Köşe Yazıları

Onu bilmem de bunu bilirim

0

Youtube : Bir kazanç kapısı

Hep Youtube’u nasıl bir ekmek teknesi haline getirebileceğiniz anlatılır. Birkaç milyon insan tarafından izlenecek bir video koyarsanız Youtube’un size belli miktarlarda kar payı aktarılacağı rivayet edilir. Onu bilmem de Youtube’dan sağlam para kazanmanın yeni bir yolu var artık. Hem de çok basit! Anlatayım da yurdumun işsizlikle boğuşan genç dimağlarına bir yararım dokunsun.

Şimdi efendim, öncelikle yurtdışında, şöyle sağlam demokrasiye sahip ülkelerden birinden cevval ve güvenilir bir kanka buluyorsunuz. Ardından çeşitli montaj ve 5. sınıf esprilerle dolu bir video hazırlıyorsunuz; videonun örneğin Atatürk’ü ya da devlet büyüklerimizden birini komik gösteren, onlarla dalga geçen bir içeriği olmasını sağlıyorsunuz. Ardından bu videoyu o bulduğunuz sağlam ve cevval kankanıza gönderiyorsunuz, o da youtube’da kendisine rahatlıkla ulaşılmasını sağlayacak bir hesap açıp bu videoyu koyuyor youtube’a. Video yayına girer girmez etrafa “Rezalet! Atatürk’e hakaret eden video youtube’da!!” temalı mesajlar, facebook iletileri, e-mailler falan yolluyorsunuz. Birkaç gün içinde video şikayet ediliyor, Youtube doğal olarak videoyu kaldırmıyor, cevval bir avukat ya da vatanını çok seven bir Türk evladı çıkıp olayı mahkemeye götürüyor, ve mahkeme de youtube’a erişimi kapatıyor. Erişim engelledikten sonra halk olarak isyan ediyoruz. AKP hükümeti de neoliberal imajının zedelenmesinden ve bu Youtube konusunun arık boku çıktığını düşündüğünden hemen harekete geçiyor. Yurtdışı merkezli ve kendisine yakın bir STK veya şirkete “Oğlum şu videonun haklarını satın alın da kaldırın, biz de Youtube’a erişimi açalım” diyor. Hehe, şimdi anladınız di’ mi? O şirket veya STK videonun sahibi olan kankanızla iletişime geçiyor, güzel bir meblağ karşılığında videonun haklarını satın alıp Youtube’dan siliyor. Siz de paraları yurtdışında yaşayan cevval ve sağlam kankanızla kırışıyorsunuz bir güzel. Aynı işlemi farklı hesaplarla en az birkaç defa tekrar ederek en azından aylık akbil ve Nevzade’de bira masrafınızı rahat rahat karşılayabilirsiniz. Hadi bu da benden size kıyak olsun.

Kıyak

“Kıyak geçmek” ne demek, bilir misiniz? Çok gizli kaynaklardan edindiğim bilgiye göre kıyak aslında seyislerin atların çiftleşmesini kolaylaştırmak için aygırların (erkek at yani) pipisini sıvazlayıp adrese (yani bağyan atın vajinasına) güvenli biçimde ulaşmasını sağlama eylemi imiş. “Bundan böyle kıyak geçilmeye!” demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Kıyak geçmek arkadaşlığın 5 farzından biri ne de olsa.

