Röportaj

Levent Gürsel Alev: “Organik pazarları yüksek gelirliler değil, ekolojik duyarlılığı olanlar tercih ediyor.” – Aytaç Tolga Timur

0
Levent Gürsel Alev

Levent Gürsel Alev

İstanbul’da bir olan ekolojik pazar sayısı son bir-iki yıl içinde yedi oldu. Bu pazarlardan üçünü Ekolojik Üreticiler Derneği açtı. Özellikle tohum yasası ile başlayan yerel tohumu koruma, paylaşma direnişinde dernek, önemli bir özne oldu. Tohum Takas Şenliklerini organize eden öncü bir sivil toplum örgütü haline geldi. Derneğin kurulduğundan bu yana başkanlığını yapan Levent Gürsel Alev‘e ekolojik pazarlardan, yerel tohuma ve kooperatiflere kadar uzanan bir yelpazede sorularımızı yönelttik.

Son bir yıl içinde, İstanbul’da ekolojik pazar sayısı birdenbire arttı. İstanbulluların ekolojik ürünlere ilgisini neye bağlıyorsunuz ?

Bence bu konuda ekoloji, çevre ve doğal yaşama saygıya dayalı sivil toplum örgütlerinin ve gruplarının çabası, kamuoyunda gerek gerçek gıda, gdo’lar ve ekolojik krize ait oluşturulan sorguların, bu çerçevede yıllara dayalı etkinlik ve emeklerin payı çok büyük. Her geçen gün de ekolojik krizi referans alan sivil toplum örgütlerinin ve gruplarının kamuoyundaki etkisi büyüyor.

Bu durum bizlere başlangıçta yüksek gelir gruplarının alım gücüne dayalı vaaz edilen tablonun gerçekçi olmadığını, ekolojik ürünleri ve pazarları daha çok ekolojiye, çevre sorunlarına ve gıda konusuna duyarlı vatandaşların tercih ettiğini gösteriyor.

Ekolojik Üreticiler Derneği, yeni pazarların açılmasında motor kuvvet oldu. Bu yaygınlaşmada derneğin payını anlatır mısınız ?

2006 yılında İstanbul’da açılan ilk organik pazardan bu yana yaklaşık 3,5 yıl süre ile öznel nedenlerle ikinci bir Pazar özellikle açılmamıştır. Bunda maalesef birçok alanda olduğu gibi tekelci zihniyetin egemen olması rol oynamıştır. Ancak yaşamın gerçeği tıpkı doğada olduğu gibi yaşamın her alanında tekeli reddeder. Ekolojik Üreticiler Derneği’nin ekolojik pazar açacağı duyulur duyulmaz ikinci organik pazar açıldı ve akabinde 1 yıl içinde  6 organik pazar açılarak İstanbul’da toplam 7 organik pazara ulaşıldı. Bu durum diğer illeri de etkileyerek ülkemizdeki organik pazar sayısı 13’e çıkmış bulunuyor.

Buna olumlu bir gelişme diyebilir miyiz ?

Dernek olarak organik pazarların yaygınlaşmasını olumlu buluyoruz. Tüm yeni açılan organik pazarlarda yapılan anketlerde vatandaşların yaklaşık % 80’inin organik ürünlerle ilk kez  bu pazarlar sayesinde buluştuğu gerçeği ortaya çıktı. Ayrıca uzun zaman harcayarak ve fosil yakıt tüketerek sınırlı organik pazarlara gitmek için yapılan tüketim ve dolayısıyla ekolojik ayak izi azaldı.  Birçok organik pazarda görüldüğü gibi vatandaşların önemli bölümü ellerinde pazar çantaları ile araç kullanmadan alışveriş ediyor.

Kuşkusuz kısa süre sayılabilecek bu süreçte 6 pazarın açılması arzu edilen doluluğu sağlayamadı, bu da üretici ve esnaf açısından maliyetleri yükseltti. Ancak bunun geçici olduğunu ve zaman içinde gerçek değerlerine oturacağını düşünüyoruz. Bunun için sivil toplum örgütlerinin, belediyelerin ve özellikle de medyanın organik gıda konusunda toplumu bilinçlendirici, eğitici çabalarına ihtiyaç var.

