Yeşeriyorum

Mor Gabriel’e Dokunma, Kardeşime Dokunma

0

Sözde “dinlerin ve dillerin şehri” Mardin’deki Mor Gabriel Manastırı’nın iki yıldır yılan hikâyesine dönen toprak davaları ve hak gasbına karşı yazıma bir Alevi öğretisiyle  başlamak istiyorum : “Ayıptır, Günahtır, Yazıktır” beyler.

Mor Gabriel davasını yeniden hatırlayalım : İki yıl önce Mardin-Midyad’da AKP’li Süleyman Çelebi aşiretine bağlı köylere (Yayvantepe, Eğlence ve Güngören Köyü) komşu olan manastıra karşı arazi davası açılmıştı. İslam öğretisindeki “Komşun açsa, sen tok olamazsın. Komşun acı çekiyorsa sen mutlu olamazsın.” deyişi bölgedeki mevcut anlayış yüzünden anlamsızlaşıyor. Komşuya bak hele!

2008’de Midyad ve civar köylerine kadastro gelmesiyle birlikte köylülerin iktidarda bulunan AKP’li Çelebi’den aldığı güçle açtığı davalar günümüze dek sürmüştür. Bu güne dek tapusuz olan bu köylerde yaşayanlar, kendi toprakları yetmezmiş gibi gözlerini bir de Mor Gabriel Manastırı’nın topraklarına dikmişlerdir. Bir anda kendilerini mahkeme koridorlarında bulan manastır yetkilileri, bu ülkede Süryanilere (gayri müslimlere) ne yazık ki hala tahammül edilemediğini peş peşe açılan davalar sırasında gördüler. Köylülerin birbirlerine şahitlik etmesiyle sınırlarını genişletmek isteyen bir kısım köylüler manastır toprağını elde etti ve bu topraklar davalı köylerin sınırlarına dahil edildi. Mor Gabriel’de yaşayanlar sınır tespiti için yeni bir dava açtılar bunun üzerine. Mardin Yerel Mahkemesi’nde sınır tespit davasını kazandılar kazanmasına da, köylüler bu durumu sindiremeyip olayı temyize götürdüler arkalarındaki siyasi güce güvenerek. Yargıtay da referandum öncesinde (temmuz ayında) yerel mahkemenin Mor Gabriel lehine olan kararını aleyhte bozdu. Bunun sonucu olarak, bu toprakların ilk sahibi olan 6000 yıllık Süryaniler, 1611 yıllık bu manastırlarının bulunduğu toprakları hazineye terk etmek zorunda olduklar için derinden sarsıldılar. 2008 Aralık ayında kadim Süryani halkına sahip çıkmak için İzmir Barış Meclisi ile ortaklaşa başlattığımız “www.morgabrieledokunma.com” kampanyası sürerken tekrar, sil baştan mahkeme süreçleri göründü Mor Gabriel’e.

Şimdi Mardin İdari Mahkemesi’ne yeniden dava açacak, oradan da olumlu sonuç çıkmazsa AHİM’e gidecek olan Süryaniler’in yaşadıkları bu derin üzüntü Mor Gabriel Manastırı’nın Metropoliti Timotheos Samuel Aktaş’ı bile çileden çıkarmıştır. Düne kadar ısrarla ve inatla adalete güvenmek isteyen Samuel Aktaş, halk olarak yaşadıkları bunca acıdan sonra bu ülkede adalete ne kadar güvenebilir, bilmiyorum. Bu kadar hoşgörülü ve sabırlı bir halkın aslanı olan Samuel Aktaş hala bir umut ışığı arıyordu kendisiyle röportaj yaparken. Bu toprakları ne olursa olsun terk etmeyeceklerini, sonuna kadar hukuk mücadelesine devam edeceklerini anlatan yüreği ile bir Süryani aslanı gibiydi sayın metropolit.  Seyid Rıza’nın “Ben sizin yalanlarınıza baş edemedim ya, bu bana ders olsun; ben sizin önünüzde eğilmedim ya, bu da size ders olsun.”  sözleri sanki Süryani halkı için söylenmişti. Belki de bu yüzden devlete güvenmeye devam ederek “Ayıptır yaptıkları” demekten başkaca bir şey demiyordu sayın metropolit.

Boyalı basında, hükümet yanlısı medyada sürekli “Süryaniler köylerine dönüyor, bölge ekonomisi canlanacak ve çağdaşlık gelecek” diyen hükümet yetkililerin sözleri geliyordu aklıma. Kundaktaki bebek bile gülüyor artık bu sözlere. Manastır toprakları ellerinden alınmak istenen bir bölgede Süryani halkı devletle nasıl buluşacak, “diaspora”da yaşayanlar nasıl köylerine geri dönecek, bilmiyorum. Cevabını veremediğim binlerce soru uçuşuyor beynimde. Bu ülkede anayasal bir güvenceyle Süryanilere can, mal, ekonomik ve sosyal güvence verilmediği sürece devletin bu çağrısının hiçbir anlamı olmayacaktır.

