Dış Köşe

Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar Diyarbekir – Sırrı Süreyya Önder

0

Diyarbekir nicedir yoksulların yurdudur.

Kitapta göreceksiniz, gezseydiniz de görecektiniz.

Her karede bir başka kırık ama insan sıcaklığında bir öykü…

Nedense çok parlak evlerin ve yaşantıların çağrıştırdığından daha çok yaşam çağrıştırır bana; öykü çağrıştırır.

Evet, yoksulluğun yüceltilecek, sevilecek bir tarafı yoktur, yaşayan bilir kahrını ama birbirine tutunarak yaşamanın ve bölüşmenin yüceltilecek tarafı çoktur.

Sözü, müziği, ağrısı, sızısı, heves ötesi sevinçleri…

Buralarda “ayakkabının yeniliği” bile, hâlâ bir mutluluk sebebidir mesela…

O, çatlak duvarların, sıvası dökülmüş damların, köyünden getirdiği alışkanlıkların, sazın, sözün, türkünün, şarkının, hikâyesi vardır.

Bunlar ne ki hikâyenin bile hikâyesi vardır.

Yıllarca maruz kaldığı şiddetin enkazları henüz açılıyor, hikâye dile henüz geliyor. Failini, meçhulünü, yazgısının sebebini henüz anlatıyor Diyarbekir.

 

‘Dewlet deyndar derket’

“İki gömleği olan bizden değildir” diyen İslam’ın yalnız sahabesi Ebuzer Gıffari “Aç sabahladığı halde kılıcına davranmayana şaşarım” sözünün de sahibidir.

Wilhelm Reich “asıl önemli olan aç insanın neden çaldığı ya da sömürülenin grev yaptığı değil; neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir” der.

Bu şehir büyük bir greve gitti oysa…

Hem belki de dünya tarihinde hiçbir şehrin direnmediği kadar direndi…

Kanı hep içine aktı, her şeyini dedi de yoksulluğunu demedi.

Olan olmayanla bölüştü, aşını da derdini de…

Diyarbakır Elektrik İdaresi’nde çalışan ve sayaç kontrolüne çıkan memurlar bir yoksul eve giderler. Sayaç önceki aya oranla daha küçük haneli bir sayı vermektedir. Bunun iki anlamı vardır: Ya bu evde bir ay içerisinde çok ciddi bir elektrik enerjisi harcanmış ve sayaç sıfırlanıp başa dönmüştür ki tutarı o zamanın parasıyla milyarlar eder ya da hane sayaçla oynamış, ‘az yakmış’ görünsün diye geriye sardırırken işi biraz abartmıştır. Memur kapıyı çalar. Kapıyı yaşlı bir teyze açar. Teyzeye “Xaltîkê” der, “dewlet deyndar derket.” Memur durumu ironiyle harmanlayarak devletin eve borçlandığını söylemiş ama Yaşlı teyze buna pabuç bırakmamış. Memurun kolunu tutarak “Öyleyse devlet borcunu ödesin” demiş.

Burada yapılan iş hırsızlık hariç her şeydir.

Mesela devletten alacağını isteyen böyle bir teyzenin, Mardin’den satmak için toplayıp ‘kırma’ yaptığı bir kilo zeytini vardır. Bununla belki de bir ay geçinecektir. İstanbul’dan gelen bir kadınla pazarlık ederken kadın ayağını eşikten içeri atınca artık evine girdiği için misafiri olduğunu söyleyip para almaz.

Kadın kabul etmezse eğer daha da fazla kırılacağını söyler.

“Kürtler bizim zenginliğimiz” diyerek ana paranın faizi muamelesi yapanların kavrayamayacağı durum tam da budur işte…

Sur’unu, Bağlar’ını, şehrin içinden ses etmeden geçen Dicle’sini, Gazi Köşk’ünü, gençlerin köprüsü, Ofis’ini; yıllarca barikatlarla kapatılmış yollarını, ablukalarla susturulmuş sesini; panzer izlerinin durduğu caddelerini; sokağa çıkma yasağının kanıksandığı; kepenk indirmenin yoksullaştırdığı ama yoksunlaştırmadığı bu soylu şehir…

O kadar soylu ki yaşadıklarına rağmen dimdik ayakta…

Yüzündeki görkemli çizgiler, yaşadıklarıyla daha da derinleşmiştir.

Yoksul hanelere bakarak da görebilirsiniz, Surlara bakarak da…

Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar.

Olanları, sessiz sedasız köşesinden korkuyla izleyenleri daha da fazla borçlu kılar…

Öyleyse, söylenecek tek şey vardır: Borcu olanlar borcunu ödesin!

‘Mazxana’

“Kadim Dîyarbekir’in bazalt taşlı evlerinden biri. Orta yerde koca bir havş (avlu). Kapıları havşa bakan onlarca oda. Her odada yaşayan bir aile. Koca evin tuvalet, mutfak ve çeşmesi ortak. Günün her saatinde salkım saçak renk cümbüşü çamaşırlar avlunun her yanından sarkıyor. Çocuklar ve kadınlar; kokular, kavgalar, çığlıklar, dostluklar birbirine karışır vaziyette.

Şehrin en eski mahallele-rinden biri Gâvur Mahallesi’nde yaşayan Ermeniler “Metz Xana”, Kürtler “Mezin Xana” demişler. Sonra şehri kadimin lügatine ortak ad olmuş Mazxana (Büyük Ev).

Bu satırlar, Şeyhmus Diken’e ait bir fotoğraf altı yazısından alınma.

Diyarbekir’de yoksullukla inayet ve sadaka dışı çözümler için seferber olan bir kuruluş var, adı Sarmaşık… Bu dernek, Diyarbekir’in mahkûm edil-meye çalışıldığı yoksulluğu bir fotoğraf albümünde topladı. Üç dilde yayımlanacak olan bu albüme, başta Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Yıldırım Türker olmak üzere 46 kişi, fotoğraf altı yazıları yazdı. Albümün adı ‘Mazxana’ olarak kondu. Geliri, derneğin faaliyetlerine, ‘çorbada tuz’ olacak.

19 Mart’ta hem Diyarbekir’de hem de Almanya-Gelsenkirschen’de fotoğrafların sergisi açılacak.

Hem Newruz’u kutlamak hem de bu sergiye katılmak üzere yollardayım.

Yollara bahar gelmiş, haberiniz olsun. Buz tutmuş gönüllerimize de gelmesi dileği ile albüme yazdığım önsözü sizlerle paylaşıyorum. Bundan sonrasını Diyarbekir’den bildireceğim. Newroz Piroz Be!

(Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar Diyarbekir – Sırrı Süreyya Önder – Radikal -17.03.2011)

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.