Dış Köşe

Türkiye-İran-Suriye üçgenindeki PKK – Mete Çubukçu

0

Türkiye,  Silvan saldırısı ile başlayarak devam eden yeni bir terör/çatışma dönemine girdi.  
 

PKK’nın güvenlik güçlerine yönelik saldırıları neredeyse unutulmuşken sanki bir ya da birkaç merkezden düğmeye basılarak çatışma süreci başlatıldı. Bu noktada yanıtlanmaya muhtaç soruların başında eylemlerin neden şimdi arttığı geliyor.  Bu sorunun tek bir yanıtı olabileceği gibi resme daha geniş çerçeveden baktığımızda olayın aktörleri, hareket tarzları, zamanlaması da göz önüne alınarak birden fazla yanıtı olabileceği aşikâr.  
 

Genel anlamda sorunu bugünkü can yakıcı durumundan soyutlayarak biraz daha soğukkanlı yaklaşımla sadece terör ya da sadece Kürt meselesi parantezine sıkıştırmamak gerekiyor. İkisini birbirinden ayırarak sonucu gitmek mümkün değil. Son 30 yıl bunun olamayacağını gösterdi. 
 

Ancak son günlerde yaşananlar iki boyutu var: Birincisi, Türkiye’nin iç dinamiklerinden, büyük bölümü kendine has bir sorun olan Kürt meselesi ve bu bağlamda PKK’dan kaynaklanan bir durum. Diğer yanıyla Ortadoğu’daki Arap ayaklanmaları ve bu ayaklanmaların yarattığı rahatsızlığın Suriye-İran ekseninde  Türkiye’nin uyguladığı politikaya karşı kullanılması.  
 

PKK’nın Ortadoğu gibi bir kaygan ve kaypak bir zeminde 30 yıldır varlığını sürdürmesi bir vaka. PKK 30 yıldır zaman zaman zayıflasa askeri olarak darbe almasına rağmen varlığını sürdürüyor. Örgütün dinamiğini Türkiyeli Kürtler oluştursa da bir yapının farklı ülkelerle gevşek ya da güçlü bağlantısı olamadan ayakta kalması kolay değildir. Bu bağlamda İran-Irak-Suriye-Türkiye ekseninde varlığını sürdüren PKK’nın asıl dinamiğini Türkiye oluştur ama kuruluşundan bu yana Suriye ile ilişkileri İran’la inişli çıkışlı temasını unutmamak gerekir.
 

Bu noktada PKK’nın uzun süredir devam ettirdiği “eylemsizlik” kararını bozması ve Suriye’deki ayaklanmanın patlak vermesi ile Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sert tavrının aynı zamanlara denk gelmesi doğrudan bir bağlantılı olmasa bile ilişkili. En azından varoluşunu bu coğrafyada sürdüren PKK farklı ülkelerle ilişkilere açık, geçmişte de açıktı. Burada PKK’nın kendi dinamiği olmadığı sadece farklı ülkeler tarafından kullanıldığı kolaycılığına kaçmamak gerek. Ancak PKK’yla bu ülkeler arasında konjoktürel ilişkiler söz konusu.  Bu konjonktürel durum son dönemdeki gelişimlerle yeniden canlandırılmış gibi. 
 

PKK’nın eylemsizliğini bozması Türkiye’deki seçimin ardında geldi. BDP’li milletvekillerinin parlamento boykotunu gereksiz bir biçimde uzatması, Abdullah Öcalan’ın uzun süredir görüştüğünü iddia ettiği “devlet görevlileri” ile PKK tarafından taşeron olarak kullanıldığını iddia ederek, görüşme sürecinden çekildiğini açıklaması ile düğmeye basılmış gibi oldu.

TESADÜF MÜ?

Suriye’deki ayaklanma karşısında Türkiye’nin Şam’a karşı sertleşmesi Esad yönetimini harekete geçirdi. Şam yönetiminin yıllarca PKK’yı destekledikten sonra tüm ilişkilerini kesmiş olması, Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Suriye muhaberatının PKK ile bağının kestiği anlamına gelmiyor. Ortadoğu’daki eski siyasi sistem mantığı da bunu doğrular. Suriye yönetimi ayaklanmalarla birlikte ülkede yaşanacak bir iç savaşın ülkedeki Kürtleri de etkileyebileceğini söylerken bu “tehdit” aslında Türkiye’yi hedefliyor. Çünkü PKK’nın Suriye’deki Kürt nüfus üzerinde ciddi etkisi var.  Fakat şu anda bölgede oluşan hava ve Batı’yla Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikası Suriye’yi  PKK konusunda eski pozisyonuna yaklaştırabilir. 
 

Şam Konferansı’nda “Türkiye dışarıya müdahale edeceğine önce kendi içindeki sorunlarla ilgilensin, kendi Kürt meselesini çözsün yaklaşımı” söz konusuydu. 
 