5

Beş diyince akla ilk ne gelir? 4’ten sonra gelen ilk tam sayı, yirmi bölü dört, en küçük 3. (ya da 2. veya hatta 1.; zira 1 ve/veya 2 sayılmıyordu galiba) tam asal sayı, futbolda 4-4-2 düzeninde liberoların numarası, Maskeliğ Beşler Kıbrıs’ta filmi? İşte hepimizin aklına ilk çırpıda gelen farklı yorumların nedeni sembolik etkileşim (symbolic interactionism) teorisi tarafından “perspektif” kavramıyla açıklanıyor. Bu sosyal bilim teorisine göre “gerçek” denen şey bireylerin sürekli olarak her durum ve “şey”i, ki buna diğer bireylerin davranış, eylem ve sözleri de dahil, yorumlama yoluyla yarattığı bir varsayımlar bütünü. Bu teori diyor ki, örneğin iki kişi konuşurken, A kişisinimn söylediğini B belli bir biçimde yorumluyor, ona göre bir cevap hazırlayıp veriyor, ardından da A kişisi B’den duyduğunu yorumlayarak ona göre bir cevap veriyor. Yani tüm iletişimimiz sürekli olarak inşa edip durduğumuz bir varsayımlar bütününe dayanıyor. İşin eğlenceli kısmı varsayımlarımızı doğru kabul etmek zorundayız, zira öbür türlü herhangi bir cevap vermemiz mümkün olmaz, ve ama varsayımlarımızın doğru olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu yüzden sembolik etkileşim teorisi tüm sorunların çözümü için etkin diyalog ve karşılıklı olarak birbirini anlama için çaba sarfetmek yollarını öneriyor. Şimdi kalkar da “anladık da niye anlatıyorsun bunları?” derseniz, verecek bi’ cevabım emin olun yok. En fazla “abi iki muhabbet ediyoruz şurada, hemen bikbik ötme” diyerek etkin bir diyalog başlatabilirim.

Derin sular

Ya da “İşte dostlar, Türkiye’de yaşadığımız bütün sorunların çözümü de etkin diyalog kurmaktan geçiyor. Kürt sorunu için de, çevre sorunları için de, demokratikleşme için de…” diyerek derin sulara dalabilirim ama o da hafiften bayar diye korkmuyor değilim. Alın size örnek, derin sulara dalmanın okuyucuyu bayacağını varsayıp bundan kaçınıyorum, halbuki okuyucu derin sulara dalmıyor olmamı apolitik bir yazı yazmak isteğinde oluşum olarak yorumlayabilir. Bunun üzerine aşağıdaki yorum köşesine “Ne biçim adamsın sen, biraz cesuır ol, gençlik bitmiş cıkcık” minvalinde bir yorum yazabilir; ben de bu yorumu “Bunu yazan kemikten Kürt ya da Türk milliyetçisi herhal” diye yorumlayıp ona göre bir cevap yazabilirim. Nereden nereye… Dikkat edin bak, her gün binlercesiyle karşılaştığımız yanlış anlaşma ve kavgaların neredeyse tamamı bu karşılıklı yanlış yorumlama ve varsayımlardan çıkıyor. Demek ki neymiş….

Kolpa

O değil de, bu haftaki yazı çok bi’ kolpa gibi oldu sanki. Bu kolpalığın sebepleri yok mu, var tabi, ama şimdi bir de onları açıklayarak daha da baymamayım yazıyı. “You don’t always get what you want” diyor a canım House.

House

Bu diziyi, ya da dizideki House karakterini gelmiş geçmiş en muhteşem televizyon karakteri yapan ne? Anti-kahraman oluşu mu, Hugh Laurie’nin inanılmaz oyunculuğu mu, şahane kurgu mu, izleyicinin her türlü duygusuna dokunan dramaturjisi mi, yoksa hepimizin içinde az veya çok bir House oluşu mu? Ben kendimi buluyorum mesela House’da, oturup yazdığım makalelerde “Kırsal Kalkınma politikalarında House MD yaklaşımı” falan diye oturup anlatıyorum ciddi ciddi. Geçen hafta, oldukça içkili bi’ gecede House’dan açıldı yine muhabbet. 3 kişiyiz, ben, geçen seneden beri görüşmediğim eskilerden bi’ bayan manita, bi’ de ortamda yeni tanıştığımız bi’ genç. Ben “House” dedim, çocuk gülerek “He’s such a dick” dedi (süper çeviri : “Yavşağın teki o yau”). Gülümsemedim, “I’m a dick” dedim (süper çeviri : “Ben de yavşağım lan.”). Yanımdaki kız güldü, “Yes, you’re such a dick” (süper çeviri : “Hem de nasıl bi’ yavşak sen bana sor”). 5 dakika sonra kız bana evlenme teklif etti. True story (süper çeviri : “Valla lan, yeminlen.”)

Aynı gece, bi’ başka kız, adımın Albert Einstein olduğunu sandığı için çok pis sinirlendi bana. True story.

You may also like

Comments

Comments are closed.