Yeşeriyorum

Güvenlik Bölgeleri

0

Fırat Bilir
Şırnak Emek Platformu Üyesi

Önceki günlerde yeni yasama yılının açılışı yapıldı. Açış konuşmasında kültürel ve kimlik farklılıklarının önemine dair insanı hoş eden cümleler sarf etti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Gerçi CHP yaptı yapacağını, Gül’ün meclis salonuna girişinde ayağa kalkmadı. MHP lideri de Gül’ün konuşması için “Sanki farklılıklarla yönetilen bir ülkeden gelmiş gibiydi!” dedi. Ne melem birşeydir bu ülkede doğru birşeylerden bahsetmek. Mutlaka gerici zihniyetin soluğunu ensende hissedersin.

O kadar şey söylendi durdu. Kürt Açılımı, Milli Birlik Projesi haline dönüştürüldü. Demokrasinin adı operasyonlarla bir tutuldu. Aslında kafa yormaya gerek yok. Bu ülkenin bir geleneğidir bu: “Birey, devlet için vardır ve devletin varlığı bireyin varlığından daha önemlidir”.

Baksanıza ölümler sadece dağlardan gelmiyor. Çocuklar da öldürülüyor, hem de göz göre göre. Hani bu açılım ölümleri yavaşlatacaktı? Hani ölümü konuşmayı azaltacaktık?

Gelin bir beyin jimnastiği yapalım ve önümüzdeki dönemde yeni ölümlere kapıların nasıl açıldığını, aslında varolanın açılımdan çok beride bir çeşit alay etme konusu olduğunu ortaya koyalım. Konumuz da “Geçici Güvenlik Bölgeleri” olsun.

Biliyoruz ki sınırötesi operasyonların bir yıl daha uzatılması için Başbakanlığa başvuran Genelkurmay, şimdi meclisten çıkacak kararı bekliyor. Son dönemdeki yorumlara bakılacak olursa, tezkere olumlu yönde meclisten çıkacak. Bu da Kürtlerin açılımdan umduklarını tamamen yok etmeye yeterli bir neden olacaktır.

Olumsuz bir karar çıkması halinde değişecek çok da fazla birşey olmayacak. Zira Genelkurmay, akıllı davranıp “geçici güvenlik bölgeleri”ni ve bunların tarihlerini yeniledi. Yani kısmi olağanüstü halin devamı anlamına gelen bu not, tezkere kabul edilmese de operasyonların devam edeceği anlamına geliyor.

Genelkurmay, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak, Siirt ve Elazığ’ın bazı bölgelerinin geçici güvenlik bölgesi olarak belirlendiğini duyurdu. Genelkurmay’ın resmi internet sitesinde 16 Eylül’de yer alan bilgi notunda, 19 Eylül-19 Aralık 2009 tarihleri arasında giriş yasağı uygulanacak bölgelere ait koordinatlara yer verildi. İlk olarak 2007 yılında Siirt-Hakkari-Şırnak illerindeki bazı alanlara ilişkin olarak ilan edilen güvenlik bölgelerine 2008 yılında da yenileri eklenmişti (Haftalık düşünce Özgürlüğü Bülteni, Sayı 38/09, 18 Eylül 2009).

Fakat halihazırda şikayetçi olduğumuz ve değişmesi, sivilleşmesi için çığırdığımız mevcut yasalar bile, bu kararın kanunsuz olduğunu söylüyor.  2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nda şöyle deniliyor: “… Silahlı Kuvvetlere ait tesislerde …, depo ve cephaneliklerle, … atış poligonlarının çevresinde …  askeri güvenlik bölgelerinin Genelkurmay Başkanlığı’nca tesis edilebileceği …”. Aynı kanunda, “…  eğitim atış alanları ile tatbikat bölgelerinde, atış ve tatbikatın devam ettiği belirli süreler için kara, deniz ve hava askeri güvenlik bölgesi ilan etmeye yetkili olduğu” da belirtiliyor. Yani belirtilen bu haller /durumlar dışında hiçbir alan “güvenlik bölgesi” olarak ilan edilemiyor. İdare Hukuku’nun temel ilkelerine göre hiçbir kimse ve organ, kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan bir yetki kullanamaz. Genelkurmay ise hukukun kendisine vermediği bir yetkiyi kullanarak idare hukukunu hiçe sayıyor. Oysa devlet organları ve bu organların içerisindeki askeri merciler bütün eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmak zorundadırlar. Bir başka deyişle geçici güvenlik bölgesi uygulaması Anayasa’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’na açıkça aykırılık teşkil ediyor.

Ne denir buna bilmem. Onca yasa neden yazılır onu da anlamam. Anarşistlere atıfta bulunasım gelir bu tür durumlarda: “Devlet geliştiği ölçüde insanın iç dünyasının ikamesine dönüşür. Liberal devlet en uç demokrasi biçimine ulaşırsa ve herkes devletin bir görevlisi, kendi kendinin polisi haline gelirse, devlet sonunda insanın içindeki canlı ruhu da yok etmiş olacaktır. Yanlışlık, devletin şu ya da bu biçiminde değil, bir düşünce, bir ilke olarak devletin kendisindedir; belirli bir devlet biçiminin iyiliği ya da kötülüğüyle değil, devletin kendisinin yanlışlığıyla uğraşmamız gerekir” (Anarşizm, George Woodcock, Kaos Yayınları). Bu, 1793’ten bu yana söylenegelir. İlk olarak “Politik Adalet” kitabında yazan Godvin’den başlar, Tolstoy’a kadar ulaşır. Demokrasinin bir türlü oturmadığı, buna izin verilmediği toplumlarda daha yaygın olan anarşist söylemin, bugün Türkiye için söylenmesi de gayet normal. Demokrasinin henüz ne olduğunu bile tam olarak öğrenmeden, hepimizin ruhunu yok etmeye devam ediyorlar. Geriye ise kendimizi savunmak ve karşı çıkmak kalıyor. Nitekim devletin varlığına vücut olan kanunlar bile tanınmıyor. Kanunlar da artık devlet için varolmaya meyil verdiğinde kriz ve kaosun kanunlarını yazmaya gerek kalmayacak. 2006 Mart olaylarında Amed’li çocukların iki gün boyunca devleti, iktidarı ve siyasal tüm otoriteleri yoksaydığını da unutmamak gerek.

Operasyonlar ya da güvenlik bölgeleri, ne sorunu çözmek istemeyenlere yarar ne de çözmek isteyenlere. Sonucunda olacak olan şeyi 1990’larda pratik etmiş bir toplumun kaybedeceği bir şey kalmadığını düşündürmemek, böylesi bir geçiş döneminde en sağlıklı hareket olacaktır. Bunun için de siyasal iktidarın güçlü bir iradeyle tezkereye hayır demesi gerekmekte. Bu, bir nebze de olsa operasyonların devam etmesini isteyenlere iyi bir cevap, kısmen de operasyonların durması için iyi bir neden olabilir.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.