Yeşeriyorum

Yetmez! Ama Evet! / Gökçen Özdemir

0

Anayasa Mahkemesi, Anayasa reformu konusundaki yasa (tasarısı?) ile ilgili iptal davası konusunda beklenen kararını açıkladı; ve Mahkemenin raportörünün görüşünün aksine iptal başvurularını tamamen reddetmeyip, değişiklik paketindeki bazı ifadeleri iptal etti. Böylece, yine varlık sebebi olan, ruhen ve lafzen korumakla yükümlü olduğu Anayasayı deldi.

Neden?

İlkin, Mahkemenin pakette yaptığı değişiklik, paketin özsel unsurlarına dokunmayan, bazı tali hususlardaki kısmi detaylar gibi görünse de neticede TBMM’nin yasama sürecinden çıkmış bir yasal metnin içeriğine müdahale niteliği taşıyor. Halbuki, 1982 Anayasasının, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini vaaz ettiği 148. maddesi Mahkemenin böyle bir yetkisi olmadığını, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor:

MADDE 148. – Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. (…)

Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. (…)

Görüldüğü gibi Mahkemenin yetkisi anayasa değişikliklerinin sadece değişiklik teklifinin Meclis’te kabulü sürecindeki prosedürün yerine getirilip getirilmediğiyle ilgili bazı detayların denetlenmesiyle sınırlanmış durumda. Mahkemenin yaptığı ise değişiklik paketinin unsurlarının, Anayasanın, Cumhuriyetin temel nitelik ve ilkelerinin sıralandığı ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümlerinin vaaz edildiği 3. ve 4. maddelerine referansla esas yönünden denetlenmesi. Mahkemenin böyle bir yetkisi olduğu anayasanın hiçbir yerinde yazmamakta.

Üstüne üstlük, paket değişikliği teklif edilemeyecek maddelerin hiçbirini doğrudan içermemesine rağmen, içeriği, değişikliği teklif edilemeyecek maddelerin içerdiği ilkelerin ruhuna aykırı olmaları gerekçesiyle, oldukça dolaylı bir çerçevede yorumlanıp, yeniden düzenleniyor. Mahkemenin böylesi bir yorum yapma yetkisi anayasa ile belirlenmiş bir şey değil. Daha ötesi, anayasa değişikliği metinlerini, diğer kanunlarda yaptığı şekilde, cümle cümle inceleyip, ifadelerini parça parça çıkarıp, metni yeniden düzenlemek de -ki açıktır ki bu kanun koyucu yerine geçip, kanun metni yazmak; dolayısıyla yasamanın yetkisine müdahale etmek demektir- Mahkemenin anayasal bir yetkisi değil.

İşin en kötü tarafı, Anayasa Mahkemesi bunu ilk kez yapmıyor. Daha önce 2008’de türban konusunda hazırlanan değişiklik teklifinde de aynı yoruma dayanarak, teklifi esastan değerlendirip, iptal kararı vermişti. Bu kez daha ileri giderek, değişiklik metinlerini yeniden yazmaya cüret ediyor. Böylece bu konuda bir içtihat yaratıyor. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, yetkileri konusundaki özgün yorumunu, Anayasal yetkisi imiş gibi tekrar tekrar empoze ederek, kendi anayasasını kendi yazıyor.

Ayrıca, değişiklik paketinin Anayasa Mahkemesine götürülüşünde ve sonucunda verilen kararda çok tartışmalı ve hukuki boşluklar yaratan hususlar var.

İlkin, bu paket Meclis’te kabul edildiğinde kanunlaştı mı, kanunlaşmadı mı? Resmi Gazetede yayınlanması, Referandum süreci yaşanmadan, paketin bir kanun haline gelmesi için yeterli mi, değil mi? Anayasa değişiklikleri Referandumda onaylanmadan kanun niteliği taşır mı taşımaz mı? Bu konu tartışmalı görünüyor. Çünkü hukuki bir açıklık yok.

