Yeşeriyorum

Deniz Olunmalı Oğlum..

0

“Denizin üstünde ala bulut/yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık /dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam/durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,/gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, /yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o. /Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Şimdi “Deniz” olunma zamanıdır. Vakit beş Mayısı altı Mayısa bağlayan o kara gecedir; darağacına üç fidan çekilir, darağacı kuru ağaçlığına bakmaz utanır da, karşısına geçip seyreyleyenler utanmaz. Gece sabaha koşmak istemez, güneş ışıklarını vermek istemez.

İşte o vakitlerdir şimdi, işte o nedenle “Deniz” olunmalıdır şimdi. Bütün dünya denize boğulmalı; gemisiyle, balığıyla, bulutuyla, yosunuyla, şimdi deniz olunmalıdır.

Büyük usta Nazım Hikmet ne güzel anlatmış salt bulut, gemi, balık, yosun olmanın yetersizliğini. “Olacaksan deniz ol” demiş.

…..    …..”

Bu yazımı geçen yıl bugünlerde kaleme almıştım; kuru ağaç parçasının, üzerine sarılan yağlı urgana asılan üç fidan için utanıp baş eğdiğini yazmıştım. Kuru dal utanmış. Ama utanmak bir yana, onun karşına geçip elleri arkasında, ağzında sigara, infazları keyifle seyredenlerden birisi olan, fidanların idamı için kalem kıran, o zamanın 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesi başkanı emekli Tuğgeneral Ali Elverdi,  geçtiğimiz ay yemek yerken nefes borusuna kaçan bir lokma ile boğularak ölmüş.

Boğularak ölmek nasıl bir duygu? Nefes alamama, oksijenin ciğerlere kavuşma isteğinin engellenmesi? Elbet yaşayanlar bilir, bilir ama anlatamazlar. Deniz, Yusuf ve Hüseyin de anlatamadı.

Onlar genç öldüler ve hep genç kaldılar zihinlerde. Mahpus damında Yusuf “uzun ince bir yoldayız”ı okurken anımsandı belki de, Deniz o meşhur parkasıyla, Hüseyin’in  genç yüzü hep öyle kaldı akıllarımızda.

İlahi adalet, var mı yok mu? İnansak ta inanmasak ta yaşanıyor, er ya da geç ve hep var olduğunu gösteriyor herkeslere.

Ve yine bir 6 Mayıs günü yazısı; bu kez 2008 yılının yazısı:

“Hayvanları Çok Severdi..

Çok sever desem halen yaşıyor olacaktı, çok severdi deyince di’li geçmiş zaman, yani bir zamanlar yaşıyordu da şimdi yaşamıyor oluyor değil mi?   O, darağacındaki üç fidandan birisiydi: Hüseyin İnan, 23 yaşında ölümle tanıştı, boynuna yağlı urgan geçirildi. Neydi suçu, kimi öldürmüş, devletine ne gibi bir hıyanette bulunmuştu, bilinmez! Katli vacip görüldü ve diğer üç arkadaşıyla birlikte idam sehpasında can verdi.   Cumhuriyet Gazetesi’nde Pazar ekinde, gazetede yakında başlayacak olan  bir yazı dizisinin tanıtımında okudum. Hüseyin İnan için yazılanların içinde birden dikkatimi çekti, annesi mi babası mı anlatıyor çok fark edemedim: “bütün hayvanları severdi, beslediği iki tane güvercini vardı” diyen  tümce, uzunca bir süre usumda takılı kaldı.

Şöyle bir düşündüm, hayvanları seven, barışın sembolü güvercin besleyen bir genç, okullarını birincilikle, takdirle geçen, ODTÜ’yü birincilikle kazanan, belli ki zeki mi zeki bir genç, hep bilim adamı olacağını söyleyen, ailesinin harçlık diye gönderdiği paraları kitaplara yatıran bir taze fidan..

Ne çok yanlışlıklar yapıyoruz, bu gün “Devlet Onur Ödülü” verdiklerimizi ertesi gün vergi kaçakçısı, devletin kasasını soyup soğana çeviren kişi ilan ediyoruz.. Bu gün kahraman dediklerimizi, önünde tapındıklarımızı çok yakın zamanda yüce divanlarda yargılıyoruz.

Ve işin en kötüsü de artık tüm bu olguları kanıksar hale geliyoruz.

…..    …..”

Başka da altı mayıs günü yazılarım var ama, köşem müsaade etmedi onları aktarmama. Dikkatinizi çekti mi bilmem, değişen hiçbir şey olmamış bu üç yıl içinde. Değişen belki sadece kişilerin ve olayların isimleri.

Ece Bilgin

04/05/2010

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.