Köşe Yazıları

Biraz da tarih: Mısır’da devrim, BBC’de huzursuzluk

0

İngiltere’nin Mısır’ı sömürgeleştirmesi ibretlik bir hikayedir. Nasıl başladığı da yarı mizah şaheseri.

Bilindiği gibi Mısır 19. yüzyıl boyunca harita üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaletidir, ama fiiliyatta ayrı bir hanedan tarafından yönetilir. Kavalalı Türk asıllı bir Osmanlı ayan ailesinden olan Mehmed Ali, Mısır’ı Napolyon’un ordularından kurtarmak için gelen Osmanlı-İngiliz ortak gücünün küçük rütbeli bir subayıyken, Mısır’ın bugünkü deyimle “kanaat önderleriyle”, yani ulemayla geliştirdiği iyi ilişkiler sayesinde 1805 yılında kendini Mısır valisi olarak bulmuştur. Ardından Mısır’da sanayileşmeyi ve modern devlet sistemini (biraz da payitahtındaki eş zamanlı II. Mahmut dönemine benzer şekilde) başlatarak modern Mısır’ın temellerini atar.

Mehmed Ali’nin 1849’da ölümünün ardından “valilik” babadan oğula geçmeye başlar ve oğulları  Mehmed Ali’nin ölümünden 20 yıl sonra, yani Süveyş kanalının açılmasının ardından başlayarak, Farsça’da hükümdar anlamına gelen “hidiv” ünvanını kullanmaya başlarlar. Aradan on yıl geçmeden ise Mısır Avrupa ülkelerinden aldığı borçlar nedeniyle iflas noktasına gelecektir.

İşte bu ekonomik kriz döneminin ardından, Hidiv Tevfik zamanında, ülkede ilk kez Batılı anlamda muhalefet grupları oluşmaya başlar. Muhalefetin liderlerinden biri olan Albay Ahmed Urabî’nin öncülüğünde 1881’de başlayan ayaklanma nedeniyle Hidiv Tevfik muhalefetin sesine kulak veriyormuş gibi yaparak  önce göstermelik bir meclis kuracak (yani II. Abdülhamid’in benzer hamlesinden sadece 5 yıl sonra!), hemen ardından da muhalefeti bastırmak için hazırlıklara girişecektir.

İşte tam bu sırada “Düvel-i Muazzama” Mısır’da hidivin iktidarının sürmesi gerektiğine dair bir nota verir, hemen ardından da İngiliz ve Fransız donanmaları İskenderiye açıklarına demirler. Bu askeri tehdit nedeniyle huzursuzlanan kentte kısa süre sonra şiddet olayları patlak verir. Çok sayıda insan öldürülür, İskenderiye yağmalanır ve ateşe verilir. Albay Urabî, İskenderiye’ye gidip ayaklanmayı bastırdığı sırada gizlice müttefik donanmasıyla irtibat kuran Hidiv, tahtını devrimcilerden kurtarması için gemilerin kenti ve limanı bombalamasını önerir.

Davet üzerine işgal

Fransızlar bu teklifi geri çevirirler, ama Süveyş kanalının hisselerini yavaş yavaş ele geçirmekte olan “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” donanma komutanı Sir Beauchamp Seymour, Mısırlıların kentin doğusunda, limanın öteki yakasında tahkimat yaptıkları gibi bir bahane uydurup kenti bombalamaya başlar. Fikrini hayata geçirmeyi başaran Hidiv Tevfik ise kriz üzerine toplanan Bakanlar Kurulu toplantısında ordunun “son nefer sağ kalana kadar İngilizlere direnmesi gerektiğini” söylemektedir. Bu sırada Hidiv ve isyancı Urabî birbirlerini hain ilan ederler. Hidiv bir İngiliz savaş gemisine sığınırken, Urabî orduyu İngiliz istilasına direnmek üzere harekete geçirir.

Bundan sonra olanlar tam bir “kurtarıcıdan kurtulma” hikayesidir. İngilizler Mısır’ı kurtarmak için (kimden?) ülkeyi işgal ederler. Süveyş kanalının hemen aşağısında bulunan İsmailiye yakınlarında bulunan Tel el-Kebir’de Mısır ordusunu yenilgiye uğratırlar. Urabî sürgüne gönderilir, Hidiv ise İngilizlerin ülkesini işgal etmesini sağlayarak tahtını kurtarmış olur. Hidiv Tevfik, İngilizlere teşekkür edip, ülkeden ayrılmalarını rica edecek, ancak İngiliz işgali 1954’e kadar sürecektir.

İşgalin ardından Mehmed Ali’nin kurduğu hanedanın mirasçıları tahtlarını korusalar da, ülke fiilen İngiltere’nin gönderdiği valiler tarafından yönetilmeye başlayacaktır. Ancak Tevfik’in oğlu Abbas Hilmi 1892’de tahta geçtiği zaman İngiliz valilerin ilki ve en güçlüsü olan Lord Cromer’e karşı muhalefeti desteklemeye başlar. Bunun ardından 18 yaşında bir öğrenci olan Mustafa Kâmil’in liderliğindeki genç bir kitle tarafından Mısır’ı İngiliz işgalinden kurtarmayı amaçlayan güçlü bir hareket başlatılır.

