Yeşeriyorum

Komünist Manifesto ve Yeşil – 3

0

2. ENTERNASYONEL DELEGELERİ TARIM BAKANLIĞINI MI BASTI?

AKP denildiğinde tüyleri diken diken olan dostlarla sohbetteyiz. Hoş insanların tüylerini diken AKP’nin oyu %47’ye vardığında, o sıra Anadolunun bir ilçesinde bulunan bir gazetecinin yansıttığı kahve sohbeti, bunun altında yatan derin nedeni eğlenceli bir şekilde açıklamaya yetiyordu ama yine de ben onlara inanıyorum; “AKP’yi dürüst bulmadıklarından” sevmiyorlardı.

Gazetecinin anlattığına göre köyde çıkan oyun yüzde elliyi geçen kısmı AKP’ye gitmiş ama hıncahınç dolu olan kahvedekilerden hiçbiri AKP’ye oy verdiğini kabul etmiyordu ve bu yetmezmiş gibi şaşkındılar.

Muhtemelen aynı masayı paylaştığım bu dostun sülalesi de tüylerini diken diken edecek bir oy rengine sahipti. Ama o şehirliydi ve köylü sülalesini anacağı yer, beklendiği gibi sevgi içeren cümleler değildi.

Sohbetin bir yerinde gözlerindeki öfkeli ışıltıdan yeterince şehirleşmiş olduğu hemen anlaşılmıştı zaten;

-Yahu bu adamlar madem bu kadar demokrat neden ihale yasasını bir türlü çıkarmıyor?

-Kendi yandaşlarını kayırmak için mi?

-Evet… bunu sen de biliyorsun ve bu partiden hala demokrasi bekliyorsun ha?

-Haklısın… ama anlamadığım birşey var.

-Ne?

-CHP ve MHP’nin sessizliği.. ihale yasası hakkında hiç patırtı çıkarmıyorlar.

Soylu dünyaya gözleriyle bakar. Burjuva ise gözlükle. O halde küçük burjuva’yı dikkatsizce seçtiği gözlük numarası yanıltıyor olabilir. Fakat manifestoda sözü geçen küçük burjuvaların gözlükleri, yağ gibi üste çıkmalarına yetmiş de artmıştı bile. O günün küçük burjuvaları, emekçi koçbaşıyla feodallerle tokuştuktan sonra çok geçmeden hercümerç olmuşlar, hep birlikte büyüdükçe, geleceğini kendi doğurganlık kapasitesine emanet etmemeleri gerektiğini de “kolayca” idrak etmişlerdi.

Zaten manifestoya göre tarihin -o güne kadar ki- en devrimci sınıfı payesini almaya ancak ve böylece hak kazanacaktı, burjuvalar. Öte yandan manifesto bu sınıfa, insanları “köylüce bönlük”ten kurtaracak tarihi bir görev de atfetmişti. Burjuvalara bu kadar görevi yüklediği yetmezmiş gibi, batan burjuvaları da emek mücadelesi için fırsat olarak gördü ve görevlendirdi.

Bu nedenle manifestoya damgasını vuran paradigmanın, son burjuva emekçi olana dek süreceğini düşünen komünistler uzunca süre haklı kalabildi. Fakat burjuvalar da soruyu bir başka şekilde toplumun gündemine soktu; Neden son emekçinin burjuva olması mümkün olmasın? Manifesto buna rıza göstermeyecek denli burjuva düşmanı mı? Evet, onları yerden yere vurmakta tereddüt etmiyor. Ama vurduktan sonra kaldırıp sırtını sıvazladığını düşündüren işaretler de var.

Yazı gittikçe karışıyor bu bölümü nasıl toparlayacağımdan emin olamamaya başladım. İki önceki yazıda Türkiye’de şehirleşme oranının %75’e vardığını söylemiştik. Bir öncekinde de cennet imar etmeye kalkışmıştık. Bu yazıyla bir de AKP girdi işin içine… Manifestoyu da ihmal etmemişim. Allah kurtarsın, ne diyeyim?

Fakat elimde birbiri ile ilişkili bir veri ve bir analiz var. Belki bunları paylaşarak bu yazıyı da anlamlı bir sona ulaştırabilirim.

“Ortalama tarımsal arazi büyüklüğü ABD’de 1800 dönüm, Avrupa’da 174 dönüm ve Türkiye’de 59 dönüm…”

“Söz konusu yapısal sorunlar, destekleme uygulamalarının amaçlanan ve önceden belirlenmiş hedeflere ulaşmasını engellemektedir. Örneğin, küçük işletmelerin toplam içerisinde sayısı daha fazla olmasına karşın uygulanan desteklemelerin büyük çoğunluğu, tarım alanı bakımından payı daha fazla olan büyük üreticilere ödenmektedir. Böylece, devlet desteğine daha çok ihtiyacı olan küçük işletmeler mevcut uygulamalardan daha az yararlanmaktadır. Bu da gelir ve mülkiyet dağılımındaki dengesizliği daha da artırmaktadır. Yapısal sorunların başında; parçalı ve küçük tarım işletmesi varlığı, yetersiz üretici örgütlenmesi, tarım nüfusunun fazlalığı, çiftçi kayıt sisteminin yetersizliği, ürün piyasaları altyapısının zayıflığı, tarım hizmetlerinin çok çeşitli kurum ve kuruluş tarafından yürütülmesi, tapu ve kadastro işlemlerinin henüz ülke genelinde tamamlanamamış olması ve üretici eğitim düzeyinin yetersizliği gibi konular gelmektedir.”

Geçenlerde bir akademisyen ısrarla vurguluyordu. Dediğine göre bir yazının akademisyenler tarafından ciddiye alınması için alıntıların kaynağının verilmesi gerekiyormuş. Akademiden pek hoşlanmam. Belki bu yüzden “bir yazının kaynağını bulmanın artık çok kolay olduğunu” söylemedim. O da “zaten bunu bildiğini” söylemedi.

Levent Arslan  [email protected]

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.