunlar da çözülür. Konut alanı açmak için ormanları yakmak, gökdelenler için istanbul surlarını, Hasankeyf vb. tarihi yapıları ortadan kaldırmak normaldir. Fabrika için tarımsal alanların yok edilmesi, atıkların deniz ve göllere salınması sorun edilmez. Hatta bazen bununla ters düşen toplumsal siyasal kültürel engeller var ise onları bertaraf etmeyi temel alır. Zaten bu yüzden tüm farklılıklara büyük bir öfkeyle saldırı var. İnsan haklarını savunmak suçtur. Barajların, nükleer yatırımların, kimyasal atıkların çevresel zararlarını dile getirenler ülke kalkınmasının karşıtı ilan edilir. Kürt sorunu gibi etnik, dilsel, siyasal talepler sözkonusu olunca şiddet kaçınılmazdır.

Demokrasi/ileri demokrasi kavramları ise maskedir. Bunu monetarist iktisat ne kadar teorize edip demokrasiyi, iktisadi liberalizmi özdeş saysa da tutarlı olmamıştır. Zaten darbeler geleneği ya da diktatörlerin liberal dünyada destek bulması monetarist iktisatla başladı. Şili, Arjantin, Türkiye, Pakistan’da askeri darbeler, İran’da Humeyni’nin desteklenmesi, Mısır’da Mübarek’in yönetime el koyması, Irak’ta Saddam’ın, Ürdün’de Kral Hüseyin’in elinin rahat bırakılması. Körfez ülkelerinde yönetimdeki şeyhlerle birlik olunması gibi birçok ülkede otoriter sistemlere destek verildi.

Demokrasi ile bağlantı kurulan nokta ise ekonominin liberalize edilmesidir. Yani gümrük engellerinin kaldırılması, dış ticaretin önünün açılması, borsa-banka banka hareketlerinin serbestleştirilmesi, özelleştirme ile devletin ekonomiden çekilmesi demokrasiye geçişle özdeş sayıldı.

Oysa görüldü ki, aşırı kentleşme, gettolaşma, toplumsal, kültürel, siyasal farklılıkların baskılanması, işsizlik haddinin artması, çevresel sorunların tehdit oluşturması sadece demokrasiyi değil, fiziki yaşamı da tehdit eder hale geldi.

Kalkınmacılık ve demokrasi bu anlamıyla hep çelişkili oldu. Şu an reel anlamda kalkınan ülkelerin başında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin (BRİC) gelmektedir. Türkiye, Güney Afrika, Mısır, Arjantin vd’leri de bunları izlemektedir. Ama bunların hiçbirinde demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Aksine otoriterler. Ya da halen demokratik toplumsal işleyiş mekanizmaları oturmamıştır ki kalkınmacılık devam ettiği sürece de devam edecektir. İnsan unusurun yanısıra çevresel zararların da ençok yaşandığı bölgelerdir buralar.

Demokrasi’nin anavatanı Avrupa veya ABD’de de benzeri eğilimler öne çıkıyor. Şu an yaşadıkları krizler sadece ekonomiyle açıklanacak değildir. Daha çok sistemle ilgilidir. Örneğin; merkezi devletle eyaletlerin/kantonların/federal bölgelerin güç paylaşımı hızlı karar alma ve uygulama konusunda sorun olarak görülmektedir. AB Sistemi şu an bu yönüyle eleştiriye maruz kalmakta ve eğilim merkezi/ ulusal devletlerin güçlendirilmesine yönelmektedir.

Sosyal hakların budanması, ücretlerin düşürülmesi, sivil toplum haklarının budanması, eğitimin öğretime indirgenmesi ve tüm enerjinin ekonomiye yönlendirilmesiyle krizlerin aşılabileceği öngörülmektedir.

Haliyle gezegenimizde günümüz itibariyle insanlık ekonomik çıkarlar ile insani hakları arasında sıkışmış durumdır ve bu kalkınmacılığın temel çelişkisi olarak en uç noktadadır.

Ehmed Pelda – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.