Köşe Yazıları

Alın verin, ekonomiye canınızı verin – M. Ali Uzelgün

0

simit_2WWF-Türkiye’nin başkanının simitçi rolünde oynadığı “ekonomiye can verin”  reklamlarını izlediniz mi? Bir kısım duyarlı işadamının “alın verin” şiarıyla rol aldığı bu kampanya bize toplumsal örgüyü bir güzel izah ediyor: Simit alınca biz, fırın da kazanıyor, fırına un satan toptancının işi yürüyor, unu yapan üreticinin de değirmeni dönüyor… “çıtır çıtır sıcacık ekonomi” oluyor. Herşey bibirine bağlı, insanlar, hayvanlar, simitler, ekoloji de böyle birşey işte, insanın bu keyifle adeta simit yiyesi geliyor.
İşin içinde WWF geçince acaba sürdülebilir bir yaşam tarzı kurma yolunda simitin “kritik” rolüne mi vurgu yapılıyor diye düşünüyor insan. Elbette simitle olmuyor sadece, çıtır çıtır ekonomi çıtır çıtır yanan orman alanlarına kurulan tıkır tıkır tesislerle büyüyor anca. O tesislerde işlenen fıkır fıkır hammaddeyle üretilen gıcır gıcır fırınlar, klimalar, arabalar, çim kısaltma makineleri… Bu bankacı beylerin çıtır ekonomisi ancak sürekli tüketimle ısınıyor, simit de sıcacıklığın meraforu olsa gerek, çıtır çıtır sıcak paranın.
Kapitalist üretim-tüketim kültürün doğrudan karşısında durmasa da, onu eğip bükmeye, kaynaklardan ibaret olmayan doğa konusunda eğitmeğe çalışan korumacı-lobici çevre hareketinden bakınız nerelere gelmişiz. Çıtır çıtır ısınmakta olan gezenin dev çevre kuruluşlarının adı “değirmen dönsün” çağrısı yapan reklamlara kadar girince, insan bir zamanların yeni siyaset alanlarından ekolojinin, sermaye tarafından bütünüyle ilhak edildiğini düşünüyor ister istemez. 20 yıl öncesinin çevre hareketleri için “Tüket!” çağrısı yapmak hicivden başka birşey olamazdı. Bugünün bankerleşmiş çevre kurumları içinse medyada görünür olmanın doğal hali: çıtır çıtır ekonomi, çıtır çıtır ekolojide bulunur.
Çıtır çevreci söylemlerinde şu şekilde açıklanıyor bu durum: 1. Sürdürülebilir kalkınma ilkesine göre (ne demekse?), kalkınma ile doğa artık karşıt değildir, tamamlayıcıdır. 2. Kalkınmış ekonomiler çevreyi daha iyi korumaktadırlar (acaba?). 3. Ekonomik büyüme ve kalkınma son tahlilde doğa için iyidir (çünkü kalkınınca biz koruyacağız onu?). İnsanların, sosyal hareketlerin beyni nasıl yıkanıyormuş görmek için çevrecileri ibretle izlemek mümkün.
Küreselleşmiş bir ekonomik sistemde hangi ekonomiyi nasıl yalıtıp çevreye duyarlı ilan edebilirsiniz ki, BP firmasının yeşil enerji yatırımlarını kafkas petrolleri finanse ederken? Ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın 22 Eylül’de New York’da gerçekleştirilen “üst düzey” iklim değişikliği toplantısındaki değişiyle “endüstrileşme süreçlerini tamamlamamış” ülkelerin, bu süreci “tamamladıkları” zaman nasıl bir çevreyi koruyacakları sorunun ta kendisidir. Golf sahaları, eko-turizm merkezleri ve motorlu yarış parkurları şeklinde “değirmene” dahil edilerek korunan çevrenin tanımı, modernleşme sürecinde radikal şekilde değişmekte. Amaç, değirmenin dönmesi (ve çevrenin korunabilmesi) için alım-satım döngüsüne girmemiş (değerlendirilmemiş) bir atomun, patentlenmemiş bir molekülün dahi bırakılmaması gibi görünüyor. Sermaye doğanın her zerresi olarak zuhur ettiği, endüstrileşme “tamamlandığı” zaman değirmenin nasıl sürdürülebilir şekilde döneceği tekno-ilimsel metodlarla kolayca belirleniverecek. Burada altı çizilmesi gereken hiyerarşik kapitalist üretim biçiminin kendisini doğa ile özdeşleştirme girişimi; biriktirme ekonomisinin kendisini doğanın değirmeni ilan etmesi. Bu, hem bilim hem bürokrasi dünyasında uzun zamandır üzerinde çalışılan bir mevzu (Psikoloji biliminin gözde bulgusu baskınlık hiyerarşilerinden, halen Rocky dağlarındaki tekno-enstütüsünde araştırmalarına devam eden A. Lovins’in doğal kapitalizm kitabına kadar, mesela.) Ekolojik sınırlara temas eden küresel ekonominin sürdürülebilmesi için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız: Simitse simit, nükleerse nükleer, hidrojenlisinden araba, zehir içermesin diye iki kat fiyatına “organik” hıyar… Hem ekonomiyi hem ekolojiyi kurtarmak mı istiyorsunuz, haydin alışverişe!

Bu absürd dünyayı kurtarma senaryosuna gönül vermiş çevre hareketlerinin ufukları ve icraatları, sermaye değirmeninden dökülen zerreler kadar yer kaplıyor, tıpkı bütçeleri gibi. Mesele bütçeden ziyade fikriyat ve cesaret meselesi, radikal değişiklikler gerektiği söylenip duruyor, ampullerden başka değişen pek birşey yok, Türkiye ona bile muhtaç durumda.
Radikal değişiklikleri gündeme getirince hayalperest doğa sevicisi, ekonomi, sistem, insan düşmanı olarak yaftalanmak an meselesi. Halbuki söz konusu olan değirmenin un elemesine karşı bir tasavvurdan uzak olduğu gibi, değirmenin nasıl-hangi koşullarda döndüğü hakkında yalanlardan ve iluzyonlardan arınmış bir bakış açısı, hareket alanı üretmekten ibaret. Ancak “yeşil ekranlar” yeşile boyalı tekno-kapitalizm pompalarken, bunu hem doğal hem de doğa için en iyi (ya da tek) seçenek olarak sunarken epey zor iş. Ekonomi ve ekolojiye ilişkin bütün kritik kararlar basına kapalı “üst-düzey” görüşmelerde alınırken “dostlar alışverişte görsün” misali bir yönetişim tiyatrosunda oynamakla görevlendirilmiş çevre hareketi ve onun “medya dilimi”nin sahtelikleri ve iluzyonları sürekli didiklenmek ve sorgulanmak zorunda.
Değirmen dönsün elbet, ama nasıl değirmenler döndüğünü de bilelim.
***

You may also like

Comments

Comments are closed.