Yeşeriyorum

Kapitalizmde teknolojik determinizmin temelleri – Volkan Postacıoğlu

0

Volkan Postacıoğlu

KAPİTALİZMDE TEKNOLOJİK DETERMİNİZMİN TEMELLERİ VE ÜRETİCİ GÜÇLERİN ÖNCELİĞİ (EKONOMİZM) İLİŞKİSİ

Kapitalizmde insan – doğa çelişkisi kuşkusuz pre – kapitalist dönemde başlamıştı, ancak doruk noktasına endüstriyel üretimin başladığı kapitalist üretim ilişkileri döneminde ulaştı. Burada kapitalizmin temel yasalarının analizine girecek değiliz, ancak bizleri özellikle ilgilendiren yanıyla, kapitalizmi ve sosyalizmin bir türünü doğaya egemen olmaya iten, üretim ve yaşam biçimlerini koşullayan mekanizmaları açıklayabilmemiz için; ekonomizm, üretici güçler, üretim ilişkileri, teknolojik determinizm vb. kavramlara eğilmemiz gerekir.
Ekonomizm, ekonominin belirleyiciliğini temel alan, kapitalizmin en önemli argümanlarındandan biridir. Kuşkusuz burjuva iktisadından Marksizm’e sızan bir virüstür ve ne yazık ki Marksizm’e de içkin bir sorundur. Ekonomizm, üretici güçlerin önceliği sorununda ve buna bağlı politik tercihlerde yatmaktadır. Ekonomizm, üretici güçlere üretim ilişkilerinden bağımsız (teknikçi) bir öncelik verir ve üretim ilişkilerine çok zayıf bir rol biçer, böylece sınıf mücadelesini önemsizleştirir ve kitle bağlarını kavramamızı engeller.
Peki üretici güçlerin önceliği sorunundan ne anlıyoruz. Üzerinde tam bir fikir birliğine varılmamış da olsa, üretici güçler tanımına girecek temel öğeler, emek gücü ve üretim araçlarıdır (hammadde ve materyaller, binalar, makinalar her türlü teçhizat, teknolojiler). Bazı yorumcular insan unsurunu farklı boyutlarda üretici güçler tanımına dahil ederek kavramı genişletmek istemişlerdir, burada ise tanım klasik anlamıyla sınırlı tutulacaktır. Üretim ilişkileri ise; üretimin toplumsal ve teknik ilişkileri, mülkiyet, üretim değerlerini belirleyen hukuk aracılığyla sağlanan güç ve kontrol ilişkileri, üretimle ilgili toplumsal gruplar arası ilişkiler olarak tanımlanabilir. “Üretici güçlerin önceliği” deyiminden, birinin diğeriyle bağı yadsınmadan, üretici güçlerin üretim ilişkilerinin oluşturduğu ekonomik yapıya önceliği anlaşılmaktadır.
Öncelikle üretici güçlerin önceliği tezini savunan yaklaşımın çağdaş temsilcilerinden, Cohen’in görüşlerinden yola çıkarak, doğrudan Marx’a atıfla vurguladıkları tezleri özetleyelim ;
1 – Üretici güçler tarih boyunca gelişme eğilimindedirler;
2 – Bir toplumun üretim ilişkilerinin doğası, o toplumun üretici güçlerinin gelişme düzeyiyle açıklanır. Bir başka deyişle üretim ilişkileri, maddi üretici güçlerin belirli bir evresine karşılık gelir,
3 – Üretici güçler, gelişmenin belli bir aşamasında içinde hareket ettikleri üretim ilişkileri ile çatışmaya girerler. Ve bu ilişkiler üretici güçlerin gelişmesinin önünde engel haline gelirler,
4 – Böylece ekonomik yapıdaki değişim toplumsal değişimi tetikler ve toplumsal devrim çağı başlar,
5 – İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir ekonomik – toplumsal oluşum asla yok olmaz,
6 – Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, eski toplumun bağrında olgunlaşmadan asla ortaya çıkamazlar.
Yukarıdaki maddelere ek olarak antikçağ, feodal (Asyatik üretim tarzı ayrı bir bağlam) ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik dönüşümün ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelenir. Burjuva üretim ilişkileri, en son ve uzlaşmaz karşıtlıkları barındıran üretim ilişkileridir.
