Röportaj

Yakup Okumuşoğlu: “Hükümet doğal sit kavramını ortadan kaldırıyor”

0
Av. Yakup Okumuşoğlu

Sit alanı ilan edilmesiyle çevrecilerin rahat nefes aldığı İkizdere için tehlike çanları yeniden çalıyor. Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun sit alanı ilanının hemen ardından meclise sunulan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”yla mevcut doğal sit ilan edilmiş alanların statüsü sona erdirilecek. Doğal sit ilan etme yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığı’na devredilecek. Böylece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Önümüzü kesiyorlar” dediği İkizdere Vadisi’nin doğal sit ilanı kararının iptal edilmesinin ve 22 HES’in inşasının önü açılacak.

Çevre örgütleri isyan ettikleri düzenleme için “Anadolu’nun ölüm fermanı” diyor. Biz de yıllardır pek çok çevre sorununda başarıyla hukuk mücadelesi veren, “derelerin avukatı” diye anılan avukat Yakup Okumuşoğlu’ndan sıcağı sıcağına tasarıyı  değerlendirmesini istedik. 16 yıldır yaşam alanları için mücadele ettiğini, kendinden önce ömürlerini verenler olduğunu söyleyen Okumuşoğlu “bu tasarıyla malesef tüm doğa koruma mücadelesini, kazanımlarını bir çırpıda ortadan kaldırmış olacaklar” diyor… Ama ekliyor: “Kaldığımız yerden motivasyonu daha güçlü olarak mücadeleye devam edeceğiz”… O’na göre zaten yaşamı sürdürmek için başka bir seçenek yok… İşte Meclis’teki tasarının çevreye etkileri…


– Yıllardır sürdürdüğünüz hukuk mücadelesinde tam rahat bir nefes alınmıştı ki yasa tasarısı meclise sunuldu. Tasarıyı değerlendirir misiniz? İkizdere’de kurulmak istenen santrallerle doğrudan ilgili mi? Yoksa bir olasılıktan mı söz ediyoruz?

Tasarı çok önceden biliniyordu ama birden bire jet hızı ile meclise gönderilmesi tabii ki İkizdere nedeni ile oldu. İkizdere’nin sit alanı ilan edilmesi 22 tane HES’i çöpe götüren bir durumdu. Diğer yandan hemen her vadi için sit başvurusu yapılmaya başlandı. Hükümet açısından bunun önüne geçmek ve bu sit alanı ilan işini kendi insiyatiflerine almak lazımdı. Gidişata “dur” demek gerekiyordu. İşte şimdi bunu yapıyorlar. “Doğal sit” denen bir kavramı ortadan kaldırıyorlar. Tasarının yasalaşması ile doğal sit alanları otomatikman ortadan kalkıyor. Kendileri ilan edilmiş olanları değerlendirecek ve en iyi ihtimalle de kanunda tanımladıkları bir başka  koruma statüsüne indirgeyecekler. Bir koruma statüsü verseler bile buralarda “koruma, kullanma ve sürdürülebilirlik” deyip “üstün kamu yararı kavramı” ile HES’lere, madenlere veya neyi planlıyorlarsa ona da izin verecekler… Tasarının 1. ve 9 maddelerinden bunları görmek mümkün.

– Tasarı ile İkizdere sit alanı kalsa dahi HES’lerin inşası söz konusu olabilir mi?

Tasarıya göre artık “doğal sit” denen bir kavram yok. Yasalaşması ile birlikte doğal sit statüsü ortadan kalkıyor.  Başka isimlerde koruma statüleri ihdas ediyorlar. Dolayısı ile hem sit kalması hem de HES inşaası diye bir durum söz konusu değil. Tasarıya göre daha önce sit alanı ilan edilmiş yerler oluşturacakları bir komisyon marifeti ile yeniden değerlendirilip, eğer korunmaya uygun görülürse tasarıda açıklanmış bir koruma statüsüne sahip olacak. Ama ister tasarıya göre değerlendirip bir başka koruma statüsü versinler, ister vermesinler, yine tasarıya göre korunan alanlarda da HES yapılabilecek. Tasarı “her yerde her şey yapılabilir” mantığına göre şekillendirilmiş.

