Yeşeriyorum

Keşke “İsimsiz” kalsaydı – Derya Deniz

0

Merhaba Ey Sanatsever Okur,

Bu hafta içim paramparça bilesin. Sıradan bir hüzün değil hissettiğim, hakikaten üzgünüm. Geçen gün 12. İstanbul Bineal‘ine gideyim de okurlarıma “çağdaş sanatın erdemleri” üzerine bir makale yazayım dedim. Keşke hiç gitmeseydim, o günden beri gözüme uyku girmiyor. Bu yazıyı da sırf seni uyarmak için yazıyorum, 13 Kasım’a kadar yolun Karaköy’e, Meclisi-i Mebusan Caddesi’ne düşerse, aman diyeyim boş bulunup sergiye bilet alma, hadi aldın, sakın Antrepo 3’e girme. Benden söylemesi.

N’oldu Derya Hanım? Nedir sizi böyle darma dağın eden şey? diye sorduğunu duyar gibiyim okurcum, eksik olma. Vallahi ben Bineal denilen bu hadiseyi 22 yıldır takip ederim. Niye ederim? Hem zihnimi açar, hem de keyifli zaman geçirtir bana. Daha ne olsun. Ayrıca Bineal çağdaş sanatın anlam ve işlevini göstermiştir biz sanatseverlere. Mesela bir keresinde bendeniz sergi alanını gezerken, yorgun düşüp, elimi parlak yeşil bir masaya dayamıştım da, elim masanın içine kaçmıştı. Meğer o da sergiye dahil eserlerden biriymiş. Masanın cam görünümlü silikon yüzeyi, yorgun sanatseverlere hayatın “süprizlerle dolu derin ” doğasını hatırlatmak için tasarlanmış. Ne utandım bilemezsin … O günden beri sergi salonlarında gözümü dört açıyorum. Sanat eseri olmasından şüphelendiğim hiçbir aynaya bakmıyor, hiçbir musluktan su içmiyorum.

Neyse geçen Cumartesi yine büyük bir heyecanla Bineal merkezine gittim, biletimi aldım. Antrepo 3’ün kapsından girerken kalbim güm güm atıyordu sevinçten. Fakat daha gördüğüm ilk eserde gerildim. Efendim, sanatçı odanın dört duvarını, göz hizasında tek bir hat üzerine yerleştirdiği karakalem resimlerle çevirmiş. Resimleri de ordan burdan koparttığı defter sayfalarına çizmiş, cimriliğin bu kadarı pes yani … Gideyim de yakından bakayım dedim. Çoğu iç karartıcı insan yüzlerinden oluşan çizimlerin üzerine bir takım notlar yazılmış ki, bunları üçüncü duvara kadar okumak bir saatimi aldı. Okudum da ne oldu? Kafam karıştı, yorgun düştüm. Üçüncü duvarın son yarım metresinde : “Bilmenizi isterim ki, bu güne kadar yaptıklarımın yarısını bilmeden, diğer yarısını da başkalarının zorlamasıyla yaptım.” cümlesini okuyunca tepem attı. “Aman yahu! Gideyim de, şöyle keyifli, şık, malzemeden kaçmayan bir eser bulayım.” diye düşündüm.

Yan odaya geçtim … Vay başıma gelenler. “Ateşli Silahla Ölüm” odasına girmişim. Siyah beyaz fotoğraflar karabasan gibi çöktü üstüme… Kurbanlar, katiller, silah, cephe, asker, kan! Sokak, mafya, polis, suçlu, suçsuz, kan! Genç, yaşlı, çoluk çocuk, gözler, eller, dehşet, çığlık, kan … ölüler, ölüler, ölüler. “Bunlar hayatın korkunç gerçeği ama” dedim kendi kendime “insan bunlara dayanamaz ki, ben buraya sanat eseri görmeye geldim.” Çok tedirgin oldum, hızlıca yürüdüm.

Moral bozukluğu içinde, kuyumcu tezgahını andıran camekanların sıra sıra durduğu geniş bir salona girdim. Şeffaf yüzeylerin ardındaki tozlu nesnelere bakmaya başladım. Bir parça tuğla, kırık bir kapı zili, kopmuş elektrik kablosu, çatlak bir CD, boyası dökülmüş kapı kulpu, tozlu bir okul
çantası, tek bir kadın ayakkabısı, ezilmiş tek bir çocuk ayakkabısı. Hepsi de gerçek gibiydi, yoksa gerçek miydi? … Neden sonra nesnelerin yanındaki notları okumak geldi aklıma:

Batı Şeria, 09.06.2009, Mouhamad Ghousheh’in evinden bir “kiremit parçası”, ev bombalandığında içindeki 5 kişi öldü.
Batı Şeria, 04.03.2009, Shareef Altoon’un evinden bir “kapı kulpu”, ev bombalandığında içindeki 8 kişi öldü.
Batı Şeria, 17.03.2009, Mahfuz Abu-Khalaf’ın evinden bir “tuğla”, ev bombalandığında içindeki 9 kişi öldü.
Batı Şeria, ……………….., ……………………………………………………….., ……………………………………………
……………..

O anda, yıllar önce yanlışlıkla içine elimi daldırdığım masayı hatırladım sevgili okur. Cama benzeyen silikon yüzey buz gibiydi, ıslaktı, uzandığım hacim bomboştu. Bu defa bilerek elimi bu camdan kutulara sokmak istedim. Topuklu tek ayakkabıyı deneyeyim, çatlak CD’yi dinleyeyim, kırık zile basayım istedim. Bir yandan, bu henüz tanıştığım ölülerle yakınlaşmak isterken, bir yandan da gördüklerimin yanılsama olduğunu hayal ettim. Elimi uzattım “bunlar hep oyun, yine boşluğa dokunacağım” dedim. Pat diye cama vurdu parmaklarım.

Boğulacak gibi oldum. Kaçtım, koşa koşa kaçtım. Ama dev gibi depoda saklanacak hiçbir yer bulamadım; girdiğim her odada hayat, sanat kılığında karşıma çıkıyor, üstüme yürüyor, boğazımı sıkıyordu. Ben böyle Bineal görmedim sevgili okur. Kendimi can havliyle dışarı attım, bir taksiye binip uzaklaştım.

Bu yılki serginin genel başlığı “İsimsiz”miş, biliyor musun? Keşke hiç gitmeseydim oraya, keşke isimsiz kalsaydı ölüler. Biz hep böyle yaşamıyor muyuz zaten …

Neyse sevgili okur, benim bir şey yazacak takatim kalmadı . “Yaptıklarını bilerek ve isteyerek yaptığın” insan sıcağı bol bir hafta dilerim sana.

Sevgiyle bak yeşil yeşil.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.