Ancak, hukuki mantık açısından baktığımızda, bir anayasa değişikliği metninin kanun haline gelmesi, onun anayasanın parçası haline gelmesi demek değil midir? Ve bir anayasa değişikliği metninin (tabi özellikle şu an tartıştığımız spesifik süreçte) anayasanın parçası -dolayısıyla bir kanun- haline gelebilmesi için Referandumla onanması gerekmiyor mu? Bu onama olmadan bu paketin 148. maddede yazdığı gibi kanun ya da Anayasa değişikliği sayılması ve Anayasa Mahkemesinin denetimine götürülmesi ne kadar mümkün olabilir? Dediğimiz gibi ne yazık ki pozitif hukukta bu konuda bir açıklık yok.

Daha ötesi, pakette pasajlardan çıkarılan metinler yeni hukuki boşluklar ve tartışmalı durumlar yaratıyor. Cumhurbaşkanının yüksek yargı organlarına atamalarında, yargı organları dışından adayların Hukuk kökenlilerle (avukatlar ve hukuk fakültesi akademisyenleri) sınırlanması, teklifin ilk halinin içerdiği göreli disipliner çeşitlendirmeyi (iktisadi ve idari bilimler eğitimi alanlar) daraltıyor. Kimi değerlendirmelere göre hiçbir önem taşımayan tali bir değişiklik olsa da bu daha fazla demokratikleşme beklentileri olan kesimler açısından paketin reform niteliğini zayıflatıyor.

Yüksek yargı organlarının üyelerinin seçiminde uygulanacak usulle ilgili değişikliği düşünürsek; acaba bu seçimlerde oy kullananların yalnızca bir adaya oy verebilecekleri ibaresi metinden çıkarılınca, seçmenlerin kaç adaya oy verebilecekleri -seçilmesi gereken kişi adedi kadar mı, yoksa daha az ya da fazla bir adette mi- konusunda boşluk doğmuyor mu? Bu konuda eski anayasa metnindeki pasajlar otomatik olarak yürürlükte mi kalacak? Yoksa metnin bu pasajları konuya açıklık getirecek şekilde yeniden mi düzenlenecek? Peki buna kim yetkili olacak? Paket yeniden Meclise mi gelecek? Yoksa bazı CHP’lilerin iddia ettiği gibi bu konuda kararı Yüksek Seçim Kurulu mu verecek? Ya da metin bu ifadeler çıkarıldıktan sonraki haliyle, olduğu gibi referanduma gidip; kabul edilirse, aynı konuda tamamlayıcı bir kanun çıkarılması mı gerekecek? Bu mesele de oldukça tartışmalı sanıyorum…

Diğer yandan, itiraf etmeli ki Mahkemenin seçimlerde uygulanacak prosedürle ilgili bu müdahalesi, oylama konusundaki oldukça garip ve AKP’nin kısır siyasi hesaplarına dayalı bir sınırlamayı gidermesi anlamında olumlu. Bir de üzerinde en fazla tartışmanın yapıldığı bir konuda tartışmaları ve itirazları kısmen de olsa sonlandırması, paketin bütününün demokratikliği ve kabul edilebilirliğini görece pekiştirdiği için anlamlı denebilir.

Ancak gönül isterdi ki bu konudaki müdahaleyi yapan başına buyruk bir yargı organı olmasın. Keşke siyasi sistemimiz ve siyasi kültürümüz, henüz paketin oluşumu aşamasında AKP’nin kısır hesaplarına karşı kitlesel bir baskının oluşmasını ve bunun AKP’yi bu hususta daha demokratik bir düzenlemeye gitmek konusunda motive etmesini sağlayabilseydi. Ne yazık ki demokratik kültürümüz bu olgunlukta değil. Yine de demokrasilerde halkların hata yapma ve hatalarından ders alma hakları da olmalıdır. Bu durum başına buyruk bürokratik kurumların vesayetinden evladır.