Yapılan araştırmalar, ekolojik ürünlerde en büyük meselenin “güven” sorunu olduğunu gösteriyor. Siz pazarlarda bu güveni nasıl oluşturuyorsunuz ?

Aslında güven sorunu toplumsal açıdan genel bir sorun. Organik de bundan payını alıyor. Bu sorunun giderilmesi için hem pazarların iyi denetlenmesi, hem de üretici veya temsilcilerinin güven yaratma konusunda çabaları çok önemli. Şu an aktif olarak kurduğumuz Kadıköy, Maltepe ve Zeytinburnu organik pazarlarında yasa ve yönetmeliklere uygun olarak denetim yapılıyor. Ayrıca belediyeler de zaman zaman pestisit analizleri yaparak destek oluyor. Tüm bunlarla birlikte özellikle ürününü satan çiftçinin veya temsilcinin vatandaşı bilgilendirmesi için çaba sarfetmesinin, güven yaratmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü pazarda doğrudan üretici ve alıcı arasında bir iletişim söz konusu.

Kaç pazarınız oldu ? Nerelerde ve en büyük ilgi hangi ilçede ?

Şu anda aktif olarak İstanbul’da 3 organik pazar kurmaktayız. Her cumartesi günü Topkapı Merkezefendi festival alanında kurduğumuz Zeytinburnu pazarı, her pazar günü Maltepe Altayçeşme’de kurduğumuz Maltepe pazarı ve her çarşamba Kadıköy Özgürlük Parkı’nda kurduğumuz Kadıköy Organik Halk Pazarları.

Uzun bir süre için Kadıköy ilçesindeki müşteri ilgisi daha yüksekti, ancak zamanla Zeytinburnu ve son dönemlerde Maltepe sakinlerinin de ilgisi yükseldi ve aralarındaki fark gittikçe azalmaya başladı.

Yeşiller’in “yerel üretim, yerel tüketim” ilkesini benimsiyor musunuz ?

Bu güzel bir soru. Tabiî ki her ekoloji örgütü gibi biz de benimsiyoruz. Ancak dernek olarak bir konuyu da tartışmaya açmak isteriz.

Hemen herkesin bildiği gibi çok büyük megapoller yaratarak spekülatif rant üretilmesi ve buradan yeniden sermaye birikimi yaratılması küresel ölçekte uygulanan bir politika. Örneğin Türkiye yaklaşık 75 milyon, ama en büyük şehri (!) İstanbul 15 milyon nüfus barındırıyor. Bu da tüm ülke vatandaşlarının beşte birinin tek bir şehirde yaşadığını gösteriyor. İstatistikler İstanbul’un tarımsal alanlarında yapılan bir yıllık toplam  üretimin, İstanbul’un sadece bir günlük gıda ihtiyacını karşıladığını gösteriyor. Bu örneği Türkiye’den veriyorum ancak hemen tüm ülkelerde kent/kır dengesi farklı değil.

O zaman sadece yerel üretim ve yerel tüketim ile bu sorunun çözülemeyeceği açıktır. Bunun yanında tüm ekoloji örgütleri kent ve kır eşitliğine dayalı bir ekolojik toplumun da savunucusu olmalıdırlar düşüncesindeyiz. Bu görüş toplumun ekolojik değerlere göre en küçük birimden başlayarak yeniden örgütlenmesi gerektiğini savlamaktadır. Yerel değerler, doğal kaynaklar en optimum şekilde tanımlanarak nüfusun coğrafyaya yayılması gerekmektedir. Umarız Yeşil Gazete bu konunun en azından tartışılmasına aracılık eder.

