Kültür-Sanat

Üsküdar’a Giderken

0

İtiraf ediyorum; hep küçümserdim türkiye dizilerini; cnbc-e takılan entel gençlik  havaları filan atardım. Yok house’muş, yok how I met your mother’mış. Başta tvden sonra internetten indirerek onları izlerdim. Halen de izliyorum.

Ama artık, akşamları boş saat öldürme eylemlerinde kullandığım bu gereçlere iki Türkiye yapımı dizi de dahil oldu.

Biri, dilinde “la”yı kullanan, kimyasına 7 yıl Ankara eklemiş biri olan ben deniz için,  tabiki Behzat Ç. Abi bu ülkede polis nasıl oluru, çok güzel özetleyen, güzel politik göndermeler yapan, gerçek hayatın bir yansıması başka bir şey bilmiyorum ben.Hani derler ya sanat gerçek hayatın yansımasıdır. Eğer doğruysa bu söz; Behzat Ç.  sanat eseri cidden.

Diğeri de üç bölümdür takip ettiğim ve gerçekten gülmekten öldüğüm bir dizi. Üsküdar’a giderken tam bir absürt komedi.

Bütün absürtlüklerine rağmen tüm karakterler bana çok gerçekçi geliyor. Böyle insanlar olabilir diyorsunuz.

Organize işlerden tanıdığımız Öner Erkan’dan başlayayım. Efendim İngiltere’ye mühendis olmaya gitmiş Türkiyelilerin restoranlarında çalışmış, aşçılık hayalinin peşinden koşan bir kardeşi oynuyor. Bana çok tanıdık geldi bu hikaye… Özellikle doktorluğun mühendisliğin dışındaki mesleklerin kutsanmadığı bir toplumda üniversitede iki bira içince aklı başına gelen gençleri (kendimi ve neredeyse tüm üniversite arkadaşlarımı) hatırladım.

Anne karaketeri (Funda  Postacı) tam manik depresif anne modeli. Mimikleri tepkileri doğallığı ile aidiyet hissettiriyor.

Oğuz tipi (Murat Çemçir) ise en absürt ama en gerçekçi gelen karakter. Sayısal zekası üst düzey olan ama duygusal zekası göreceli olarak kısıtlı bu abimizin her lafına gülüyorsunuz. Beni bugün öldüren muhabbetini buraya aktaracağım. İlk defa kız arkadaşı olan Oğuz durumun neden böyle olduğunu samimi bir biçimde ilk kız arkadaşı ile paylaşıyor:

ilkokul Sivasta, 8 kişi var sınıfta hepsi akraba

ortaokul devlet parasız yatılı
lise imam hatip,
üniversitede tam yırttık dedik, itü makine;

erkek başına 385 gr kız düşüyor

hem de kemikli.

Ölü babayı Erkan Can oynuyor. Gamsız küçük esnaf, ama mutlu… Erkan Can’ın varlığı yetiyor.

Diğer tüm karakterler de süper. Hepsinin bir doğallığı, ayrı ayrı üstünde çalışılmış bir karakteri var.

Dizi’ye arada, komik animasyonlar giriyor ve bizi karakterlerin zihin derinliklerine taşıyor, bazen aklımızdan geçen dilimizi tuttuğumuz saçma sapan fikirleri hatırlatıyor bize.

bir de senaristler arada, deneysel çalışıyorlar. Mesela son bölümde (bir kaç dakika önce bitti) bir yandan Akdeniz Akşamları ile dalga geçerken bir yandan da Av Mevsimi’ndeki Cem Yılmaz’ın şarkı söylediği sahneye selam çaktılar.

Olmuş bu dizi olmuş… bence olmuş yani.

Tek eksik ise, Kanal D’nin diziyi Perşembe akşamı 23:00’ koymuş olması. Zaten standarttan farklı olduğu için ya kaldırırlarsa diye korkuyordum, bu durum da üzerine tuz biber ekti.

İşte bu yüzden gecenin köründe yazdım yazıyı, umarım bu yazı sizde “la izlesek mi la” hissiyatı yaratır da siz de izlersiniz, böylece kalkmaz yayından.

You may also like

Comments

Comments are closed.