Enerji

Enerji krizini çözmek. Mülakat: Sveinung Legard – David Morris

0
İlüstrasyon: © tellus institute.

“Parçaları enerjinin tüketicisinin ayni zamanda bir üreticisi olduğu şekilde biraraya getirmediğimiz sürece, gerçek anlamda sürdürülebilir bir gelecek yaratamayacağımız hissindeyiz” diyor ABD merkezli otuzbeş senelik Yerel Kendi Kaynaklarına Dayanma Enstitüsü başkan yardımcısı David Morris.

İlüstrasyon: © tellus institute.

Morris, ademimerkeziyetçi yenilenebilir enerji sistemlerinin sert bir savunucusu ve merkezileşmiş enerji modellerinin eleştiricisi olagelmiş bir şahsiyet. Bu mülakatta enerji krizinin niçin yerel seviyede çözülmezi gerektiği ve enerji üretiminin niçin demokratikleştirilmek zorunda olduğuna dair savlar sunmakta.

Büyük ölçekli, merkezileşmiş yenilenebilir enerji tesislerine karşı çok tenkitleriniz oldu. Bunu açabilir misiniz?

-Birleşik Devleler’de siyasetin, iş dünyasının ve çevrecilerin önde gelenleri, şiddetli bir şekilde merkezileşmiş bir yenilenebilir enerji yönünü teşvik ediyorlar. Yenilenebilir enerji her yerde bulunup heryerde kullanılabilir olduğu halde, rüzgârın ülkenin ortasında en kuvvetli şekilde estiğini ve güneşin en çok Güney-Batı’da parladığını söyleyip rüzgâr türbinlerinin ve güneş enerjisi tesislerinin buralarda bulunmasını savunuyorlar. Üretilen elektrik kıyılardaki şehirlerde bulunan tüketicilere çok uzun mesafeler boyunca iletilecek. Benzer bir dinamik, liderlerin dev güneş enerjisi tesislerinin muhtemel yerleri olarak Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan bahsettiği Avrupa’da da mevcut. Burada üretilen elektrik de çok yüksek gerilim hatlarıyla Avrupa, Orta Doğu, ve Afrika’nın büyük şehirlerine nakledilecektir.

Bir ülkenin ulusal bakış açısınca bu mantıklı olabilir. Kuzey Dakota’da rüzgâr türbinlerinden veya Nevada’da güneş enerjisi tesislerinden elektrik üretmenin maliyeti Illinois’da rüzgârdan ya da California’da güneşten elektrik üretmenin maliyetinden düşüktür. Hakikaten de Kuzey Dakota ABD’de tüketilen tüm yenilenebilir enerjinin yarısını üretebilecek bir yerdir. Nevada’nın sadece bir kesimi bile Amerika’da tüketilen tüm yenilenebilir enerjiyi üretebilir. Yani federal hükümetin bakış açısınca mesele, bu uzak bölgelerden nüfusun yoğun olduğu bölgelere enerji iletim kapasitesidir.

Birçok önde gelen çevreci bu dinamiği destekler, zira sonuç fosil yakıtların yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değişimidir. Biz bu desteğin uzak-görüşlü olmadığı kanaatindeyiz. Kararları veren insanların kararların tesirini hissedemediği, enerjiyi tüketenin üretildiği yerden çok uzakta olduğu bir dinamiği pekiştirir. Tüketici pasifliğini pekiştirir. Bu şekilde, bundan yirmi beş sene sonra da Minneapolis veya Oslo nüfusunun enerji şebekeleriyle olan ilişkileri bugüküyle ayni olacaktır.

Oysa ki, biz sürdürülebilirliğin ancak tüketicilerin fiili katılımı olursa ulaşılabilecek birşey olduğuna inanıyoruz. Eğer tüketiciler üretici de olursa, enerji ihtiyaçlarının sadece küçük bir oranını üretiyor olsalar bile, sırf tüketici oldukları hâlden farklı düşünür ve davranırlar. Herşeyden önce, enerji verimliliğini azamiye çıkartırlar; çünkü kullanmadıkları her kilovat-saat veya her kalori, enerji bağımsızlığına yönelik atılmış bir adım olur. Kimse önce binanın ısıyı kullanımını asgariye indirmeden gidip de bir jeotermal ısı pompası kurmaz. Kimse önce elektrik verimliliğini iyileştirmeden bir güneş panelleri sistemi takmaz.