Anayasa Mahkemesinin son kararını, iç siyaset bağlamında daha yakından incelersek, ilk dikkat çeken Mahkemenin son kararındaki tutumunun daha öncekilere göre daha çekingen ve tedbirli olduğu. Bürokratik elit için önem taşıyan bazı stratejik detaylar dışında, daha sert ve geniş bir müdahaleden kaçınmış görünüyor. Bunun birkaç nedeni olabilir: Mahkemenin 2008’de türban konusunda verdiği iptal kararının çektiği yoğun tepki ve son dönemde Mahkeme üyeleriyle -özellikle Fulya Kantarcıoğlu ile- ilgili olarak ortaya çıkan şaibeler gibi. Bu konularda ortaya çıkan tartışmalar sonucu Mahkeme, bir yandan yargı organlarının giderek siyasallaştığı ve hükümet karşısında bürokratik vesayetçi rejimi savunmaya çalışan bir siyasi bloğun parçası haline geldiği yolundaki ithamları pekiştirecek çapta bir karar vermekten kaçınırken; bir yandan da yargı bürokrasisinin elinde tuttuğu son mevzileri yitirmemek için gerekli bazı önlemleri almaya çalışıyormuş gibi. Sanki yargı bürokrasisi vesayetçi rejimin kalesinin dış burçlarını terkederek, elinde kalan iç duvarları korumak üzere ricat ediyor.

AKP cephesi ortaya çıkan durumdan oldukça hoşnut. Mahkemenin esasa müdahalesini Anayasaya aykırı olduğu için eleştiriyorlarsa da sonuçta paket, birkaç detay -önemsiz sayılamasa da detay- dışında Mahkemenin denetiminden geçmiş ve Referandum sürecine girmiş durumda. Bu yüzden AKP’liler oldukça pragmatik bir tutumla, kendilerini bu muharebeyi en az kayıpla atlatmış olarak, savaşa devam etmeye hazır hissediyorlar.

Buna karşın Mahkemenin tutumu CHP ve diğer statükocu muhalefeti husursuz ediyor ve verdiği karar bu kesimin beklentilerini hiç mi hiç karşılamıyor. CHP ve MHP adına konuşan isimler Referandumda Hayır bayrağı açacaklarını ve Referandumu AKP iktidarına karşı güvenoylaması niteliğinde bir plebisite dönüştüreceklerini ilan ediyorlar. Bu can havliyle başvurulan tutum sapla samanı birbirine karıştırıyor ve muhalelefet partilerini uzun vadede ciddi bir töhmet altına sokuyor.

Ama şahsen CHP ve MHP’nin beklentilerinin aksine, halkın Referandumda paketin içerdiği anayasal reformu, AKP hakkındaki genel tutumuyla özdeşleştireceğine inanmıyorum. Bu yüzden muhalefet partilerinin, Referandumda ortaya çıkacak oy oranlarını AKP ile ilişkilendirmeleri halinde çok yanlış ve kendileri için riskli sonuçlara ulaşacaklarına şüphe yok.

Şimdi asıl soruya gelelim: bu tablo karşısında ve elbette Referandumda Yeşillerin tutumu ne olmalı? Hiç kuşkusuz son dönemdeki ünlü sloganla söylersek: “Yetmez! Ama Evet” olmalı. Bunun temel nedeni, Nisan ayında gerçekleştirilen Yeşiller Partisi Parti Meclisi toplantısında kabul edilen resmi tutumun, zaten bu slogana paralel nitelikte olması. Nitekim, o toplantıda kabul edilen metinde anayasa değişikliği paketinin, hak ve özgürlüklerin genişlemesi, demokratikleşme ve özellikle çevre ve ekolojik denge açısından pek çok eksiği ve bazı olumsuzlukları olmasına rağmen, vesayetçi rejim karşısında kısmi ve göreli bir ilerleme sağlayabileceği için şartlı bir desteği hakettiği ifade edilmişti.

Şu andaki koşulları gözden geçirdiğimizde, Nisan ayındaki halinden, Meclisteki oylamada reddedilen iki madde ile Anayasa Mahkemesinin son değişiklikleri dışında farklı olmayan bir anayasa değişikliği paketinin bütününü oylayacağımız bir referandumun eşiğinde olduğumuzu görüyoruz. Bu arada son değişikliklerle, yargının idare karşısındaki bağımsızlığıyla ilgili kaygı ve tartışma doğuran bazı kritik noktalar da elimine olduğundan, paketin hak ve özgürlükler ve demokratikleşme açısından azımsanmayacak bir ilerleme getireceğini söyleyebiliriz.

Bu yüzden, tüm eksikliklerine rağmen, bu paketin geri tepilmemesi gereken bir fırsat olduğunu düşünüyor ve 12 Eylül’de tüm Yeşilleri sandığa gidip, EVET oyu vermeye çağırıyorum.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.