Köşe Yazıları

Ekolojik Sanat’a İlişkin Polemik Kaygısı

0
Bu bir pipo değildir.

 

Bu bir pipo değildir.

Foucault, Magritte’in “Bu bir pipo değildir.” isimli tablosuna boşuna özel dikkat çekmemiştir.i Magritte, bu tabloda özellikle dil ve imge arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmak istediğini belirtmiştir.ii Dilbilimin kurucusu Saussure ise dili bir göstergeler bütünü olarak ele aldığında çok daha önemli bir bilimsel gerçekliği farketmişti. Göstergebilim adında bir bilime ihtiyaç vardı ve bu bilim yalnızca dilbilim alanı ile sınırlı değildi. Soussure’a göre, kelimeler ve gösterdiği anlamın birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiği gibi, dil dışında kültürel fenomenler, sanatsal kritiklerde de ve hatta “şeyler”in doğasında da göstergebilim gerekliydi.iii Kendisinden yaklaşık elli yıl sonra ise Levi-Strauss bu bilimi kuracak ve bu yolla kültürü, iletişim olarak tanımlayacaktır.iv Foucault ise bu tartışmayı “şeyler”in doğasına kadar genişletecektir.v

İlk bakışta sorun muğlak kalmaktadır fakat ilüzyon, bilmecenin yanıtıyla açığa kavuşmaktadır. Bu bir pipo değildir çünkü bu bir pipo resmidir. Pipo olsaydı içine tütün koyup, yakıp, içebilirdiniz!

Bu konu esasında öylesine kapsamlıdırki, her defasında kendinizi bu ilüzyona kaptırmanız işten değildir. Bu sebeple gerçektende yüzyılın en büyük problemi bu ilüzyondur. Tıpkı Foucault’da olduğu gibi Baudrilliard’de de pesimist bir çözümsüzlük vardır. Artık dünya gerçekle kurgunun birbirine karışmış olduğu bir simülasyon dünyasıdır.vi

Günümüzde sanatçı hakları, telif yasaları, fikir hırsızlığı, internet yasakları gibi olgular, kendisini öyle kavramlarla meşrulaştırmaya girişiyorki, kara kara düşünmek yerine halk bilgeliğini (kara cehalet) konuşturmak ve böylelikle Bakhtin gibi “gülmek”vii amacıyla bu yazı kaleme alınmıştır.

Cd, mp3 ya da divX formatındaki datalara karşı yürütülen ve oldukça haklıymış gibi görünen davalara karşı gözünüz açık olsun… Diyorlar ki sanatçının hakkını gaspettiniz. Oysa hakime şöyle söylemek gerekli herhalde. “Ne sanatçı, ne de enstrüman görmedim! Hangi sanatçı? Hangi sanat eseri?”

Antropolojinin gözüyle ikibin yıllık bilgi birikimimizi şöyle iki kelamla netleştirmeye çalışalım. Nedir sanat ya da daha daraltarak lirizm? “Sanatçının merkezde durduğu manyetik alan” ya da “sanatçının icraatın ortasında yer aldığı, katılımcılarda kimi zaman “akış”, kimi zamansa “catharsis” yani arınma yaratan edim.”viii Her ne kadar genişletilip içinde daha derin anlamlar aransa da bu zeminden şaşmamak gerekir. Bu kadar açık olmasına ya da her zaman bu anlama gelmişken nasıl oluyor da maliyeti neredeyse sıfır olan kayıtlar ya da datalar için sanat eseri ya da sanatçının hakkı denerek para istenebiliyor. Bilgisayardan ya da müzik çalardan dinlenen “ses” sanat mıdır? Değildir. Çünkü ortada ne sanatçı var, ne de enstrüman. Peki bu ses nedir? Olsa olsa bizi, sanatçının canlı performansına çağıran teknolojik afiştir. Dünyanın kalabalıklaşması sebebiyle sanatçı ile ona kavuşmak isteyen dinleyicisinin ya da dinleyici ile ona kavuşmak isteyen sanatçının, birbirine ulaşması için varolan düzenektir. Bir ikinci anlam ise yapılan beste ve güftenin patentinin alınmış olduğunun göstergesidir. Bu datalara daha fazla anlam yüklemek deliliktir. DELİLİK! Resimdeki pipoya tütün koyup, içmeye kalkışmaktır.

Buna karşılık gramafonun icadından plak, kaset, cd ve mp3’lere kadar uzanan zamanda, sanatçılar herhalde kolay yoldan para kazanmaya iyi alıştılar. Bu durum, bir albüm çıkarıp milyonlar satıp, yılda iki kez stüdyoya giden, geri kalan zamanında villasında yaşayıp dinleyicisinden kopan, kendisini sürekli daha yüksekte görüp daha da züppeleşen, işin ilginç yanı züppeleştikçe ilüzyona kapılan halk tarafından da yüceltilen ya da medya ve Tv aracılığıyla yüceltilmiş gibi göründürülen sanatçının gafletidir.