Arzın bir kısmına sahip olmaları, diğer enerji sektörleri için de üretici/tüketici ilişkisini değiştirir. Mesala, güneş enerjisi sistemi takılı çatısı olan biri, ciddi bir şekilde elektrikli bir araba mı alayım diye düşünebilir. Sadece arabanın yakıtını çatıdaki sistemden sağlamakla kalmaz, ayni zamanda elektrik ağı çöktüğü takdirde araba yedek bir güç ünitesi olur.

Bir süre önce bir seyahat dergisi için elektrikli arabalar hakkında bir yazı yazdım. California’yı biraz pöhpöhlenmiş bir golf arabasından tutun da 0’dan 100’e 4 saniyede çıkan yeni Tesla’ya kadar birçok farklı araçla boydan boya dolaştım. Arabasını kullandığım herkesin çatısında güneş pilleri vardı. Bazıları önce elektrikli bir araba almış, sonra eve güneş enerjisi sistemi kurmuşlar, başkaları güneş enerşisi düzeneğiyle başlamış sonra elektrikli bir araba almışlar. Bir ev sahibi ya da küçük işletme sahibi güneş enerjisi sistemiyle elektrikli arabaya sahip oldu mu, komşusu da “neden ben de öyle yapmıyorum ki?!” diyebilir; sonra da daha da fazla komşu “niçin biz de öyle yapmıyoruz?!” diyebilir. Sonra belediyeye giderler ve elektrikli araçlarının sessiz oldukları için, egsoz gazı çıkarmadıkları için kent çevresini iyileştirdiğinde ısrar ederler ve şarj istasyonları talep ederler. Böylece sürdürülebilirliliğe doğru son derece organik, gerçek anlamda tabandan bir dinamik oluşuverir.

Tabii ki, bir ulusal hükümet de yenilenebilir enerji kaynaklarını veya elektrikli vasıtaları şart koşan yasalar çıkarabilir. Ancak bunun vatandaşların gönlünü fethetmesi, akıllarına yatması biraz zaman alır. Dahası, birkaç senede bir de seçimler olur, ve sonra gelen merkezi hükümet evvel giden hükümetin yaptığını ters-yüz edebilir. Bizce bütün bu parçaları tüketicinin üretici üreticinin de tüketici olduğu bir şekilde biraraya getirmedikçe sürdürülebilir bir gelecek kuramayacağız.

İlk 1982’de yayımlanan ve şimdi Yerel Kendi Kaynaklarına Dayanma Enstitüsü’nce internet üzerinden tekrar çıkartılan kitabınız Kendine Dayanan Şehirler’e yeni yazdığınız bir önsözde, enerji ve iklim krizinin en nihayetinde yerel seviyede çözülmesi gerektiğini yazıyorsunuz. Bu neden böyle?

-Bunu söylememin birkaç sebebi var. İlk sebebi, yerel yaşıyoruz. Avrupa, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerdeki nüfusun %90’ı şehirlerde yaşıyor. Küresel olarak da, kırda değil kentte yaşayan insanların sayısı yakınlarda %50’yi geçti. Şehirler etkileşim ve iletişimin kolay kılındığı nisbeten yoğun yerlerdir. Şehirlerin girişimciliği ve yenilikleri teşvik edebilecek büyük iç pazarları vardır. Çoğu ülkede şehirlerin kayda değer yetkisi vardır. Toprak kullanımıyla ilgili kurallar koyarlar. Çoğu zaman büyük miktarda parayı çok uzun vadelerle borç alabilirler.

Şimdiki noktadan sürdürülebilir bir topluma sırf ulusal, ya da uluslararası, hükümetlerin kurallar koymasıyla varamazsınız. Mesela ABD’de federal hükümet güneş enerjisi için bonkör bir teşvik vermekte. Teşvik güneş enerjisinin ülkenin büyük bir kısmında ekonomiğe yakın birşey olmasını sağlar. Fakat böyle bir teşvikin var olması güneş enerjisinin basitçe yaygınlaşacağı anlamına gelmez.

