Yeşeriyorum

Unutuyor muyuz, alışıyor muyuz?

0

Kaybettiğiniz bir yakınınızı düşünün, onun artık olmayacağını anladığınız o ilk an’ı!

Şimdi 19 Ocak 2007 gününü düşünün, Hrant’ın aramızdan çalındığı o günü…

Hrant’ın ölümü bu ayrımda gizli bir yas. Hrant’sız bir hayatın birçok kişide karşılığı var o an’dan sonra. Onun ölümü bir yakınımızı kaybetmişiz özlemi yarattı hepimizde. O ölümünden sonra hayatımıza ağlamayı bilen, türkü söylemeyi seven, sarıldı mı kemikleri kıracak kadar sarılan adam olarak giriverdi. Sadece öldürülen bir gazeteci değildi artık. Rakel’in hayat arkadaşı, Arat, Delal, Sera ve Karolin’in babası, Nora ve Nare’nin dedesi Hrant… Hepimizin arkadaşı Hrant…

Ölüm alışması zor bir gerçeklik; yokluğu anlamak çok zor. Yokluğuna dayanamayacağımız nice şey, insan yok oluyor da hayatımızdan yaşamaya devam ediyoruz.

Hrant aramızdan çalınalı 4 yıl oldu. Hrant 4 yıldır yok! Bu sene kendimi onun vurulduğu yerde kaç kişi olabileceğiz acaba diye düşünürken buldum ve çok utandım. Utandım çünkü onun yokluğuna ve bir daha olmayacağı gerçeğine alışmaya başladığımızı fark ettim. Günlük hayatın zorunlulukları çoğumuz için onun ilk öldürüldüğü zamanki gibi ikincil olmayacaklar. Bizler onun yokluğuna alıştırılanlarız. Hrant artık mahkemelerinde ve yıl dönümlerinde “köşe”lerde anılan, haberleştirilen olacak, oluyor…

Geçen ay İngiltere’de, Yunanistan’da, İtalya’da sokaklar yanıyordu. Bugün Tunus, Cezayir, Ürdün ayakta. Avustralya’da, Brezilya’da, Güney Afrika’da meydana gelen seller günlük hayatın rutinleriymiş gibi bize aktarılmakta ya da adsızlaştırılmakta. Her geçen gün yeni bir yasak ekleniyor hanemize daha birine ayılamazken! Ortalığı cehennem yerine çevireceğini düşündüğümüz Wikileaks şeffaflığı bile bir paylaşım rutinine dönüşmüş durumda “zaten biliyorduk” dediğimiz. Daha da fenası belgeleri süzgeçten geçirirken bizlerin de belirlenmiş dünya sınırları içerisinde hareket ediyor oluşumuz. Buraların “yakıcı” gündemlerine değinmeden gazetelerden derleme bunlar var önümüzde. Bilginin ulaşılabilirliği korkunç kabullenişi beraberinde getiriyor. Hayatın hızı değişimin hızının gerisinde kalıyor ya da “değişim” denilen canavar iyi bir birikimci bir gün patlamak için sinsice gizlenen…

Ve Hrant diyorum kendime 19 ocak 2007’den beri. Ya Hrant? Bu hızın içinde bizim şaşkınlığımızdan faydalanmaya çalışan kan emiciler bunlar. Orwell’in 1984’ünde olmaya imreniyor insan, çünkü bütün belgeler, failler göz önündeyken oluyor bütün bu olup bitenler. Hiç yoktan 84’te belgeler tahrif ediliyor da hafıza yenileniyor. Bildiğiniz hiçbir şeyi bilmiyorsunuz. Ya biz? 2004’te planlanan, 2006’da alenileşen, 2007’de uygulanan bir “şey” var karşımızda. Buna “şey” demek geliyor içimden. Hrant’ın öldürülüşünü “cinayet”, “katliam” gibi tanımlarla anlatıp normalleştirmek hiç ama hiç gelmiyor içimden. Hayat hırsızlığı belki de bu! Hrant’tan, yakınlarından, bizlerden çaldılar da onu bilinen her şeyi yokuşa sürmeleri onsuzluğa alışmamızı, onu unutmamızı istemelerinden.

Hrant 4 yıldır yok a dostlar ve bir daha hiç olmayacak. Onlar istiyorlar ki onun yokluğu yok olsun. Buna izin vermemek için, Hrant’sız bir hayatın mümkünsüzlüğünü bir kez daha haykırmak için, Hrant’la dost, arkadaş kalabilmek ve kendimize karşı daha dürüst olabilmek için 19 Ocak Çarşamba günü onun vurulduğu yerde, AGOS’ta buluşalım onun aramızdan çalındığı o saatte, 3’te! Yokluğu yok olmasın diye…

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.