1) – İncelemeye başlamadan önce belirtmek gerekir, gerçekten de güçlerin önceliğini savunanların (ve tarihselci karşıtlarının da) haklı olarak iddia ettikleri gibi, Marx bu tezlerde ortaya koyduğu çağların ardışık, doğrusal ve ileriye ! yönelik gelişmesiyle radikal bir aydınlanmacıdır. Marx hümanizmi henüz gençlik yıllarında kolayca terk etti, fakat bilinen bir sona doğru insanlığın zorunlu gelişmesi (ereksel tarih) anlayışı, varlığını daima korudu. Üretici güçlerin tarih boyunca gelişme eğiliminde olması, tarihin yönünü belirleyen temel varsayımdır ve tarihsel süreç bunun kanıtıdır. Üretici güçlerin gelişmesi nihayetinde iyi ! bir şeydir, insanlığı ilerletecek ve mutlu olmasının yolunu açacaktır. Bu uğurda atılan her adım, sonuç itibarıyla iyi ! dir. Marx’ın Hindistan’da dokuma işçilerinin sağ kollarının kesilmesini, yine dehşet verici biçimde Engels’in Kuzey Amerikan yerlilerinin yok edilmesini (elbette insani olarak onaylamasalar da) kapitalizmin, dolayısıyla üretici güçlerin gelişiminin göstergesi olarak desteklemeleri yukarıdaki tarih anlayışının sonucudur.
2) Üretim ilişkilerinin üretici güçlere karşılık geldiği tezi, “üretim ilişkileri üretici güçlere uygun olduğu için, öyle denk düştükleri için, oldukları gibidirler” şeklinde yorumlandığında tek yönlü bir belirlenim ilişkisi olduğu kastedilir. Ancak gelişme eğilimi, üretim ilişkilerinden bağımsız, tek başına ele alınırsa bir şey ifade etmez. Cohen aradaki bağı reddetmese de güçlerin ilişkilere önceliğini tek yönlü olarak savunur. ‘Karşılık gelmek’ fiilinde simetrik bir karşılıklılık ilişkisine işaret edilmez, ama tek yönlü bir belirlenim ilişkisi kastedilir. Simetriklik söz konusu olsaydı, eşit düzeyde bir etkileşim benimsenmiş olurdu, tam bir denklik ne denli idealistçe bir tez ise tek yönlü ilişki de o denli idealistçedir. Eğer önerme üretim tarzının üstyapıya önceliği olarak sunulsaydı doğru olabilirdi. Ayrıca Marx’ın güçlerin ya da ilişkilerin önceliğine vurgu yapmayan pasajlarını da dikkate almak gerekir.
Marx’ın toplumsal bilince ikincil bir rol vermesi bu belirlenim ilişkisine kanıt gösterilemez, zira üretim ilişkileri bilinç taşıyan ilişki biçimleri değildirler. Marx’ın güçlerin önceliğine vurgu yapan genel ifadeleri polemik dilinin zorunluluğundan kaynaklanmıştır ve tek yönlü bir belirlenimi hiçbir zaman vurgulamamıştır. Üretici güçlerin gelişiminin ilişkilerden bağımsız olduğu tezi burjuva bir tezdir ve bugün de teknolojinin, sınıf ve tahakküm ilişkilerinden bağımsız , “nötr” olduğu maskesi altında savunulmaktadır. Başka bir açıdan bakıldığında bu yaklaşım sosyalist üretim ilişkilerini açıklayamaz, değişen üretim ilişkileri üretici güçleri etkilemeyecektir, çünkü onlar kendinden menkuldürler, o halde sosyalist dönüşüm nasıl gerçekleşecektir? Aynı biçimde tarihsel süreç göstermiştir ki, kapitalist üretim ilişkileri üretici güçleri sosyalizme göre daha çok geliştirmiştir. Ortodoks Tarihsel Maddecilerin (OTM )  ya da (2. Enternasyonal’ciler de denebilir) öne sürdüklerinin aksine, maddi ilerleme ile kapitalizmin temel eğilimi arasında çatışma yoktur, kapitalizm de bolluk toplumu vaad eder. Kapitalizmin üretici güçleri geliştirip, insanlığı sosyalizme götürecek bir bolluk toplumuna götüreceği, fazlasıyla naif, iyi ihtimalle reformist bir görüştür.
