Yeşeriyorum

Yasemin Göksu'nun Kaleminden "Ceylan'ı Ziyaret"

0

jDün bizim için, tek kelime ile “ağır ve travmatik” bir gün oldu.

Gazeteden, tv den takip etmekle, orada, o insanlarla yan yana olmak, Ceylân’ın kısacık ömrünü geçirdiği köyünü görmek, evine girmek..

Tüm gazetelerde yayınlanan o, kocaman gözlü fotoğrafını, evinin duvarında görmek…

Anne Saliha hanım’ın elini tutup, gözünün acısına bakabilmek.. .

Bizi sanki, olayın tamamını aydınlatıp, “kızınızın katili “filanca kişidir, tarafımızdan şu kadar ceza verilmiştir” diyecekmişiz gibi, gözlerinde tarifsiz bir umut ve minnetle karşılayıp, çaresizce dertlerini anlatmaya çalışan aileye ve köylülere, beklentilerini karşılayacak bir söz verememek… ama biz bu kadar az değiliz, size pek çok insanın desteğini getirdik, bu işin peşini bırakmayacağız diyebilmek.. .

Devletin, baskıcı, ayrımcı, adaletsiz, şiddet dolu, acımasız varlığını ve dilini ve de yöntemlerini, birinci ağızlardan dinlemek…

Doğrusu, fazlasıyla dirayet gerektiren bir durumdu.

Fotoğraflardan göreceğiniz üzre, dağ başında, ama üç tarafındaki karakollar tarafından, Ceylân’ın vurulduğu yer de dahil, çok geniş bir görünüş alanı olan, küçücük bir köy. Annenin, ailenin, köylünün kederini tarif etmek imkânsız. Öfkelerini şiddete dönüştürmek için bileylemiyorlar. Öfkeleri, çaresizliklerinin içine gömülmüş duruyor. Çünkü açığa çıkarttıkları anda, devletin soğuk ve acımasız şiddetine olanca sertliğiyle çarpacaklarından hiç kuşkuları yok. Yani isyan edemiyorlar, sadece çaresiz bir destek umudu, çözüm beklentisi içinde çırpınıyorlar.

Savcı, olay yerine gelmediği gibi, aradan geçen onca zaman sonra, beyefendi görme zahmetine katlandığında, bir de hizmette kusur bulmuş. Kardeşinin parçalarını annesinden alıp, incelenmesi için “yetkililere” götüren ağabeye, “neden kardeşinin parçalarının yapıştığı dallardan biraz daha kırıp getirmedin, niye kanın döküldüğü toprak bu kadar az gelmiş buraya” gibi, saldırı ve azarlarla, görevini tam yapmasını engelleyen bazı hainlere haddini bildirmiş. Ayrıca, s…git buradan o…..çocuğu, hepininz teröristsiniz, seni içeri atarım görürsün ……. gibi methiyelerle, kendilerini uğurlamış.

Ceylân’ın patlama sırasında bulunduğu yer ve gitmek için kullandığı yol, tüm köylünün 8 senedir kullandığı bir güzergâh olup, orada daha önceden böyle bir bomba, memi vs olmasının imkânsız olduğunu, PKK nin ulaşma imkânı olmadığını, ama yine de PKK ise yetkililerin bunu gerçekten ortaya çıkarıp, cezalandırması nı istediklerini, Ceylân’ın, fotoğraf çekildiği vakit henüz sekiz yaşında, ama olay sırasında, nüfus cüzdanındaki tarihten iki yaş büyük, yani 14 yaşında olduğunu,  ayrıca da okulda sürekli takdir alan, kuranı su gibi defalarca hatim etmiş çok zeki bir çocuk olarak, yerde bulduğu herhangi bir yabancı cisme, elindeki sert bir şeyle asla vurmayacak kadar bilinçli bir kız olduğunu ve yöredeki hiç bir çocuğun da kazayla, görmeden bir şeyin üzerine basmak olasılığı dışında böyle bir davranışta asla bulunmayacağını…