Vatandaşlarının sera gazlarını azaltma isteklerine cevaben bir takım devletler elektriklerinin belli bir yüzdesinin yenilenebilir kaynaklardan gelmesi gerektiğine dair yasama yoluna gittiler. Bu doğru istikamette bir adım. Fakat, yenilenebilir enerji nasıl gelişecek? Çatılara güneş pilleri takmak yerel bir mesele; kırsal alanlarda rüzgâr türbinleri kurmak da öyle.

Nihayetinde, eğer sürdürülebilir bir toplum istiyorsak işleri yapmanın yeni yöntemlerini benimsemeliyiz. Avrupa ülkelerinde ve Çin’de yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji, ve de sera gazlarının azaltılması, konularında yenilikler şehirlerden çıkıyor. Hatta, şehirler yeşil olmak üzerine birbirleriyle dostane bir rekabet içindeler ve bu konuda birbirleriyle bilgi paylaşıyorlar.

Birçok kişi, en azından merkezileşmiş Avrupa ülkelerinde, belediyelerin ve yerel yönetimlerin enerji krizini çözecek güçte olmadıklarını söyleyecektir. Buna cevabınız ne olur?

Evet, bu birçok Avrupa ülkesi için Amerika’ya göre çok daha geçerli. Kesinlikle Britanya’nın bir bölünmez hükümet sistemi var. Fransa bazı yetkileri bölgelere ve şehirlere verdi, ama bu da henüz sadece devam etmekte olan bir proje. Diğer taraftan, İngiltere’de bir çok yenilik yerel seviyeden geliyor, ve yine yerel seviyede, rüzgâr çiftlikleri konusu etrafında, ulusal hükümetin yenilenebilir enerji kararlarına karşı muhalefet oluşuyor. Bu da ulusal hükümetin bir şeyi emrettiği ama yerel seviyede uygulanması gerektiği bir durum. Yani, bu ülkelerde bile yerelin çok önemli olduğunu söyleyeceğim. Almanya, İspanya gibi başka ülkeler bölgelere geniş yetkiler tanınmışlardır.

Dile getirilmesi gereken bir başka nokta da küçük ve büyük ülkeler arasında kesin bir siyaset farkı olduğu. Mesela, Norveç’in Şikago büyükşehrinden birazcık daha fazla bir nüfusu var, ve Norveç’te Kristiansand, Arendal, Bergen ve başka şehirlerin kayda değer ve yenilikçi sürdürülebilir programları var.

BK59

David Morris ademimerkezi enerji sistemlerinin büyük ölçekli tesislerden daha verimli olduğunu savunuyor. Fotoğraf: BK59

Ademimerkeziyetçi, yenilenebilir enerji kaynaklarının ileri bir sanayileşmiş toplumun ihtiyaçlarını karşılaşmaya yetmeyeceğine dair yaygın bir kanı var ; hakikaten de o büyük ölçekli, merkezi yenilenebilir enerji tesislerine muhtaç olduğumuza dair. Sizin kanaatiniz ne?

Evet, hem merkezi hem ademimerkezi güç tesislerine ihtiyaç var. Soru ikisinin arasındaki dengenin ne olacağı. Şu anda merkezileşmeye çok yoğun bir şekilde odaklanmış durumdayız. Konut sektöründe, ve ticari ve sanayi sektörlerin büyük bir kısmında ısının ve elektriğin ademimerkezi üretimi enerji arzının hakim şekli olabilir. Enerji-yoğun sanayiler içinse, olamaz. Ama orada bile, önce nasıl ademimerkezi enerji kaynaklarına dayanabiliriz diye düşünürsek, konuya farklı yaklaşabiliriz. Mesela, bir çelik fabrikasının merkezi enerji kaynaklarına ihtiyacı vardır. Ama geridönüştürülmüş çelikten çelik üreten bir fabrika, demir cevherinden çelik yapan bir fabrikaya kıyasla, ton başına çok daha az enerji kullanır.

Yenilenebilir enerji de değişkendir. Onun için hem ısı hem de elektrik gücü depolayabilecek bir sistemleri gözönünde bulundurmalıyız. Ve de yedekleme ve pik anlar için serpişik fosil yakıtlı üretime ihtiyacımız olacak. Bunlar çok ağırlıklı bir şekilde biometan kullanan doğalgazlı tesisler olmalı ve ısıtma sözkonusu olduğunda, kullanabildiği heryerde biokütle kullanmalı.

