DünyaYeşeriyorum

Kopenhag’da Güzel Tesadüfler

0

Keşke biz seninle tanışmak için bu kadar beklemeseydik. Taa 2009’un Aralık’ı olmuş, beklenir mi, bekletilir mi bu kadar!

Seni ilk gördüğümde aynı trende iki vagon arasında oturuyorduk, aynı pasaport kontrolüne takılmıştık. Hani polis başka kimseyi değil de, bizi sorguya çekmişti sadece. Bir daha görmem sanıyordum seni. Baktım ertesi gün beni herhangi bir x-ray cihazından geçirmeden içeri alan kişi yine sensin. Üstüne üstlük geldiğime mutlu olmuştun. “Hadi işe koyulalım” demiştin. “O arada tanışırız nasılsa! Çok ciddi bir iş yapıyoruz. Bir şarkı çalalım önce, sen de birama ortak ol bir yandan.”

O günden beri çok şey yaşadık seninle. Meğer sen Alaska’dan gelmişsin, Amerikan Büyükelçiliği’nin önünde öfke içindesin, içimden ağlamak geliyor, sen benden hızlı davranıyorsun. Başka bir gün soğukta bütün gün beklemiştin, vegan beslenmek iklim değişikliğinin çözümünde çok önemli idi, bunu anlatmak için soğuk falan dememiştin. İçeri dalıp birlikte “gençlere bir şans verin” diye şarkı söylemiştik, hatırlarsın. Sen bozuk bisiklet parçalarından topladığın bisikletle şehri turluyordun, bisiklet yollarına alışık olmadığımdan önüne atlamıştım yanlışlıkla. Şaşırmaz olmuştum karşılaşmalara. Bir gece, ortak noktaları 4X4’leri -aynı sebepten- sevmemek olan dört kişi yine bizdik. Ne güzel, artık daha hızlı koşabiliyorduk!

Bu küçücük şehirde kaybolmayı başardığımda karşıma çıkan ilk sana soruyordum, aynı yere gidiyorduk ne de olsa. “Sen de La Via Campesina eylemine, değil mi? Harita vardır sende kesin, çabuk aç çabuk.” Kar yağıyordu ama gezmeye, doldurmaya doyamamıştık bütün sokakları. Şehrin sakinleri bizi sevdi sanırım, hepsi işi gücü bırakıp pencereden bakmakta. Dönüşte deniz kenarından yürümek pahasına bütün soğuk rüzgarlarla tanışmıştık. “Bu sokaklarda niye hiç hayvan yok, her nerede iseler rahattalar mı acaba?”

İsveç’te ekip biçtiğin tarlaların verdiklerini yüklenip gelmiştin, sıcacık nefis çorbalar ikram ediyordun herkese. Her zamanki gibi bulaşık benden soruluyordu. Yine hareketli bir şarkı çalıyor bak, bulaşıktan sonra ısınmak için birebir. Dans etmeyi bırakmadan hayatını anlatmaya başlamıştın, Belçika’daki komşularının bahçelerinde yaptığın perma kültürle başlayan hikaye…Ateşin başındaki planlarda İstanbul’daki işlere koşup geleceğine söz vermiştin, unutma.

Bir takım politikacıların toplantı salonlarına tıkılıp konuştuğu iklim politikaları hakkında bir sözümüz vardı kısacık. Onu söylemeye gidiyorduk. “Bir söz söylemek için korkmaya gerek yok” dercesine koluma girmiştin. Sıkı ve birlikte durmak insanı kendine getiriyor, korkusunu sinirini alıyor, iyi geliyor her türlü. Şiddetten hiç korkmadığım ender anlardan birini yaşamıştım yanında. Korkusuz ve özgür hissetmek kolay kolay başına gelmiyor insanın. Korkuyu gözlerinde gördüğüm kocaman, kask takmış adamlara senin çorbalarından mı ikram etsek acaba? “Sakin olun, bir şey dedikten sonra gideceğiz” demek yetmiyor.

Ayrılmak üzere trene binmiştik. İlk mola yerinde karşıma elindeki kartopuyla çıkmasaydın şaşardım. Barışçıyım dediğime kanıp kartopu savaşında sana acıyacağımı sanmıştın sanırım. Olan çevrede bizi izleyenlere oldu tabi, herkes nasibini aldı. Güzel zamanlardı yani…Bundan sonrası mı? Seni nerede bulacağımı biliyorum. Sen de beni. Birlikte neler yapabileceğimizi gördükten sonra, bu kadar yoğun duygularla aynı şeye inandıktan ve adaletin kendiliğinden gelmeyeceğini gördükten sonra ayrılmak olmaz. Geri alınacak sokaklar, tarlalar, salonlar var daha. Bekletmeyeceğiz değil mi bu sefer?

-Esra Özkan-

More in Dünya

You may also like

Comments

Comments are closed.