Dış Köşe

Mısır Devrimi: Hızlandırılmış kurs – Ümit Kıvanç

0

Cuma günü neler olacağını görmeden bunu yapmak zor, ama Mısır Devrimi’nden sözetmemek daha zor. Cuma’nın gerikalanı (şu anda 05:32, vukuat yok) nasıl geçerse geçsin her eve lâzım olacak bilgileri “yeni başlayanlar” ya da iş güç yüzünden yakından izleyemeyenler için derlemeye çalıştım:

Devrim olacak mı? • “Devrim”den sadece “bizim parti”nin iktidarı ele geçirmesini anlamıyor, bu şahane kavramın çok daha derin ve geniş birşeyler içerdiğini düşünüyorsanız kesin güvence vereyim: Oldu bile. Mübarek şu gün gider bu gün gider (belki gitti bile), yerine şu gelir bu gelir, falan… fark etmez. “Normal” hayatta birbirine selam vermesi şüpheli insanlar günlerdir birçok şehirde sokaklarda, meydanlarda herşeylerini paylaşıyor. Birileri yiyecek içecek getiriyor, dağıtıyor. Gönüllü doktorlar, hemşireler ortalıkta, sağlık malzemeleri biryerlerden bulunuyor, ayaküstü tedavilerle insanlar ayakta tutuluyor. Yaşlılar gençlerin, erkekler kadınların dediğini yapıyor. (Göstericilerden birinin mesajı: “Arkadaşımı annesi sokağa bırakmıyordu, şimdi birlikte buradalar.”) Evleri, çoluk-çocuğu –kesinlikle Mübarek rejiminin bir tertibi olan- yağmacılıktan, soygunculuktan, bir çırpıda kuruluveren ve otoritesini hemen kabul ettiren mahalle komiteleri koruyor. Mücadelenin simgesel ve fiilî merkezi Tahrir Meydanı’nda kararları kim nasıl alıyor, belli değil. Ama alıyorlar ve uyguluyorlar. Son birkaç gündür de beraber resmen savaşıyorlar. Kanları birbirlerine bulaşıyor. “Toplumsal devrim” denen şey kabaca budur. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz” klişesinin nadiren büyük hakikate dönüştüğü anlardan biri. “Siyasî devrim” –ki Türkiye’de bu kavramla herhangi bir ilişkisi olan herkesin sanırım ilgilendiği tek alandır- ayrı bir mevzudur.

Demokrasi gelecek mi? • Geldi bile. El Cezire’nin meydandan bağlantı kurduğu –ve artık bazılarımızın yakından tanıdığı- Selma, “32 yaşındayım,” diye haykırıyordu geçen akşam, “ve demokrasi nedir okudum, öğrendim, ama hiç yaşamadım. Ve yaşamak istiyorum.” (Ah Selma, sorma, biz de, biz de…) Yaşıyor oysa. Burjuva parlamenter demokrasisi denen şahsiyetsiz hücreye hapsedilmediğinde demokrasinin ne muazzam bir umman olduğunu bizzat yaşıyor. Demokrasinin neden aslında “onlara” değil “bize” ait bir kavram olduğunu, “devrim”le doğrudan ilişkisini bile çözebilir iki gün içinde.

“İki kamp” mı çatışıyor? • Mısır’da, bizim basının saçmalamazsa günaha girecekmiş gibi bulup buluşturduğu klişeyle “kardeş kavgası” falan yok. Rejimin biraraya getirip halkın üstüne saldığı güruhun saldırısı, halkın buna karşı direnişi var. Kurnazlığı ve acımasızlığıyla meşhur Mübarek denen zat, pabucun pahalı olduğunu görür görmez, kirli işlerini gördürdüğü bilumum polis kuvvetini ortalıktan çekti, üniformalarını çıkarttırdı, hapishanelerden boşalttığı mahkûmları yanlarına kattı, bir kısım kamu personelini emirle savaş alanına sevk etti, yoksulluğun en beterine mahkûm ettiği insanların eline para sıkıştırıp onları da cengâver yaptı. 30 yıllık bir diktatörlüğün seferber edebileceği ya da ona bağlılıktan başka seçenek bilmeyen bir miktar insanın olması da doğal. Ama keskin nişancıların gece vakti uzaktan gösterici avladığı ortamda, birilerinin sırf başkan babaya bağlılıklarından ötürü, 16 saat süren taş savaşlarına girişeceğini düşünmek, Türk medyası için bile abes kaçar.

Bu işlerin arkasında birileri mi var? • Bravo. Tıpkı Mübarek’in başkan yardımcısı yaptığı işkenceci Ömer Süleyman gibi düşünüyorsunuz. Kendisi de protesto hareketini “dış güçlerin” (aa, ne tuhaf!) kışkırttığını ileri sürdü. Hattâ yabancı gazetecileri suçladı. Bunun üzerine, sokaklarda dolaşıp dökecek kan arayan çakallar yabancı gazetecileri dövmeye, bıçaklamaya başladılar. Polis, gazetecileri bulduğu yerde dövdü, ekipmanlarına elkoydu, otelleri bastı, kameraları, ses kayıt cihazlarını aldı. (Kahire Hilton, gazetecilerin ekipmanlarını polise teslim ederek potansiyel boykot listelerinde yerini aldı.) Bazı gazeteciler hâlâ kayıp. Amerikalı falan da dinlemediler. Mısır’daki muhalif hareketlerin nasıl örgütlendiğini merak ediyorsanız internette kısacık bir aramayla epey bilgi bulabilirsiniz. (Twitter’dan “@jan25”, “@tahrir” ve “@egypt” yazıp arayarak, an be an, bizzat meydandan gönderdikleri mesajları bile okuyabilirsiniz.) Ayrıca El Cezire’nin “Witness” programında Mısır’daki blog’çulara dair bir belgesel dönüyor; denk getirip izleyebilirseniz…

