Dış Köşe

Hicap duymak – Nilüfer Kuyaş

0

Erkeklerin yüzyıllarca kadını kontrol etmek için takmaya zorladığı hicap örtüsünü şimdi birçok kadın özgür iradesiyle taktığını söylüyor.

Ama aynı kadınlar hicabın erkekler tarafından siyasi İslam sembolü yapılmasını engelleyebiliyorlar mı?

Dinî muhafazakârlık kabarışının aracı olmaktan kurtarabiliyorlar mı türbanı? Elbette hayır. Böyle bir güce sahip değiller çünkü.

Burada çok derin bir sosyolojik çelişki var. Türban takan kadın hiç baskı görmeden, gerçekten özgürce mi karar veriyor yoksa bir dayatmayı mı içselleştiriyor? Bunu bilmek hayli zor. Ama kadınların yüzde yetmişe yakın oranda örtündüğü bir toplumda bana asıl başını örtmemek kişisel bir seçim olarak görünmeye başladı. Kişisel seçim herhangi bir sosyal grubun baskısı olmadan alınmış karara denir. Çoğunluğun dayattığını yaparsanız, oradaki kişiselliğin görünürlüğü kalmıyor.

Nedeni de gayet açık: Birincisi, kadınlar henüz din dâhil hiçbir sosyal alanda özgür ve erkeklerle eşit değiller. Eşit olsalardı, o zaman bir kadının hicap takıp takmaması sırf kendisini ilgilendiren, gayet önemsiz bir konu olurdu. Maalesef şu anda öyle değil.

İkincisi, dinî inancın kendisi hâlâ kişisel bir seçim olmaktan çok uzak, ağır bir sosyal baskı sözkonusu, ayrıca din de cinsiyet ayrımcılığı üzerine kurulu. İslam dini kadınlara eşitlik tanısa, örneğin kadınların imam ve hatip olmasına izin verse, bütün kurumsal çelişkileri bir yana Diyanet İşleri’ne bir kadın da başkan seçilebilse, belki o zaman türban takmanın da sahiden kişisel bir seçim olması anlam kazanabilecek.

Ama bu da yeterli değil. Ayrıca din dediğimiz alanın vicdan hürriyetiyle çelişmemesi gerekiyor.

Hâlbuki Türkiye’de Alevilerin, gayrımüslim azınlıkların ya da dindar olmayanların hedef olduğu yasal ve toplumsal baskılar azımsanacak gibi değil. Laikliğini tamamlayamamış bir ülkede başka türlü olması beklenemezdi zaten.

Biz hâlâ kimlik kartlarından din hanesini kaldıramamış bir ülkeyiz. Benim Müslüman olduğuma niçin devlet karar veriyor? Reşit olduğum zaman kendim karar vereceğim dinî inancıma. Gerçek laiklik ve gerçek vicdan hürriyeti budur. Gittiğim okulda da din dersi seçmeli olacak, mecburi değil. Kimlik kartımda din yazmayacak. Ancak bütün bunlar gerçekleştiği zaman, bir kadının türban takıp takmaması da gerçekten kişisel seçimi olabilir. Türkiye gibi bunlardan hiçbirinin olmadığı bir ülkede, kızlar üniversiteye türbanla girsin mi diye tartışmak, bence çok anlamsız.

Elbette türban takanlar da üniversiteye girebilmeli, ama çözüm bununla sınırlı kalamaz. Örtünmek bugün demokratik kamusal alanda kullanılan bir hak. Dolayısıyla bütün haklar gibi bu hakkın da sınırları açıkça çizilmek zorunda. Demokrasi her şeyden önce belli bir zümrenin baskısından kurtulmak demektir. Daha önemlisi, demokrasideki kurumların işleyişi belli bir şeffaflığı şart kılar.

Demokrasi bazı zamanlarda görünürlük ister, buna yüzün tanınması da dâhildir. Kimlik fotoğrafı çektirirken, oy kullanırken, havaalanı güvenliğinden geçerken ve benzeri örneklerde yüzün tanınırlığını kısmen ya da tamamen engelleyen bazı pratikler demokratik şeffaflıkla çelişebilir. Toplumun bu çelişkileri çok dikkatle müzakere edip çözmesi gerekir.

Aynı şekilde, laik bir ülkede yaşıyorsak, kamu hizmeti aldığımız yerlerde karşımıza dinî kılığa bürünmüş devlet memuru çıkamaz; türbanlı yargıç, türbanlı Anayasa Mahkemesi üyesi olamaz mesela. Bir yandan da sivil kamuda doktorluk gibi bazı meslekler belli bir giyim tarzı gerektirebilir. Türbanlı bir cerrah ameliyata nasıl girer, tam hayal edemiyorum. İşin özeti şu: Türban takmayı vazgeçemeyeceği bir kişisel hak olarak gören kadın, bu uğurda diğer bazı haklarından vazgeçmek zorunda kalabilir, yoksa demokrasi olmaz.

Ama bütün bunlardan çok daha ciddi bir başka sorun var ortada.

Çoğu kadın türbanı toplumun ona nasıl baktığını kontrol etme güdüsüyle seçiyor bence, böyle bir sosyolojik olgu var. Cinsel tacize uğramamak, saygı görmek istediği için takıyor türbanı. Muhafazakâr, otoriter, şiddetin yaygın olduğu, erkek-egemen bir dünyada daha emniyette olmak, daha serbestçe dolaşmak, kısacası rahat etmek için takıyor.

Bu durum başı açık kadınların aynı ölçüde ama ters orantıda rahat etmemesi, emniyette olmaması, cinsel nesne olarak görülmesi, açık hedef olması anlamına gelirse, iş ciddileşir. Bir yanda türbanlılar rahibeler gibi kutsal bir dokunulmazlık kalkanıyla dolaşırken, diğer yanda başı açık kadınlar daha savunmasız kalırlar.

Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki protesto gösterisinde polisin ağzını eliyle kapattığı, kaba kuvvete hedef olan genç kızın yerinde başörtülü bir kız olabilir miydi? Türbanlıysa şefkat göster, başı açıksa dokun mesajı yok mu burada?

Kadın erkek ayrımcılığı yanında şimdi bir de kadınlar arası ayrımcılık, hem de taciz ve şiddet temelinde. Çok vahim. Feminist hareket bir dönem buna karşı çıkmıştı, saflar tekrar bölündü. Galiba yeniden düşünme zamanı.

Başımda örtü yok ama bu ülkedeki otoriterlik derin hicap duymama yetiyor.

(Taraf Gazetesi – 8 Ekim 2010)

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.