Tekrar söylemek gerekli belki de…

Bu metalar, sanat değildir. Sadece datadır. Mali ederi ise boş halinin en fazla beş kuruş fazlasıdır. (Özellikle) Lirik sanat olması için; en başta sanatçı gerekir. Bir de şart olmasa da enstrüman gereklidir. Eğer bunlar yoksa, ortada ne sanat, ne de sanat eseri vardır. Üstelik bu negatif bir eleştiri değildir. Çünkü halk, sanatçıyı performansta görmek ister. Bilet parası neyse verir, içeri girer, görür, dokunmaya çalışır ve dinler. Çünkü lirik sanat, icraatın ortasında, katılımla bir anlamı vardır. Bu metaların lirizmden ayrı olarak plastik değeri ise herhalde en fazla cd’lerin araba süsü olarak kullanılması kadardır.

Peki bu dataları indirip paylaşan halkın suçlu olarak damgalanmasına ne demeli? Herkes indiriyor, herkes dinliyor, herkes suçlu… ve suçlu psikolojisi ile yaşamaya mahkum ediliyor. Halk bilgeliği (kara cehalet) ise kendinde bir suç arıyor ama bulamıyor. Suçlu olduğu ona dayatılmış, ama o, nedense bunu kabul etmek istemiyor. Mırın kırın ediyor. Gerçeği biliyor ama tarif edemiyor. TV Muhabirleri soruyor.

– İndiriyor musunuz?

– İndiriyorum.

– Peki utanmıyor musunuz başkasının hakkını gaspetmeye?

– Yani şimdi…. evet… aslında… ben de istemem ama… öğrenciyim de ondan… kusura bakmayın… üzgünüm… de, falan da fişmekan…

Söyleyemiyor. “Ben Michael Jackson’ı hayatımda görmedim arkadaşım. Nesini, nasıl gaspetmiş olayım?” diyemiyor. Çünkü TV, ona Michael Jackson’ı göstermiş ve o da görmüş olduğuna inanıyor. Aynı ilüzyonun derin uzantıları…

Ekolojik Tavır

Trajikomik olsa da ele aldığımız halk bilgeliğinin (kara cehalet) haklılık payı hiç yok değildir. Yeşil düşüncenin yalnızca politik bir tavır olmadığını düşünüyor ve ilkelerimiz doğrultusunda başka bir dünya düşlüyorsak, doğaya uyum ilkemiz gereği sanata ilişkin bir söylem geliştirme, merkezileşmiş Tv ünlüleri yerine mahallemizdeki sanatçılara (yerellik) önem verme gerekliliği ortaya çıkar. Dahası bu Tv ünlülerinin ne kadar tabandan yükseldiği, ne kadar bir hegemonyanın ürünü olduğu da ayrı konu. Efe Göktogan’ın daha önce yazdığı gibi, internet yasaklıları arasına giren Last-fm buna örnek olabilir. Amatör sanatçılara kendilerini tanıtma imkanı sağlayan bu kanal, herşeyden önce mevcut yapının ekonomik sayıltılarıyla ters düşmektedir. Bu baskıların tartışma zemini yalnızca özgürlük (internet özgürlüğü) ilkemizle ele alınması yetersiz kalacaktır.

Yeşil ütopya muhakkak sanatla iç içe bir yaşamı savunmaktadır. Bu tutumun sürdürülebilirlik ilkemizin en temel gereği olduğu düşünülebilir. Bu yeni yaşam ise sanatı, Tv’den izleyerek ya da müzikçalardan dinleyerek değil sanatsal aktivitelere katılımın teşvik edilmesi anlamına gelmektedir. Her sokağa kültür-sanat merkezi yapılması gibi politikalarımızın olduğunu ekolojik sanatı irdeleyerek, geliştirerek ve vurgulayarak elde edebiliriz. Bu yazı bu kaygıdan kaynaklanmaktadır.

Silahlanmaya ayrılan bütçelerin durması sanatla iç içe bir yaşamın kapısını açacaktır. Her askerin elindeki silah enstrümana dönüşecek, sanatı ve sanatçıyı Amerika’da aramak yerine evimizin salonunda, sokağımızda, mahallemizde bulacağız.

Bir yanıyla entelektüel, bir yanıyla kara cehalet yani cehaletin daha derininde duran ama içerdiği basitlikle tekrar pozitife dönen yazımın tepki çekmesi umuduyla…

muhabbetle…

 

i FOUCAULT, Michel. “Bu bir pipo değildir.” (Çev. Selahattin Hilav), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001

iiAynı yer

iiiSAUSSURE, Ferdinand De. “Genel Dilbilim Dersleri”, (çev. Berke Vardar), İstanbul, Multilingual Yay., 1998 Karş. Sayfa 46-8

ivLÉVİ-STRAUSS, Claude. Yaban Düşünce. (çev. Tahsin Yücel), İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984

vFOUCAULT, Michel. “Kelimeler ve Şeyler – İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi”, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara, İmge Kitabevi Yayıncılık, 2006, Üçüncü baskı

viBAUDRILLARD, Jean. “Simülakrlar ve Simülasyon”, (çev. Oğuz Adanır), Doğu-Batı yay. Ankara, 2005

viiBAHTİN, Mihail. “Rabelais ve Dünyası”, (Çev. Çiçek Öztek), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2005

viiiHUIZINGA, Johan. “Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme”, (Çev. M. A. Kılıçbay), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995

CSİKSZENTMİHALYİ, Mihaly. “AKIŞ – Mutluluk Bilimi” (çev. Semra Kunt Akbaş), HYB yay. Ankara, 2005

ARİSTOTLE, Poetics

You may also like

Comments

Comments are closed.