3) Güçlerin önceliğini savunanların bir diğer tezi; “üretici güçlerin, gelişmenin belli bir aşamasında üretim ilişkileri ile çatışmaya girmeleri ve güçlerin gelişmesinin önünde engel oluşturmaları” tezidir. Dokuma tezgahlarının teknolojik gelişimi (üretici güçler), gelişimlerinin bir evresinde, mevcut üretim ilişkilerinin bütünüyle, daha doğru bir deyişle egemen sınıfların denetimindeki üretim ilişkilerinin tamamıyla çatışmaya girmemektedirler, aksine üretim ilişkilerinin “belli” bir bölümü ile yani “dokuma işçileri” ile çatışmaya girmektedirler. Teknolojik gelişme, bu noktada sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak yön değiştirmektedir, ilişkiler güçleri belirlemektedir. Marx’ın bu konuya ilişkin verdiği ünlü buhar makinası örneğini hatırlayalım; özetle, buhar makinasının icadı ile ona bağlı olarak, tüm üretim ilişkilerinin, ilgili mülkiyet ve işbölümlerinin de değiştiğini göstermiştir. Bu keşiften sonra insanların yaşamı öylesine değişmiştir ki, insanlar onsuz yapamaz hale gelmişlerdir. Marx’ın görüşleri sanki Cohen’i doğrular niteliktedir !
Marx’ın tespiti son derece doğrudur, kuşkusuz üretici güçlerdeki gelişme ilişkileri dönüştürmüştür. Ama bu hem bir neden hem de bir sonuçtur Ortodoks Tarihsel Maddeciler, teknolojik determinist bakış açısıyla etkileşimin sadece bir tarafını görmektedirler. Elbette bu anlayışa karşı simetrik bir etkileşim savunulmuyor, üretici güçlerin etkisi yadsınmamakla birlikte, üretim ilişkilerinin ve sınıf mücadelesinin belirleyiciliği savunuluyor. Hatırlamak gerekir, tarihinin hiçbir döneminde kapitalizm, ‘değer biriktirme’ ya da ‘kar’ amacı gütmeden bir teknolojik gelişimi teşvik etmemiştir. Buhar makinası başlangıçta yatırım maliyeti yüksek olsa da, uzun vadede egemen sınıflar için verimlilik artışının yanında, kol gücüne olan bağımlılığı azaltacak, üstelik işçi sınıfının olası örgütlenme biçimlerini de bertaraf edecektir. Hemen her üretici gücün gelişiminin altında, iyi incelendiğinde benzer bir durumla karşılaşılacaktır.
‘İlişkiler güçlere uygun olduğu için vardırlar’ tezi son derece sorunlu bir tezdir. Uygunluk oldukça değişken bir durumdur, uyumsuzluk durumu sadece kriz dönemlerinde ortaya çıkmamaktadır, özellikle iktisadi yapısı oturmamış, siyasal açıdan devinim içindeki toplumlarda uyumsuzluk bir süreklilik halidir, güç ilişkilerinden dolayı sürekli bastırılan bir konumdur. Sınıf mücadelesinden (ya da bu kategoriye girmeyen pek çok mücadele biçiminden) bağımsız güçler – ilişkiler çatışma kurgusu yetersizdir. Bu tezi Marx’a bu biçimiyle dayandırmak zorlama bir yorumdur, zira Marx söz konusu çatışmanın seyrinin sınıf mücadelesine bağlı olduğunu vurgulamıştır. Çatışma aşamasında ilişkilerin güçlerin gelişmesini önlediği varsayımı da benzer biçimde politik öngörü olarak kalıcı bir durumu yansıtmaz, tarihte pek çok örnekte görüldüğü gibi (bkz. faşizm), güçler ilişkilere rağmen gelişebilmektedirler. Faşizmin üretim ilişkileri liberal kapitalizmin ideal üretim ilişkilerine denk düşmez, ama üretici güçleri benzersiz biçimde geliştirebilir. Ya da kimi askeri diktatörlükler, Güney Kore vb.  örneklerinde olduğu gibi. Ayrıca vurgulamak gerekir ki, güçlerin ilişkilerle çatışmaya girmesi, tarihsel, iktisadi, siyasal, kültürel, coğrafi vb. pek çok etkene bağlıdır. Bu nedenle mutlak bir ‘yasa’dan söz edilemez.