Peki bu bir “Twitter-Facebook Devrimi” mi? • Ya, evet!.. Çatılardan atılan molotofkokteylleri, köprü üstünden gelen taşlar ve uzaklardan açılan keskin nişancı ateşlerine karşı bu ikisi göğsünü siper ediyor! Geceleri mahalleleri bu ikisi bekliyor. Mısırlı gençler de evlerinde, bir elleri mouse’ta öteki cipste, devrim yapıyorlar. Evet, hareketlerin yayılmasında, bugünlere gelinmesinde Mısırlı gençlerin sosyal paylaşım ağları aracılığıyla haberleşmelerinin büyük önemi var; ama hayat ekranda cereyan etmiyor, bir haftada yaklaşık 170 ölü ve binlerce yaralı hiç mi hiç sanal değil. Ölenlerin ikinci level’da yeniden başlama şansı yok.

Ya Müslüman Kardeşler gelirse? • Önce adama sorarlar: Müslüman Kardeşler hakkında ne biliyorsun? Hemen geçelim. Türk öğrenmez, zaten bilir. O meydanda canını ortaya sürmüş gençlerin hem dincilikle şununla bununla hiçbir ilişkisi hem de böyle bir sıkıntısı yokken sana ne oluyor? Haydi ABD ve yakın gelecekte herhangi bir dünya olayı karşısında alacakları tavrı kimsenin takmayacağı belli Avrupalıların telaşlanması tamam da, sana ne oluyor! Değil mi?

Mısır Devrimi İslâm’ın yükselişinin neticesi, göstergesi, şusu busu mu? • Ayıp kardeşim. Hayatta bir defa da aynaya değil karşınızda sahnelenen tragedyaya bakmayı deneyin. Hem değişik bir şey görmüş olursunuz hem olan biteni anlama ihtimaliniz belirir. “Değişik şey” derken, Mısır Devrimi’ni başlatan ve sürükleyen insanların çeşitliliği ve asla herhangi bir dinî motifle harekete geçmemiş olmalarından sözediyorum. Kaldı ki, bizzat Müslüman Kardeşler örgütü de mütemadiyen çoğulculuğu vurguluyor. (“İlle de bizimkiler” diyenler ya da “tedirginler” için www.ikhwanweb.com iyi bir başlangıç noktası olabilir.) Şunu da eklememe izin verin: Mübarek rejiminin, muhtemelen yaklaşan felakete uyanıp Müslümanlarla Hıristiyanları birbirine düşürmek için kalkıştığı kanlı işleri bu iki cemaat birlikte önledi, şimdi de meydanda omuz omuza mücadele veriyorlar.

Araplar tembel, kalleş ve pis mi? • Bkz. aşağıdaki soru.

Biz denyo muyuz? • Sanırım. Galiba. El Cezire ile Türk medyasını karşılaştırınca, meseleyi biliyorum edâsıyla televizyonlara çıkıp atıp tutan insanlarımıza bakınca başka türlü düşünmek ne yazık ki zor. Düşünün ki bizi “Arap dünyasının geriliğine” mahkûm olmaktan kurtaran, muasır medeniyet şeysine filan eden şeyler sayesinde onyıllarca tahsil görmüş bütün insanlarımızın kafasına bu önyargılar yerleştirildi. Tahrir Meydanı’ndaki göstericilerin savurduğu taşlar umarım kafalarımıza isabet eder de azıcık sarsılır kendimizi toplarız. (Fakat onlar elle pilav yiyor! Gelmesin yağlı taşlar!)

Ek madde: El Cezire nedir? • Bir kurtuluştur. Bir feraha çıkmadır. Bir mesleğin onurunu yeniden kazanmasıdır. Adama “gazeteciliğe yeni başlamış bir genç olsaydım, gidip kapılarında yatsaydım” dedirten, cesur, “sorumlu” ama devletlere değil hakikate karşı sorumlu, muhteşem bir yayın kuruluşudur. (Bak şimdi! Onun da sahibi Arap! Size söylüyorum, asil Türk medyacıları! Bakın “elin Arabı” çıtayı nereye koydu? Herhangi bir vakit parmağınızın ucunu değme şansınız var mıdır? Boşuna uğraşmayın. Yoktur. Çünkü hiç değilse meslekî ehliyetin geçerli olduğu Batılı yayın organlarının bile bu şansı yok.) Gazeteciliği na şu kadar önemseyen herkesin El Cezire’nin Kahire’deki muhabirlerini omuzlara alıp günlerce taşıması lâzım –inşallah Mısır düze çıkınca.

Siz de şuraya girip gereğini yapın öyle oturacağınıza:http://worldwidetahrir.wordpress.com/.

(Taraf, 5 Şubat 2011)

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.