Dış Köşe

Hiç Kürtlere benzemiyorsun – Mehmet Şarman

0

Batman milletvekili Bengi Yıldız’ın Bodrum’da “namahrem” bir kadınla yüzüp sahilde bira içtiği fotoğrafları medyaya “afişe” olduktan sonra birçok tartışma yaşandı. Haberin yapılma şekline, tartışmaların boyutuna ve bölgede Bengi Yıldız’ı destekleyen seçmenlerin söylemlerine kadar konu birçok minvalde tartışılabilir.

Kürt, Bodrum’a inerse
Cumhuriyet ideolojisinin binbir emekle kurgulayıp, kıstırıp önümüze koyduğu ideal Türk imgesi, birçoğumuzun malumu. Tüzükler, kanunlar, yasaklar, altı oklarla çerçevesi çizilen bu müstakbel Türk’ün belli vasıflara haiz olması kaçınılmaz. Vatandaşın sırtına bindirilen bu ithal medeniyet heybesinde bir insanın aynı anda taşımasıyla beli kırılacak raddede bir yük vardı: “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”un ağırlığınca sağlıklı ve atletik, “Türk öğün çalış güven”in uzunluğunca mütemadiyen çalışkan, “Her Türk asker doğar” miladıyla asker, üstelik modern, dans bilen, klasik müzik icra eden, tüm bunları uzun bir nutuk hükmünde dağlara, taşlara yayan bir ahir zaman yalvacından müteşekkil bir Türk idealiyle mündemiç bir yük. Tabii bir de yıllardır bu ideal Türk tipinin yaratılması için ihtiyaç duyulan, tüm bu olumlu sıfatların tam karşısında duran bir kötülük imgesi olarak öteki, bunun da baş aktörü şeklinde lanse edilen kötülüğü kendinden menkul bir halk var: Kürtler.
Türk ne kadar beyazsa, Kürt o kadar esmer ve siyah. Türk ne kadar medeni, Kürt bir o kadar “hanzo”. Türk deniz ve yüzme, Kürt dağ ve kaval. Türk papyon ve kravat, Kürt puşi ve şalvar. Bu ikilikleri üzerinden milli tarih rolüne razı ettirildi iki halk. Bu süreç cumhuriyetle başlamasına rağmen hâlâ bu ülkenin medyasıyla, haber söylemiyle, Yeşilçam sinemasıyla, egzotik Güneydoğu konak dizileriyle sürdü, sürdürülüyor.
Bu durumun algıda yaratmış olduğu tahrip kendini en iyi “Sen hiç Kürtlere benzemiyorsun” söyleminde karşılık buldu. Neydi Kürt’e benzemeyen (benzememesi gereken) şey? Bu hakaretemiz cümlenin muhatabı incelendiğinde olması gereken ideal Türk imgesinin içini dolduran emarelerden biri ya da birkaçını taşıdığı gözlenecekti. Türk’e, Türk olmadan benzemenin bir kabahat olarak algılandığı bir denklem: Sen böyleysen Türk olmalısın, yok Türk değilsen niye böylesin türünden bir yargısız infaz hali. Bu denklemde ilginç olan Türk’ün, kendisinin de kurgulanan ve kurguda kendisine danışılmayan etkisiz eleman hükmünde olduğu bilgisine vakıf olmamasıydı.

