Köşe Yazıları

Yeşiller Türkiye’de de üçüncü ana akım olmalı

0

Latin Amerika’da yeşillerin başardığı oy patlaması bu haftanın en önemli haberiydi. Marina Silva’nın Brezilya devlet başkanlığı seçimlerinin birinci turunda %20’ye yakın oy almasını Yeşil Gazete’de ayrıntılarıyla ele almaya çalışıyoruz. Brezilya Yeşil Partisi’nin adayı Silva, Latin Amerika’da yüksek oy alan ilk yeşil aday değil. Daha önce Kolombiya’da da Yeşiller’in FARC gerillaları tarafından yıllarca rehine olarak tutulan eski devlet başkanı adayları Ingrid Betancourt ile başlayan, ardından 2010 başkanlık seçimlerinde Yeşil aday Antanas Mockus’un ilk turda %27,5 oy alıp ikinci tura kalmasıyla artan popülerliklerini hatırlamak lazım.

Latin Amerika’da solun yükselişi ve birçok yerde iktidara gelen sosyalistlerin klasik kalkınmacı anlayışı sürdürmesi Yeşiller’i alternatif haline getiriyor. Bunun bir istisnası Bolivya olabilir. Kendisi de bir sosyalist olan Evo Morales, iklim değişikliği, ekoloji ve yerli halklarla ilgili öyle sağlam politikalara sahip ki, bir yeşil parti üyesi olmasa da, belki Morales dünyanın tek yeşil devlet başkanı sayılabilir.

Dünya yeşillerindeki bu kıpırdanma Latin Amerika’yla da sınırlı değil. Geçen yıl Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ekolojistlerle birleşerek Avrupa Ekoloji adı altında seçime giren Fransız Yeşilleri’nin %16 oy alıp ikinciliği kıl payı kaçırması, 2009 federal seçimlerinde %10’u aşan Alman Yeşilleri’nin son kamuoyu araştırmalarına göre bugün seçim yapılsa %24 gibi rekor bir düzeyde oy alabileceğinin ortaya çıkması çok önemli gelişmeler. Üstelik en dezavantajlı seçim sistemlerine sahip İngiltere ve Avustralya’da bile Yeşil Partiler son seçimlerde ilk kez milletvekili çıkarmayı başardılar. Son durum Yeşiller’in pek çok Avrupa ülkesinde uzun süredir  devam eden üçüncü parti konumlarını sağlamlaştırmakla kalmayıp kilit parti olmaya başladıklarını, hatta artık koalisyonların birinci partisi olmaya oynayabileceklerini gösteriyor.

Türkiye’de ise Yeşiller Partisi henüz çok genç  ve seçimlere girecek şartları yerine getirmiş değiliz. Ama 12 Eylül ürünü bu anomalinin, yani insanlar politikadan uzak dursun, sistemin uygun gördüğü partiler dışındaki siyasi hareketler seçimlere girmesin diye konmuş olan 41 ilde örgütlenme şartı, seçim koalisyonu yasağı gibi kısıtlamaların artık aşılması gerekiyor. Hele ki referandum sonrası yaşanan değişimin bir “normalleşme” olduğu iddia edildiğine göre, artık öncelikle seçim barajının kaldırılması, seçime girmek için partilere konan zorlayıcı şartların yasalardan temizlenmesi ve siyasi partilerin kendi politikalarına uygun bir şekilde örgütlenmelerinin önünün açılması şart oldu. 12 Eylül’ün tek tipleştirici kısıtlamaları kaldırılmadan normalleşmenin tamamlanması mümkün değil.

Önümüzdeki seçimler bundan tam 8 ay sonra, 5 Haziran 2011’de, yani tesadüfe bakın ki tam da Dünya Çevre Günü’nde yapılacak. Yeşil politikayı  5 Haziran seçimlerinden itibaren artık Türkiye’de de siyasetin belirleyici renklerinden biri haline getirmek zorundayız. Ama bunun için sadece bizim çok çalışmamız, iyi örgütlenmemiz, doğru politikalar üretmemiz yetmez. Her şeyden önce politika yapmanın, demokratik siyasetin ve adil bir seçim sisteminin önünün açılması gerekiyor.

Siyasi istikrar Türkiye’de sadece tek partiden oluşan hükümetlerin iktidar olması olarak anlaşılıyor. Oysa çoğu zaman düzgün işleyen koalisyonlar, hatta azınlık hükümetleri daha demokratik bir siyaseti mümkün kılar. Türkiye’de de demokratik siyaset için birinci şart Kürt sorununun barışçıl çözümüyse, ikinci şart yeşil politikanın ülkenin ana akımlarından biri olmasının önünü açacak bir normalleşmedir.

İklim değişikliğinin ağırlaşması, giderek ağırlaşan doğa yıkımı, enerji krizi ve yeşil ekonominin önemi yeşilleri bütün dünyada gerçek alternatif  haline getiriyor. Yeşiller artık Türkiye’de de olması gereken yere gelmeli, üçüncü ana siyasi akım olmalı.

You may also like

Comments

Comments are closed.