Yani Çevre Kanunu’nun “sürdürülebilir kalkınma – koruma kullanma – kirleten öder” ilkesi aynen bu tasarıda da geçerli. Bunun anlamı “yapacağız ama koruyacağız, kirletirse yatırımcıya parasını ödeteceğiz”dir. Bu anlayışın Türkiye uygulaması ise ortadadır. Kıyılarımız yazlık evlerle, tarım alanlarımız fabrikalarla, ormanlarımız turizm tesisleri ve maden sahaları ile, derelerimiz ise barajlarla ve HES’lerle doldurulmakta.

Bu alanlarda yapılacak faaliyetler için “ekoloji değerlendirmesi” denen bir değerlendirme yapacaklar. Bu değerlendirmede tıpkı ÇED süreçleri gibi işleyecek. Yani değerlendirme sonucunda “yeterli önlemler alındı, planlanan faaliyet minimum zarar verecek” dendiği anda izin verilmiş olacak.

– Bunun ne gibi bir sonucu olacak peki?

Bunun anlamı bu gün yaşadığımız sorunların aynen korunan alanlarda da devam edeceğidir. ÇED süreçleri adeta “copy paste” raporlara dayalı olarak sürdürülüyor. Yatırımcıdan çeşitli taahhütler alınıyor ama yatırımcının sahada yaptıklarını denetleyen yok. Burada da aynı durum yaşanacak. Zaten değerlendirme kurulunun da komisyonun da üyelerini bakanlık belirleyeceğinden, korunan alanlar tamemen bakanlığın insafına kalacak.

Bakanlığın gerçekten çevre korumacı ve samimi olduğu bilsek bir noktaya kadar “evet” de diyebiliriz. Ama bugüne kadar HES, madenler ve ormanlar konusundaki uygulamalara baktığımızdan çevre değil bayındırlık yada enerji bakanlığı gibi çalıştığını gözlemliyoruz. Malesef korunan alanlar da yaşanan bu yıkımdan aynı ile hakkını alacak.


Pekçok doğa alanı tehdit altında

– İkizdere ile birlikte nereler için tehlike çanları çalıyor?

İkizdere ile birlikte ünlü Fırtına Vadisi, Fındıklı Çağlayan ve Arılı Vadileri, Papart Vadisive Şavşat da HES projeleri nedeni ile en başta etkilenecek korunan alanlar.

– Yasa tasarısı doğal sit alanı ilan etme yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığı’na devrediyor.  AB ülkelerinde de uygulama böyle mi?

Avrupa Birliği’nde de böyle ama o ülkelerde çevrenin nasıl korunacağına dair uzun bir mevzuat listesi var. Diğer yandan AB’de çevre bakanlıkları görevini tam olarak yaparken, bizde Çevre ve Orman Bakanlığı mahkemelerin de işaret ettiği üzere elde olan mevzuatların gereğini  bile formalite olarak yerine getiriyor.

– Tasarıya göre 20 kişilik kurulda 4 akademisyen, bakanlığın seçeceği 2 STK temsilcisi yer alacak. Diğer üyeler bürokrat. Bu dağılımı değerlendirir misiniz?

Dağılım sizin de işaret ettiğiniz üzere esasında açıklamaya gerek olmayacak kadar açık. Kararlar salt çoğunlukla alınıyor. Bu da bakanlığın istediği kararı alabileceği anlamına geliyor. Doğal yaşam alanlarında yatırımları bu kadar seven ve destekleyen bir Çevre ve Orman Bakanımız da varken, sonucun ne olacağı ortada. Akademisyenler ve STK’ların da nasıl oluşturulacağını zaten bakanlık kendisi belirleyeceğinden “bozacının şahidi şıracı” diyebileceğimiz bir durum ortaya çıkacak.

– Sizce bölge halkı karar alma mekanizmalarında aktif yer alabiliyor mu? Bakanlığın sürece dahli bunu nasıl etkiler?

Bu görülmüş bir şey değil. Bölge halkının “etkin” olmasını bir yere bırakın, dinlendiği bir karar alma süreci var mı Türkiye’de? Yönetişim bizim bildiğimiz bir uygulama değildir. Bizde Yönetişimsel-imsi gibi durumlar olur en çok, ve olan da budur.

