Köşe Yazıları

AKP’nin Yumuşak Karnı

0

Umit Şahin’in, Yeşil Gazete’de yayınlanan “AKP’ye Muhalefet – 1” adlı yazısını okuduğumda aklımda bazı fikirler oluşmaya başlamıştı ve günlerin getirdiği haberlerle birleşince fikirlerim daha net ortaya çıktı.

Yazı daha çok demokratikleşme, sivil dikta-askeri dikta eksenindeydi. Böyle olmasına ve benim fikirlerimin bu yönden daha çok ekonomi ekseninde olmasına (ama yine de kaçınılmaz olarak demokrasi ile alakalı) rağmen güzel bir başlangıç noktası olacaktır.Yazının temel sorusu bana kalırsa çok önemli.

“Mevcut sağcı, neo-liberal hükümetin, yerini bir dahaki seçimlerde özgürlükçü, sosyal ve ekolojik yönelimi daha fazla bir hükümete bırakmasını sağlamak için neler yapacağız?”

Seçime yönelik bir soru ama önemli. AKP’yi, AKP’nin oluşturmaya çalıştığı ve bir oranda da başarılı olduğu hegemonik yapısını nasıl kırabiliriz? Nasıl değiştirebiliriz? Bunun yolunun yine Ümit Şahin’den alıntı (ve alıntıya bir ek) yaparsak gündemimizi meşgul eden konulardan geçtiğini düşünmüyorum.

“Çünkü AKP’yi eleştirmenin gereği bir yana, şu anda (askeri ya da sivil) bir diktatörlüğe doğru gittiğimize dair ciddi bir göstergeye ya da kanıta sahip olduğumuzu düşünmüyorum. Toplumun genelinde de böyle bir kaygı mevcut değil.”

Ek olarak şunu da söylemek gerekir ki, her türlü iletişimin dinlenmesine kaygılanmayan ve ses çıkartmayan bir toplum, 2003’deki bir darbe planının şemalarla ortaya konmasından neden kaygılansın ki? Tek bir toplumdan bahsediyorsak, görebiliriz ki, bugün Ergenekon Davası’nda söz konusu edilen (Darbe girişimi bölümü değil de; Gladio’nun Türkiye ayağı bölümünden bahsediyorum. Sahi onlar neden aynı mahkemede yargılanıyor?) birçok olay çok rahatlıkla toplumumuzda yandaş bulabilmektedir. O yüzden muhalif kesim çok az zaten. Bir gazetecinin katilini kahraman gibi karşılayan insanların, bir gazetecinin katiliyle fotoğraf çektirmek için yarışan güvenlik kuvvetlerinin ülkesi, toplumu burası. Kısaca, toplumun genelinde böyle bir kaygı yoktur gerçekten de.

Peki, gündemi bu kadar işgal etmesine rağmen, toplumda bir karşılık bulamayan bu noktalar dışında AKP’yi nasıl eleştirebiliriz? Bana kalırsa AKP’nin yumuşak karnı, ekonominin ve yaşamın demokratikleştirilmesidir. Darbe, diktatörlük tartışmalarının dışında ve bu tartışmanın taraflarının görmek istemediği bir noktadır bu. İlk alıntıya dönersek, sağcı ve neo-liberal kelimeleri önemlidir, altı çizilmelidir. Para akışının yönü çizilmeli ve açıkça gösterilmelidir. Üç örnek olayla AKP’nin yumuşak karnı daha iyi açıklanabilir.

Domuz Gribi Aşısı, GDO ve Nükleer… Bu üç olayda da AKP’nin izlediği tutum ve gittikleri yol, bu hükümetin ve anlayışın nasıl anti-demokratik ve nasıl zararlı olduğunu göstermektedir. Örneğin, Domuz Gribi Aşısı: Yeşil Gazete’de de çok yazıldı, çizildi. İlgi odağı olduğu için her yerde manşet oldu Domuz Gribi hastalığı. Endüstriyalizmin bir sonucuydu ve bu noktanın üzerinde hiç durulmadı. Hastalığın kaynağı hiç sorgulanmadı. (Aşının içinde domuzdan bir “şey” olup olmadığının dinsel açıdan konuşulduğu kadar; bu hastalığın ve bu tip hastalıkların kaynağının konuşulmaması da bizim ayıbımızdır.) Bir hışımla geldi hastalık. Felaket senaryolarıyla ve şu anda kimse domuz gribi hakkında tek kelime etmiyor. Hastalığın ilaç firmaları lehine, zihinlerde büyütüldüğüne dair araştırmalar sırayla yapılıyor. Peki, bizim hükümetimiz ne yaptı? Hemen, hiç beklemeden 43 milyon adet aşı sipariş etti. Aşı gelmeden, aşının mutlak olunması gerektiğini yaymaya çalıştı, korku pompaladı. Sonuç nedir? Hastalığın artık söndüğü bu günlerde (bu günler aynı zamanda hastalığın doruk noktasına ulaşacağı günler olarak da ilan edilmişti.) Türkiye 8 milyon doz aşı aldı, 4 milyon tane aşı yapıldı. 35 milyon aşı? Sipariş iptali, şu bu… Ama küresel kapitalizmin kriz hastalığına güzel geldi gerçekten bu aşı. Para transferi açık şekilde görülüyor.