Yıldız’ın açıklamaları
Bengi Yıldız’ın haberini ilk yapan gazetenin Yıldız’ın eylemlerdeki puşili fotoğraflarının yanı başına mayolu fotoğraflarını koymasıyla tam da özetlemeye çalıştığımız “Sen hiç Kürtlere benzemiyorsun” söyleminin resimlenmiş hali ortaya çıktı. Yapılan, Kürt siyasetinin bir aktörü olarak Bodrum’da biz müstakbel Türkler arasında ne işin var refleksinin kaba bir tezahürüydü. Çünkü, Kürt’e yakışan elinde taşıyla eylemlerde bulunmak ya da metropollerin kenar mahallerinde gasp yapmak, belki de iyi insan modunda hep hamal psikolojisiyle efendisi karşısında eli kolu bağlı bir pozisyon almaktı. Emin olun Yıldız kendi eşiyle de orada içki içmiş olsaydı, yine bir haber değeri taşıyacaktı sürekli nefret suçu işleyen bu medya için.
Yıldız, haberden sonra birtakım açıklamalar yaptı. Bölgede yaşayan biri olarak Yıldız’a bazen “Neden Ramazanda bunu yapar, Ramazanda içki içilir mi?”, bazen de “Bize yakışmaz bu tür şeyler, hepimizi utandırdı” minvalinde son derece muhafazakâr yorumlar yapıldığını biliyorum. Belki en trajik olanı Yıldız’ın kendisini savunurken içine düştüğü acizlik ve sarıldığı mağdur söyleminin hem bu eleştirileri yapanlarla hem de bu durumu haber yapanların zihniyet dünyasıyla yakın akrabalığıdır. Yıldız açıklamasında düğüne gittiği, bindiği teknenin tek kişilik değil 150 kişilik olduğunu, hatta makarna yediklerini söyleyerek, aslında kendisine tam da biçilen lüks yaşamın, eğlenmenin, tatil yapmanın yasak kılındığı bilindik kof eski solculuk refleksiyle milliyetçi faşizan dünyayı selamlıyordu. Bireyin neredeyse yok edildiği, Doğu kültürünün tüm kodlarını taşıyan açıklamaları, daha sonra da devam etti. Anlaşıldığı üzere Yıldız eleştirileri haklı ama yöntemi yanlış buluyordu. Bu çaresiz çırpınışlardan şu sonucu kolaylıkla çıkarabiliriz. Bugün “utanç verici bir durumda” yakalanan Yıldız’ın yerinde “Partimiz ihracı dahi konuşabilir, halkımız ve biz incinmişiz” diye hoşgörü bayrağını göndere çeken Hamit Geylani olsaydı, Yıldız’ın buna karşı tavrı hiç farklı olmayacaktı.

İçselleştirilen faşizm
İkinci bir açıklamasında Yıldız, halktan özür dilediğini ve partinin alacağı karara çoktan teslim olduğunu söyleyen kendinden vazgeçmiş, incitici bir dile sarıldı. Ben bir Kürt olarak hiç incinmedim ilk olanlardan. Üstelik beni en çok inciten tam da Yıldız ve Geylani’nin yaptığı açıklamalardı. Asıl incitici olan tüm bu eleştirilerde yukarıda özetlemeye çalıştığımız yıllarca sürmüş faşist, ötekileştirici bir algı dünyası üzerinden şekillenen Kürt’ün her türlü zevkten, yaşam estetiğinden, eğlenceden uzak durması gerektiğini kabul eden zihniyetle örtüşmüş olmalarıydı. Yıldız, sözde savunmalarıyla tam da kendisine yıllardır zorla, ölümle, hapisle dayatılan şeyi kabulleniyor, Kürtlere giydirilen kılıfın içine kendi arzusuyla giriyor ve faşist zihniyeti farkında olmadan içselleştirip benimsiyor. Yıllardır faşizme karşı hareket eden partilerde çalışıp, bu uğurda hapislerde yatıp, hatta miletvekili seçilip ama örtük olarak bu zihniyetin sözcülüğünü yapma garebetinde bulunmak, trajikomik bir durum. Kürt mücadelesinin en üst mercilerinden birini işgal eden Yıldız, bugün Kürtlere uygulanan asimilasyonun ne kadar içselleştirildiğinin ve bu enkazın temizlenmesinin hiç de kolay olmadığının en güzel göstergelerinden biri.
Kendine ve kimliğine resmi söylemin, egemen zihniyetin penceresinden bakma sefaletinin açık bir beyanatı hükmündeki bu söylemden sadece o mu mustarip? Hayır. Bu olayda kendisini bu argümanlar üzerinden eleştirdiğini sanan nice yurtsever Kürt de aynı hataya düşüyor. Neresinden bakarsanız bakın ortada sakat bir mantık, kof bir zihniyet, ötekileştirici bir bakış var. Ayrıca Marksist bir gelenekten gelen Kürt hareketinin ve onun seçmeninin bir mayolu fotoğrafa, Ramazanda alkollü içeceğe dahi tahammülünün olmaması, acilen tartışılması gereken bir konu değil mi? İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler diyerek dilinde tüy kalmayaların hoşgörü sınırının sığlığı da gerçekten dikkate şayan bir durum değil mi?
Son olarak (Türk ve Kürt, hepimiz) Kürtler tarafından yeniden üretilen Türk faşizminin boyutlarını hesaba katıp hücrelerimize kadar sinen bu asimalasyon ve ötekileştirme dilinden nasıl kurtulacağımızın çarelerine bakmalıyız.

Mehmet Şarman – Radikal2

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.