Eğer şu an sanayi yapısını oluşturan şeyi belirli olarak farzederseniz, evet, merkezi güç tesislerine ihtiyaç duyacaksınız. Ama bundan yirmi yıl sonra daha az sayıda merkezi güç tesisine ihtiyacı olan yeni bir sanayi yapısı arzu edilir olacak. Mesela, ekonominin şu anda en hızlı büyüyen kısmı bilgi yoğunluklu sanayi. Bu temel olarak kalori ile, gıda ile çalışır.

Enerji sistemini demokratikleştirmekten bahsediyorsunuz. Çoğu insan için enerji ve demokrasi iki apayrı fenomen. Demokrasiyle enerjinin sizin aklınızdaki ilişkisi nedir?

-Bir demokrasi, insanların kendilerini idare edecek ve toplumun yapısını etkileyecek kuralları tesis etmelerine izin verir. Enerjinin demokratikleşmesi halkın enerjinin kurallarını tesis etme hakkına sahip olmasıyla olur, ve sıkıca inanıyoruz ki bu kuralları tesis ederken enerjinin en yaygın bir şekilde üretilmesini seçeceklerdir.

Bu ülkede Thomas Jefferson’ın ve Jeffersoncuların etkin bir demokrasinin mülkiyetin olabilen en yaygın şekilde olmasına dayandığına inandıklarındanan bahsederiz . Onun zamanında mülkiyet, o devrin varlığının çoğunu üreten çiftlikler demekti. Jefferson aslında şehirlere karşı çok eleştireldi, çünki şehirlerin insanların hiçbir mülkü olmayan, hiç bir üretim aracına sahip olmadıkları ve sadece ücretli emekçiler olarak varoldukları yerler olarak görürdü. Bügün mülkü tüketici malları olarak düşünüyoruz. Ancak, güç tesisleri Jefferson’un bahsettiği temel varlığı üretiyor. Bu da, bilgili, kendine dayanmak üzerine bir bakışaçısıyla siyaset belirlemeye girişmemize izin verir.

Bu sanki toplumumuzda mülkiyet ve servet dağılımında büyük çaplı değişim gerektirecekmiş gibi geliyor..

-Evet gerektiriyor. Enerji sektöründeki kargaşa, yani dünyanın istikrarsız hasmane yerlerinden ithal yakıtlara bağımlılığımız, merkezi enerji tesisleri hakkındaki endişelerimiz, yenilenebilir enerjinin ademimerkeziyetçi potansiyeli hep bu değişime doğru ilk adımları atmamıza imkan veriyor. Bazen atılması gereken ilk adımların kendileri, bir asırlık gelişmenin aksine gitmek olur. Mesela benim eyaletim olan Minnesota, ABD’de net ölçme kanunu dediğimiz şeye sahip olan ilk eyaletti. Bu kanun geçmeden önce kullandığım yerde elektrik üretebilirdim, ama eğer elektriği dağıtım şirketine satmak istersem dağıtım şirketi benden ikinci bir sayaç takmamı isterdi. Ondan sonra bana sattığı elektriğin tamamı için beni perakende fiyattan faturalandırır, benden aldığı elektrik için de bana daha düşük toptan fiyattan ödeme yapardı. Net ölçme hem ileri hem geri çalışan tek bir sayaç gerektiriyor. Bu çok basit bir kural değişikliği, ama eski kurallar elektriğin dikey bütünleşik bir şirkete ait merkezi bir güç tesisinden nihayi tüketiciye aktığı tek yönlü bir elektrik sistemi farzettiği için yepyeni bir dinamik geliştirdi. Net ölçme çift yönlü, daha demokratik bir enerji sisteminin var olduğunu kabul eder.

Avrupa’da, Fransa’da, Almanya’da İspanya’da filan, sizin feed-in tariff (FiT) gibi başka kurallarınız var. Bunlar kısmen yenilenebilir enerjiyi hareketlendirmek için geliştirilmişler, ama ayni zamanda serpiştirilmiş enerji üretimini teşvik etmek için. FiT çatıya kurulmuş güneş enerjisine toprağa kurulu güneş enerjisinden yüksek fiyat öder; küçük çaplı rüzgâr jeneratörlerine de yine büyük çaplılarından daha yüksek.