Diğer konu GDO. Yani genetiği değiştirilmiş organizmalar konusu. Yine aynı çelişkili hamleler dizisi. Yine aynı yol, aynı yöntem. Bir bakan çıkıyor ve diyor ki, “Dünya’nın neresinde bir ürünün içinde olmayan bir madde ambalajına yazılmış? Arkadaşlar, içindekilere, olan yazılır, olmayan değil.” Savunduğu nokta, “Bu üründe GDO Yoktur!” yazılmasının yasaklanması. Aynı bakan çıkıp şunları da söyledi: “Bebek mamalarında GDO’lu ürün olmayacak.” Peki şu andaki durum ne? Bakanın söylediklerinin tam tersi! Değişmeyen tek şey, GDO karşıtlarına duyulan öfke. Daha 20 Ocak günü GDO yönetmeliğinde bir değişiklik oldu ve 1 Mart’a kadar denetimsiz olarak Türkiye’ye girecek ürünler için kapsam genişledi. Bu tarihe kadar GDO içeren bebek mamaları serbestçe satılabilecek. Neden? Neden? Depolar mı boşalacak? 40 gün sonra ne değişecekte, bu yönetmelikte üreticilerin yararına, dev GDO şirketlerinin yararına ama insanlığın zararına bu değişiklik yapıldı? Tamamen yasaklanması gereken, ne %0.9’u, ne %0.0009’u hiçbir gıdada olmaması gereken bu ucube “şeyler” nasıl denetimsiz olarak ülkeye sokulabilir? Madem o ürünler denetimsiz olarak girebilecek, siz neden varsınız o koltuklarda? İşte, stoklar bitsin, depolar boşalsın diye insanların sağlığını tehlikeye atmaktır, AKP’nin bir yumuşak karnı. Para transferi burada da açık şekilde görülüyor. Cargill olayında yaşananlar neydi? Ne yiyeceğimize bile karar veremiyoruz şu anda. Bu ekonominin anti-demokratikleşmesidir ve AKP sağcı ve neo-liberal olduğu için bu böyledir. Kapitalizm karşıtı, endüstriyalizm karşıtı olmadığı için bu böyledir.

Üçüncü konu nükleer santral konusudur. Atom enerjisi santrali… Yarışma kılıfı giydirilmiş ihalesini televizyonlarda izledik. Bir firma kazandı. Bir fiyat söyledi ki, Dünya standartlarının çok üstünde. Hem çöp teknolojiyi, yaşamı hedef alan teknolojiyi, enerji yapısını ve dolayısıyla yaşantıyı merkezileştirecek bir teknolojiyi gelip kurmak istiyorlar, hem de bunun için başka ülkelerin kiralık katillerine ödedikleri ücretin çok çok üstünde bir ücret istiyorlardı. E, olmadı. Tutarsızlıklar birbirini izledi ve yarışma kılıfında ihale iptal oldu. Ve çok yakın bir dönemde, gerçekten diktatörlüklerde yaşanabilecek bir şey oldu. Atom santrali, artık yarışma kılıfında ihalelere bile gerek duyulmadan, sorgusuz sualsiz bir ülkeye verildi. Teknik konular bir yana, ortaya çıkan durumdaki akıl almazlığa bakın. Karşı çıkanların da tiz kelleleri vurdurur herhalde son Osmanlı padişahı. Ekonominin ve yaşamın antidemokratik olmasına ne kadar denk gelen bir durum bu.

Kapitalizm karşıtı, endüstriyalizm karşıtı ve yaşamın yanında bir hükümet bunu yapar mıydı? Yapabilir miydi? AKP yapıyor. AKP, tüm tercihlerini kapitalist dünyaya kaynak aktarmak yönünde kullanıyor. Örnekler çoğaltılabilir pek tabii ki. Görüyor musunuz CHP’nin ya da MHP’nin bunları kör milliyetçiliğe düşmeden söyleyebildiğini? Tüm bunları yerli bir kapitalist yaparsa sorun kalmayacak onlara göre. Bakış açıları bu kadar yakına odaklı. Can atıyorlar kapitalistlere kaynak aktaran ve yandaşlara da pay veren aracın dümenine geçmek için. Ne araçla, ne rota ile bir dertleri yok. Yine bir alıntıyla bitirelim:

“demokrasiden, insan haklarından, barıştan ve yeşilden yana sağlam bir muhalefet geliştirmek gerekiyor.”

Yaşam bunu gerektiriyor. Yaşam bunu dayatıyor, kapitalizm ve endüstriyalizm ise ölümü satıyor, AKP ise aracılığını yapıyor.

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.