İran ise bölgede Suriye’nin en önemli müttefiki, “ağabeyi”. Esad rejimini sonun kadar destekleyeceği, yaşaması için elinden geleni yapacağı biliniyor. Zaten bu resmi açıklamalara da yansıyor. Bu açıdan Suriye konusunda Türkiye ile İran karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz. . İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün “Suriye’nin iç içlerini karışılmamalı” sözleri doğrudan Türkiye’yi hedef alıyor. Bu noktada farklı bir netlik gerekiyor. Türkiye-İran ikili ilişkilerinin iyi olması, ticaret hacminin giderek artması, Türkiye’nin İran’ı belli konularda savunması ile iki ülkenin tarihsel kökenleri de olan bölgesel rekabetini farklı değerlendirmek gerekir. Şu söylenebilir: Türkiye ile İran’ın birbirine güveni kontrolü, konjonktüreldir. Hele Ortadoğu siyasetini, bölgedeki siyasi “oyunları” Türkiye’den iyi bilen, bu konuda Türkiye’den tecrübeli olan İran, Suriye konusunda tüm kozlarını kullanmakta kararlı görünüyor. Kürt meselesiyle ilgili her üç ülkenin ortak paydası ortak tavrı var gibi görünse bu dönemde çıkarlar giderek farklılaş gibi. Her ülkenin dış tehdit algılaması şu sıralar diğeriyle örtüşmüyor. 

İRAN RESMİN NERESİNDE?

Resmi tamamlamaya devam edelim: PKK’nın İran kolu olarak bilenen PJAK’a karşı Tahran yönetiminin başlattığı operasyon yanlış okumaların kurbanı oldu. İran’ın PJAK’a darbe vurması Türkiye ile birlikte hareket ediyor gibi görünse bile alt okuması ve daha sonraki gelişmeler durum pek öyle olmadığını ortaya koyuyor. PJAK ciddi darbe alınca PKK, PJAK’ı kendi bölgesine çekerek İran sınırını kendisinin kontrol edeceği açıkladı.  İşte, “Murat Karayılan’ın yakalandığı” yönündeki dezenformasyon da tam bu sırada gerçekleşti. İran, bu konuda çelişkiler açıklamalar yaparak aslında şunu söylemek istiyor gibiydi:  “Karayılan elimizde olabilir ya da olmayabilir. Ama Örgütün lider kadrosunu yakalama kapasitemiz var”.  Durum bir diğer okuması ise “PKK’ya gerektiği zaman darbe vurabilir ama aynı zamanda harekete geçirebilme gücünü sahibiz.” Türkiye kamuoyuna yönelik mesaj ise PJAK karşısında başarılı bir İran ile PKK karşısında “başarısız”  bir Türkiye imajı yaratmak. Ancak son kertede İran Türkiye’nin dikkatini dışarıdan içeriye yönelmesini, Suriye yerine PKK ve Kürt meselesine odaklanmasını uygun buluyor. Üstelik örgütün liderlerinden İran’a yakın olanların da bulunduğu bir sır değil.  
 

PKK’yı iddia ettiği Devrimci Halk Savaşı denilen yönteme sürükleyerek Türkiye’de yeniden kanlı bir süreci başlatarak meşgul etmek İran ve Suriye’nin amaçlayabileceği bir süreç olabilir. 

 

PKK ESKİ PARADİGMA İLE HAREKET EDİYOR

PKK cephesindeki anlayış ise soğuk savaş dönemine denk düşüyor.  Bu düşünce biçimi de duruma göre farklı konum alma, farklı ülkelerle dostluk/düşmanlık ilişkilerini somut olaylara göre ayarlamayı gerektiriyor. PKK’nın yürürlüğe koymayı iddia ettiği Devrimci Halk savaşı da bu paradigmanın ürünü. Ama en önemlisi, bölgede ve dünyadaki değişimi takip etmesine rağmen muhtemelen kavramak istemeyen/kavrayamayan PKK yönetici kadrosu, Suriye gibi bir ülkede Kürtlerin özgürleşmesi yerine halkına ordusuyla saldıran Şam rejimi ile birlikte olarak tarihsel bir yanlış yapmakta.  Ne yazık ki Ortadoğu’da belli konularda bu değerler dizisi işleyebiliyor.  
 

İran-Suriye-Türkiye üçgenindeki PKK, var olan koşullarda eylemlerini arttırıp Türkiye’yi yeni bir güvenlik konseptine yöneltmek, 1990’lı yıllara döndürmek, açılım yerine daha sert politikaları tercihe zorlamaya çalışıyor; zaman zaman başarılı olduğu da söylenebilir. Bu durum, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik enerjisini azaltıp dikkatleri içeri çekeceği gibi, kamuoyundan da içeriye odaklanmak talebinin yükselmesi muhtemel gözükmektedir. İran ve Suriye için bundan daha iyi bir atmosfer de düşünülmez. 
 

PKK bir vaka; kendi dinamiği söz konusu, gücünü de buradan alıyor.  Ancak şu an yaşadıklarımızın ışığında bölgedeki ilişkileri kendi lehine kullandığını, bölge ülkelerini de PKK’yı “yönlendirebileceğini” unutmamak gerek.

Mete Çubukçu- www.t24.com

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.