Pazar büyüdükçe çok uluslu şirketler gözünü, en küçük çiftçinin bile cebine dikiyor. Sizin başardığınız üreticiden tüketiciye doğrudan ulaşma, bu şirketleri alt etmek için bir yol olabilir mi ?

Tarım ve gıda alanının başat sorunu tarımsal alanda  küçük çiftçilerin tasfiye edilerek, yerine büyük tarım şirketlerine dayalı bir yapı üretilmesi politikasıdır. Bu politika her geçen gün küçük çiftçiyi topraksızlaştırıyor, göçe yol açıyor, işsizliği azdırıyor. Oysa gıda egemenliğinin güvencesi küçük çiftçi tarımında yatar. Tarımın şirketleştirilmesine karşı en önemli sosyal ve ekonomik dayanışmanın kooperatifler olduğunu düşünüyoruz. Bu salt üretici eksenli olmamalı, ayrıca büyük kentlerde oturan kentliler de gerçek gıdaya erişim için tüketici kooperatifleri kurmalıdırlar. Bu toplum destekli tarımın başarısı açısından hayati önemdedir.

Bunun dünyada örnekleri var mı ?

Var tabii, örneğin Fransa’da organik gıdada en büyük pay tüketiciler arasında örgütlenen Biokop adlı kooperatife ait.Ve kuşkusuz üretici ile tüketici arasındaki doğrudan veya örgütleri aracılığıyla kurulan her mekanizma bu bağlamda katkı üretecektir. Böylece üreticiler ile tüketiciler arasında doğrudan yeni bir bağın da oluşmasına yol açabiliriz. Bu ve buna benzer mekanizmalar doğal olarak şirketlerin egemen olmaya çalıştığı alanda küçük çiftçi tarımını ve yerel tohumları koruma altına alacak, yapılmak istenen tasfiyeye karşı önlem geliştirecektir.

Yerel tohumların başı, küresel şirketler ve onların sözünden çıkmayan hükümetlerle belada. Çiftçilerin mücadele yolu sizce ne olmalı ?

Dünya ölçeğinde çiftçilerin % 80’i hala kendi tohumlarını kullanıyor. 500 milyar dolar olarak hesaplanan tohum piyasasının % 20’sine şirketler egemen. Neden bu alanda yoğun bir baskının olduğunu da buradan anlayabiliriz. Bu alanda kıyasıya bir sürtüşme var. Elbette yerel ve standart tohumların korunması ve yaşatılması bunun için en büyük önlem. Evrensel ölçekte çiftçiler tohum takas şenlikleri ile yerel köy çeşitlerini korumaya çalışıyorlar ve onları üretiyorlar.

Yerel köy çeşitleri genel olarak  gerek yüksek ölçekte üretilmeye, gerekse de  uzun mesafeli taşımaya uygun olmadığı için marketlerin veya tüccarların  talep ettiği hibrit çeşitlerden çok farklı. İşte yerel pazarlar bu açıdan da önemli. Her ekolojik ürün üreticisi çiftçi ısrarla yerel ve standart çeşitleri ekmeli, hibrit çeşitleri ekmemelidir. Her çiftçi mutlaka küçük çaplı da olsa yerel tohumları saklamalı ve çiftliklerini yerel tohum istasyonlarına dönüştürmelidir. Ayrıca her ekolojik üretici kendi yerel pazarına çıkmalı ve kendi köyü ve çevresini ekolojik üretim ekseninde örgütlemelidir. Tüketiciler ile doğrudan kuracakları diyalog ve bilgi alışverişi yerel çeşitlerin korunmasına yol açacaktır. Örgütlenmek bu konuda temeldir.

Somut önerilerinizi sıralayabilir misiniz ?

– Yerel pazarlar sadece üreticilerin kendi ürünlerinin satabildiği üretici pazarları haline gelmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. (Hallerden ürün girişi olmamalıdır.)

– Özellikle  işlenmiş ürünler için kooperatifler kurulmalı ve tüketicilere doğrudan ulaştırılabilmelidir.