Burada Marsot’tan biraz alıntı yapalım[1]:

“O zamana kadar İngiliz hükümeti Mısır’dan çıkacağına dair yüzü aşkın söz vermiş, ama her geçen gün biraz daha sağlam yerleşmişti. Cromer dünyaya bir Mısır ulusu olmadığını kanıtlamaya gayret ediyordu; zira Mısır’ın dokuz milyon yerlinin yanında, ülkenin servetinin büyük bölümüne sahip olan bir milyondan az yabancı nüfusuna sahip olmasına karşın, kendi anlayışına göre, Mısırlılar aslında sayılmıyordu. Öte yandan Kâmil de Mısırlıların anayasal yönetimi talep eden bir millet olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Cromer bu milliyetçi davaya içindekileri döken önemsiz bir delikanlı tarafından uydurulduğu kanısıyla pek az önem verdi. Hem zaten seçkinler arasında İngiliz varlığıyla işbirliği yapmaya ve Örtülü Himaye’yi sürdürmeye istekli bir dizi Mısırlı da bulmuştu.”

Tahrir meydanına selam!

Ama Cromer’in küçümsemesi göstericileri durduramaz. İngiliz işgaline karşı hareketler ülkenin siyasal yaşamında seslerini iyice yükseltmeye başlarlar. Ülkede sık sık grevler ve gösteriler düzenlenmeye başlanır. Marsot şu yorumu yapıyor: “Grevler ve kitlesel gösteriler o gün bu gündür Mısır ulusal yaşamının değişmez bir özelliği haline gelmiştir”.

İngilizler 1922’de göstermelik olarak Mısır’ın bağımsızlığını kabul etseler de, Mısır’da cumhuriyetin ilanı 1953’e kadar gerçekleşmedi, işgal ise 1954’e dek sürdü. Sonrası başka bir hikaye.

Peki ben bütün bunları neden hatırlatma ihtiyacı duydum?

Dün gece, Tahrir meydanını dolduran milyonlar, diktatör Hüsnü Mübarek’in görevden ayrıldığını söyleyeceğini umdukları konuşmayı beklerken, ben de haber kanallarını dolaşıyordum.

Mısır’da devrim başlayalı 17 gün olmuştu. Bütün haber kanalları son dakika yayınındaydı. BBC’de olayları kaygılı yüzlerle anlatan sunucu ve yorumcuların altından geçen altyazı ise “Egypt in Crisis” diyordu (Mısır krizde).

Mısır’ın milyonların katıldığı kitlesel gösterilerle sarsıldığı, genel grevin yayıldığı, devletin yüzlerce insanı öldürdüğü, tankların sokakları doldurduğu, yönetimin bütün meşruiyetini yitirdiği, diktatörün en yakın müttefiki ABD tarafından bile terk edildiği 17 gün boyunca BBC’nin Mısır olaylarıyla ilgili kullandığı başlık ise “Unrest in Egypt” idi (Mısır’da huzursuzluk).

Dün gece El Cezire Mübarek’in gideceği umuduyla “The Revolution” (Devrim) manşetini atmaya başlamıştı mesela… BBC içinse Mübarek gitme sinyali verince huzursuzluk krize dönüşmüştü demek ki.

Sonuçta hem zorba, hem de pişkin bir diktatör olduğu anlaşılan Mübarek, halkı yine anlamazlıktan geldi, çekip gitmek yerine göstericilere nasihat vermeyi tercih etti ve iktidarına son bir hevesle iyice yapıştı. Mısır halkı ise hâlâ ayakta, bugün milyonlar yine sokaklarda. Mısır yüz küsur yıl önce olduğu gibi gösterilerle sarsılıyor, devrim rüzgarı yayılıyor.

Sonuçta Mısır halkı kazanacak, bir diktatör daha devrilecek.

Ama benim bu garip merakım da devam edecek. “Biz Mısır’da bunları çok gördük, boş işler bunlar” havasıyla Mısır’da süren devrime huzursuzluk diyen BBC, acaba o zaman ne diyecek?

Mısır’ı önce “kurtarıp” sonra 73 sene işgal altında tutan ve tarihte başka bir ülkede görülmemiş bir biçimde sömürgeleştiren “Büyük İngiliz İmparatorluğu”nun, yayıncılığın medarı iftiharı televizyon kanalı BBC için, devrim neye deniyor ya da?


[1] Bu yazıdaki tarih bilgilerinin ve (biraz kısaltılarak yapılan) alıntıların kaynağı Kaliforniya Üniversitesi fahri profesörlerinden Mısırlı tarihçi Araf Lutfi Al-Sayyid Marsot’un çevirisi ilk kez geçen yıl Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından yayınlanan “Arapların Fethinden Bugüne Mısır Tarihi” başlıklı kitabıdır. (Çeviren: Gül Çağalı Güven). Aynı dönemle ilgili bir diğer önemli kaynak İletişim Yayınları’ndan çıkan Timothy Mitchell’in “Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi” dir.

You may also like

Comments

Comments are closed.