Daha önce söylediğim gibi, ABD’de federal hükümet, ülkedeki bütün tüketicilerin yüksek geilim ileti hatları inşa edenleri sübvanse etmeleri gerektiğini ve rüzgâr enerjisinin Kuzey Dakota’da olup Şikago ve New York’a getirilmesi gerektiği için bunlara ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Ama baktığınızda görüyorsunuz ki Şikago’nun bulunduğu Illinois’ın bir hayli rüzgâr enerjisi ve başka yenilenebilir enerji kaynakları da var. Yerel Kendi Kaynaklarına Dayanma Enstitüsü geçtiğimizde Enerjide Kendi Kaynaklarına Dayanan Eyaletler diye bir rapor yayımladı. Elli ABD eyaletinin herbirinin yenilenebilir enerji potansiyelini haritalıyor. Potansiyel diyince farazi potansiyelini değil, var olan ticari potansiyelini kastediyorum. Rapor, ABD eyaletlerinin üçte ikisinin yeterli depolama kapasitesi oldukça kendi iç kaynaklarına dayanmak suretiyle sadece kendine dayanmak değil, kendine yeteceğini belirtiyor. Bu rapor yüksek gerilimli ileti hatlarını desteklememiz gerekmediğini, desteklememeli olduğumuzun kanıtı amprik veriyi sunuyor.

Bu rapordan anladığım, yerel ve bölgesel kaynakların kullanımının ayni zamanda fiyat açısından daha verimli olduğu. Peki bu niçin günümüzde yapılmıyor o zaman? Daha ademimerkeziyetçi bir yenilenebilir enerji sistemi aleyhine çalışan güçler neler?

-Demokatik bir enerji sisteme karşı çalışan tabii ve yapay kuvvetler var. Doğal bir kuvvet idare konusundaki ölçek ekonomisidir. Yapay bir engel yenilenebilir enerjileri teşvik etmek için kaleme aldığımız kurallar.

Yine müsaade edin, ABD çerçevesinden bir örnek vereyim. Federal hükümet rüzgâr enerjisi yatırımcılarına bir teşvik sağlar. Bu vergiden düşme şeklindedir, ama sadece “pasif gelir” denen şeye karşılık olarak alınabilir. Bu maaş ya da hisseden edinilen değil, bir işletmeden edinilen gelirdir. Yani kâr eden şirketler tarafından edinilen gelirdir. Demek ki, bu teşvikten yalnızca büyük ölçekte vergi mükellefiyeti olan tüzel kişilikler faydalanabilecektir. Büyük şirketler ise 50-100 milyon dolarlık yatırımlar yapmak isterler ki muamele masrafları asgariye insin. Bu vergi kanununun sonucu olarak hazır bulunmayan mal sahiplerine ait büyük ölçekli rüzgâr çiftlikleriyle kalakalırsınız.

Vergiden düşmenin iade şeklinde olduğu başka bir vergi teşviki uygulamak mümkün. Bu herkesin eşit zeminde teşvik alacağı anlamına gelir. Eğer 500 dolar teşvik varsa ve siz yerel rüzgâr üretimine 500 dolar yatırdıysanız, 500 dolar iade alırsınız. Merkezi hükümet açısından bakıldığında, kaybedilen vergi geliri ayni miktarda. Rüzgâr enerjisi üretimini geliştirmek açısından bakıldığında, aracının kendine pay ayırdığı pasif gelir vergisi teşvikine nazaran daha fazla para rüzgâr türbini inşasında kullanılıyor.

Geçerli rüzgâr enerjisi için vergi teşviki sistemini değiştirmek yatırımcı sayısını şimdiki birkaç bin, belki birkaç yüzden, bu tip şeylere yatıracak parası olan yaklaşık elli milyon haneye çıkarır. Yani tabii, ertesi sene yeterince parayı vergi iadesi olarak alacaklarını bilseler. Bu kuralı değiştirirsek merkezi, hazır olmayan mal sahiplerine ait tesislere iltimas etmeyi bırakır, ademimerkeziyetçi ve serpişik enerji üretimini teşvik etmeye başlarız.

( © Communalism: A Social Ecology Journal. Aralık 2009. )

More in Enerji

You may also like

Comments

Comments are closed.