– Yerel tohum takas şenlikleri yaygınlaştırılmalı,yerel tohum dernekleri kurulmalıdır.

– Yerel yönetimler ile işbirliği yapılarak yerel tohum koruma istasyonları tesis edilmelidir.

– Yerel üretici pazarları gibi  büyük kentlerde kurulan organik pazarlar vatandaşın organik gıda  satın alarak yerel tohumların korunmasını sağlayan mekanizmalardır.  Organik pazarlar kurulmalı ama daha da önemlisi toplum desteği sağlanmalıdır.

– Tüketicilere de önemli görevler düşmektedir. Tüketiciler tüketim kooperatifleri kurabilirler ve üretici kooperatifleri ile işbirliği kurabilirler. Ayrıca küçük çiftçiye ürün karşılığı baştan ödeme yaparak talep ettiği gıdayı edinmeye dayalı toplum destekli tarım modeli  örgütlenmelidir. Bu küçük çiftçinin şirketlere, tüccarlara bağımlılığını azaltacak ve ayakta kalmasını sağlayacaktır.

Yani  çıkış yolunun kooperatifler olduğunu düşünüyorsunuz ?

Evet. Ülkemizde “verime” ulaşmaması tıpkı düzenleyici kurumların zarar ettirilip işletilmeyerek tasfiye edilmesi gibi yöntemlerden dolayı. Bir çok alanda kooperatiflere suyun ve enerjinin çok daha pahalı verildiğini, doğrudan kendi ürünlerini satmasına izin verilmediğini  biliyoruz. Örneğin İzmir Alsancak’taki bir eğlence yeri ile 50 km alan içinde bir ilçede faaliyet gösteren bir üretim kooperatifi suyu ve elektriği aynı fiyattan, bir anlamda turistik tarifeden satın alıyor. Kooperatifler merkezden yönetim mantığı ile değil, sivil toplum örgütü mantığı ile yönetilmelidir. Yerel yönetimler kooperatiflere ürünlerini pazarlamaları için olanak sunmalıdır. Başarılı kooperatifler diğer kooperatifler ile deneyimlerini paylaşmalı, işbirliği ve koordinasyon içinde olmalıdır. Bu alanda aşılması gereken çok sorun olduğunu söyleyebiliriz ama en önemlisi kooperatiflerin bağımsız pazarlama araçlarına sahip olması ve siyasi otoriteden bağımsız olması gerekir.

Çiftçilerin örgütlenmesinin önündeki yasal engeller var. Peki sizce en büyük sosyal engeller nelerdir?

Türkiye uzun yıllar bir tarım toplumu oldu. Kalkınmacı kapitalizm 50’lerden sonra köylere traktörü ve tarımsal mekanizasyonu soktu. Tarımda yapılan büyük mekanizasyon döneminde dahi 80’lere kadar düzenleyici kurumların varlığı, sübvansiyonlar, taban fiyat politikaları, teşvikler yolu ile köylü bir anlamda sağ partilerin oy davarı olarak kullanıldı. 80’lerden sonra düzenleyici kurumların zamanla tasfiyesi gibi bir çok yöntemle sistem çiftçiyi piyasa mekanizması ile karşı karşıya bıraktı. Devlet tarafından bir dönem görece kollanan küçük çiftçiye uzun bir süredir, “artık tarımı sen yapma şirketler yapsın” denmektedir.

Küçük çiftçi köyünde yalnız ve politikasızdır. Artık siyasi partilerin küçük çiftçiyi ayakta tutabilecek tarım politikaları yoktur. Bu yüzden köylülük uzun yıllardan sonra ilk kez kendi çıkarlarını savunan örgütlere ihtiyaç duymaktadır. Var mı sesini duyan?

Yeşil Gazete’nin sorularını yanıtladığınız için teşekkür ederiz.

Biz de dernek olarak bu olanağı verdiği için Yeşil Gazete’ye teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz.

 

Röportaj: Aytaç Tolga Timur – Yeşil Gazete

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.