Gelelim Mor Gabriel Manastırı’nın vakıf başkanı dostum Kuryakos Ergün’le sohbetimize : Kendilerine yapılan haksızlıkları anlatırken gözleri doluyordu. Gözlerinin kaçak-göçek bakışlarında ve buğusunda hem bu topraklarda 1915’ten bu yana yaşadıkları acıları, hem de başka bir ülkede yaşamak istemiyor olduklarını görmemek için kör olmak lazımdı. Bu yazıyı kaleme alırken birden düşündüm de, Süryani halkının sadece hayatları değil, bakışları da dokunuşları da konuşmaları da  kaçaktı .47 yıllık çileli ve ötekileştirilen ömrünün hemen hemen tamamı bu manastırda geçen dostum Kuryakos’u sevgili büyüğüm Orhan Miroğlu ağabeyim   “KARDEŞİM KURYAKOS”  adlı yazısında zaten anlattı anlatacağı kadar.BDP Mardin  milletvekili sayın Ahmet Türk de hepimizin bildiği gibi Süryani halkından özür diledi geçtiğimiz yıl içersinde. Ama bu resmi bir özür olmadığı sürece sanırım bu sancılar daha çok devam edecektir.3 Kasım 2010’daki Mor Gabriel davası ve Kuryakos  Ergün’ün cezalandırılmasını da isteyen zihniyet de yine o bildik anlayışlardı.

Konuşmayan/konuşturulmayan dillerin altında hep aynı acı, hep gözyaşı, hep kan vardı. Onları bu acılara boğanlara; insanın, insana yanmasına engelleyenlere sözümüz var. “Edi bese”, “sofeg Hoğil”, “Yeter artık”. Hepimiz Süryaniyiz, hepimiz insanız. İnsan hakları savunucuları ve barışseverler olarak bu davanın takipçisi olacağımızı Süryani halkı ve herkes bilmeli. “Yanacaksak birlikte yanacağız” demiştik kadim Süryani halkıyla yola çıkarken. Ve buradan diyorum ki, bir Ağa Petros, bir Hakkari’li Sürma hanım ne kadar Süryani ise ben de o kadar Süryaniyim.

Yaklaşık iki yıldır Süryani halkının bir mirası olan bu manastırda yaşayanların yürekleri ise sürekli güvercin tedirginliğinde. Bu halkın payına bunca yıldır hep acı, hep gurbet, hep zulüm düştü. Oysaki bu ülkeden tek istedikleri, kendi anavatanlarında insanca ve onurlu biçimde yaşamak…

Türkiye, son iki yıldır Süryani halkının yaşadıkları bu acıları görmelidir artık. Diyarbakır Kadim Meryem Ana Kilisesi’ndeki çan hadisesi, Mardin-Nusaybin’de Mor Yakup Kilisesi’nin duvarlarına çirkin yazılarla saldırılması, geçtiğimiz ağustos ayında Mardin-Midyad-Anhel’de devlet erkânının katılarak açılış yapıldığı iki kilisenin (Mor Kuryaqos ve Mor Eşayo) içinde  bulunduğu ve diasporadan dönenlerin yoğun olarak yaşadığı bu köyde Eylül ayında 2 hafta içinde 5 hırsızlık olayının gerçekleşmiş olması ise kesinlikle bir tesadüf değildir.

10.10.2010 da Midyad’a bağlı DERGUBE köyünde sadece Süryani ve hristiyan olduğu için dövülen gençlere “Hristiyanların katli vaciptir” diyenler bu gücü nereden alıyor sizce?

Gündelik basit olaylar gibi görünen bu olayların tek bir amacı var : Kalan son Süryanileri sindirip bu ülkeden kaçırtmak, mallarına el koymak.

Görünen o ki, uluslararası hukukta o kadar çok cezai müeddiye alan ülkemiz bu dava AHİM’e taşınırsa yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalacak yine. Mor Gabriel davası siyasi bir dava değil gibi görünse de gizli ve karanlık güçlerin arkasında olduğu bu dava tamamen politik bir davaya dönüşmüştür artık. Oysa ki Süryani halkının tarihsel bir mirası olan ve insanlık tarihine mal olan bu doku korunamazsa / sahiplenilmezse bu durum bölgede emsal teşkil edecek ve gayri Müslimlere ait ne kadar tarihi eser, yapı, heykel, kilise, manastır varsa hepsi aynı kaderi paylaşacaktır. Bugün, bölge manastırlarının var olmaya devam etmelerinin ve işlevsel hale gelmelerinin yolu Mor Gabriel’e sahip çıkmaktan geçiyor. Bu dava sadece Süryani halkının bir davası değil, aynı zamanda büyük insanlığın da davasıdır. Vicdan sahibi olan, “insanım” diyen ve bu dokunun bozulmasını istemeyen başta ekolojistlerin, barışseverlerin, insan hakları savunucularının, yurtseverlerin, ezilen halkların kardeşliğine inananların, devrimcilerin… Yani hepimizin davasıdır.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.