Hadi her türlü olasılığı göz önünde bulundursalar da, Ceylân’ın, patlayıcıya vurması halinde, ellerinin, yüzünün ve elindeki tahranın parçalanacağını, oysa sadece gövdesinin ortasının parçalandığını, söylüyorlar, bunları zaten biliyorsunuz. Baştan 3. fotoğrafta, abisinin elinde tuttuğu tahranın sapındaki eziği açıkça görebilirsiniz. Tahrayı, güvenli olsun diye, kolu hafif kıvırarak, bıçak kısmı dirseğin iç kısmına dayalı, sapı aşağıya karın kısmına gelecek şekilde taşırlarmış. İşte zaten aletin sapındaki eğrilik de direkt karnına nişan alındığını ispatlıyor.

Bu arada biz köyden dönerken çok önemli bir ayrıntının farkına vardık. Coğrafyanın kuraklığı ve çıplaklığı nedeniyle, güneş öğleye kadar yatay olarak vurduğu noktada öylesine sert yansıyorduki, metal türevi olan uzaktaki küçücük şeyler bile, bu ışınlardan dolayı kocaman parlıyordu. Ceylân 11.30 civarında vurulmuş. Baktığımızda gördüğümüz şey şuydu, büyük ihtimalle, Ceylânın kolundan karnına doğru inen metal tahradan, güneşin karşıdan yatay olarak vurmasıyla yansıyan ışık, tam karşıda tepedeki karakollardan birine silah gibi görünmüş olabilir. Bu da yazılmıştı gazetelerin birinde ama görünce insan daha iyi anlıyor. Yani, eğer böyleyse, korku ve ani tepki, bir masumu yok etti demektir.

Mezarı, evlerinin karşısındaki dik bir tepenin üzerinde… Benim inerken zorlandığımı ve geride kaldığımı görünce, dönüp, bildiği birkaç kelimelik türkçesiyle, “ben yanında” dedi bana ve sıkıca tutup, aşağıya kadar indirdi beni gördüğünüz gibi. İnmekte güçlük çektiğimden değil, bir anne olarak, başına gelen bu onulmaz yangında kavrulurken bir şey yapamamaktan,
öylesine utandım, öylesine yerin dibine geçtimki, bunu, sahip olduğum kelime dağarcığımla tanımlayabilmem imkânsız.

Köye giderken, Diyarbakır’da, fotoğrafta gördüğünüz tahta levhayı kestirip, üzerine, Ceylân için yüreğimizin parçalandığını anlatan, CEYLANA ME, DİLé ME, PERÇE PERÇE cümlesini yazdırdık. Fidanlar ve köklü çiçekler ektik mezarına.En son, İlkay’la birlikte, hayatımızın en zor anlarından birini yaşayarak, annesinin ve abisinin isteği üzerine, “Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar” diye türkü çığırmaya çalıştık, yüreğimiz ağlarken…

Sonra, bizim için hazırladıkları ve yemezsek çok kırılacakları yemekleri yemeye çalıştık, yine, yüreğimiz ağlarken…

Vurulduğu yeri göremedik… Orada bir anıt inşa etme şansımız olur mu bilemem. Ama belki köylerine olabilir. Bence, bugüne dek, bu savaşın kurbanı olmuş yüzlerce çocuğun ismi de olmalı üstünde. Barış için sanat..girişimine sunacağım bunu.

Mutlak, kurulacak küçük ekipler halinde, sık aralıklarla oraya gidilmeli… Konunun takipçisi olunmalı… Biz bir suç duyurusunda bulunacağız savcı için, bu desteklenmeli. .. Yarınki yürüyüşte, bu çocuğa, dolayısile, bugüne dek yitenlere sahip çıkılmalı… MALI, MALI, MALI…

Kendimizi, kendimize affettirmenin başka bir yolunu bilmiyorum ben…

Yasemin Göksu

abcdefgh

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.