Örneğin ÇED uygulamasının bir nedeni süreç  içinde halkın görüş ve düşüncelerini alma ve bu şekilde halkın kendini ilgilendiren bir konuda görüşünü belli etmesini sağlamaktır. Bu sayede halkın kendisini ilgilendiren konularda karar alma sürecine katılma ve nihayet bu yöntem üzerinden de  demokrasiye hizmet etmek amaçlanır.

Halkın istemediği, bağırıp çağırdığı bunca bilgi verme toplantısının neticesi ise işte ortada: Her vadide onlarca HES. Sanki halkımız “bir yetmez, 22 tane olsun” demiş gibi. Bakanlık şimdi korunan alanlar noktasında da sürece dahil olarak aynı uygulamayı devam ettirecek. Olanı biliyoruz, olacağı da bu.


Çevrecilerin eylem planı ne?

– Çevreciler şimdi ne yapacak?  Eylem planı ne olmalı?

Çevrecilerin en başta yapması gereken aralarındaki tartışmaları bir yana bırakıp, bir araya gelmek. Başta TBMM olmak üzere yasa yapıcılarla bire bir görüşülmeli, AB’nin çevre faslını yürütünlerle bir araya gelinmeli. Alternatif yasa tasarıları oluşturulmalı ve seçim zamanı hesap sorulabilmeli. Konu halkımıza iyi anlatılmalı, ne yapılmak istendiği ve ne olacağı açıklanmalıdır. Türkiye’de herkes olan bitenin farkına varmalı. Yaşam savunucularının birlikte değerlendirme yapması ve bundan sonrası için ortak kararlar alması gerekiyor. Dağınıklığın sona erdirilmesi en büyük dileğimiz. Bu alanda mücadele eden avukatların sayısının artması ise elzem.

– Tasarı öncesi HES’lerle ilgili son durum nedir? Mücadele sizce hangi noktada? Davalar hangi aşamada?

Tasarı öncesi durum şu: Bizler vadiler sit alanı değilken de mahkeme kararları ile çevreye zararı olacağını değerlendirdiğimiz faaliyetleri durdurabilmekteydik. İdare ise mahkeme kararlarını aşmak için çareler üretmekteydi. Her seferinde hukuk devleti anlayışında  gedik açma çabası daha aşılamaz olarak görülen sitleri gündemi getirmişti. Şimdi ise sitler kalkıyor. Açtığımız davaların iptal gerekçeleri, “doğal  alanların sit alanı olması gerekçesi” olmadığından bizler kaldığımız yerden daha motivasyonu güçlü olarak mücadeleye devam edeceğiz elbette.

Uygulama ve idarenin tutumu nedeni ile hukuka olan inanç her geçen gün azalsa da bizler  daha çok yargıya başvuracağız. Bu alanda çalışacak yüzlerce avukat yaratma çabamıza ise  hız vereceğiz.

Son olarak söylemek istediğim, bizlerin vatan haini olmadığıdır. Bizler elektrik de istiyoruz refah da, huzur da. “Her şeyimiz olsun, ama tadımız tuzumuz da olsun” diyenlerdeniz.  Ama durum şudur: Var olan uygulama, kurgulanan mevzuatlar çok kötü. Maalesef bu mevzuat ve uygulayıcıların yetersizliği ülkenin tüm kırsal doğal yaşam alanlarının yok edilmesi ile sonuçlanacak bir uygulamayı dayatmakta. Yapılanın yanlış olduğunu söyleyecek idare tarafında bir akil adamın varlığına ihtiyaç var. Bizlerin ise bu uygulamaya karşı çıkmaktan başka çaresi ise yok. Çünkü yok olan bizlerin yaşam alanı. Yok olan çocuklarımızın geleceği. Yok olan atalarımızın parmak izleri… Var edebildiğimiz ise kültürlerimizdir.

Bu sebeplerle  ya bu mücadelemizi yükselterek yaşam alanlarımızı koruyup kurtaracağız ve çıkacağız, ya da  vatansızlaşacak, köleleşecek, taşeronlaşacağız.  Bizim için  durum bu kadar açık olup, maalesef üçüncü bir seçenek şimdilik  yoktur.

RÖPORTAJ: Işıl Sarıyüce – Yeşil Gazete

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.