4)  Ekonomik yapıdaki değişimin toplumsal değişimi tetikleyerek, toplumsal devrimi başlatacağı tezi de politik öngörü olarak determinist bir yorumdur ve zayıf bir tezdir. Bilindiği üzere ekonomik yapının toplumsal yapı üzerindeki etkileri, tedrici süreçlerde ve uzun vadelerde kendini göstermektedir, toplumsal devrimin sınıf mücadelesinin yanında pek çok güç ilişkisine bağlı olduğu, gerçekliğe daha çok denk düşen bir yaklaşımdır.
5)  Son iki tez birbiriyle bağlantılı olduğu için birlikte incelenmelidir. Söz konusu toplumsal – ekonomik yapının farklı üretici güçleri içerebilme, geliştirebilme kapasitesiyle ilgilidir ve yeni üretim ilişkileri eski toplumun bağrında olgunlaşmak zorundadır, bu gerçekleşmeden var olma şansı yoktur ! Üretici güçlerin gelişiminin maksimum verime ulaştığında, doyma ve çökme aşamasına gelme zorunluluğu, yine salt ekonomik, zorlama bir yorumdur, sınıf mücadelesi ve diğer etkenlere şans tanımaz.
Fakat daha dikkatli bir okuma, Marx’ın bu türden bir zorunluluğa işaret etmediği, doyma aşamasına gelmeden söz konusu toplumsal – ekonomik yapının çökebileceği (örn. Roma İmparatorluğu ), eski toplumun bağrında yeni ve yüksek üretim ilişkileri gelişmeden, yerine daha geri üretim ilişkileri geçebileceği, hatta kendi maksimum noktasına ulaşıp, o ekonomik biçimin içine kilitlenmiş ( Marx’ın fosilleşme dediği Hindistan örneği ) ekonomik yapılar olabileceği, bizzat kendi örneklerinden anlaşılabilir. Mekanist – determinist yorum Marx’ın sadece bir yanına vurgu yapar, vurguladığı yanı mutlaklaştırır. Bırakın aydınlanmacı şemaya uygun olmayan toplumları açıklamayı, aydınlanmacı şemaya uygun toplumları dahi açıklamakta güçlük çeker (bkz. 2. Enternasyonal’in ve Komintern’in devrim, savaş, faşizm konularındaki körlükleri).
Marx’ın kuşkusuz, üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimi önünde engel oluşturduğunu gösterdiği pek çok pasajı vardır. Fakat gözden kaçırılan şey bunun bir “durum tespiti” olduğudur, bu “durum” bir sonuçtur, ve bu “durum” a nasıl gelindiğini Marx bize göstermektedir. Burjuvazinin hem üretici güçleri, hem de üretim ilişkileri dahil tüm toplumsal ilişkileri devrimcileştirmek zorunda olduğunu, belirli üretici güçlerin uygulanabildiği koşulların, toplumun belirli bir sınıfının egemenlik koşulları olduğunu söyler. Dolayısıyla üretici güçleri değiştiren şey, üretim ilişkilerini de değiştirir: Burjuvazi, yani bir toplumsal sınıf, sınıf mücadelesinin bir tarafı, işçi sınıfı da diğer tarafı. Üretim ilişkileri içinde tanımlanan iki karşıt sınıf,  (kuşkusuz bu karşıtlıklar bugün çok karmaşıklaştı, ancak analiz için soyutlama zorunlu).
Üretici güçleri dönüştüren asıl dinamiğin sınıf mücadelesi (ve onunla birlikte toplumsal gruplar arası ilişkiler) olduğu çok açıktır. “Güçlerin önceliğine karşı tezleri savunanların sıkça düştükleri bir hata da şudur; devrimci enerji teknik üretim araçlarına değil, içine hapsedildiği toplumsal üretim ilişkilerine yönelmelidir. Kapitalist üretim tekniklerini değil, sahiplik ilişkilerini değiştirmelidir”. Bu yaklaşım çok önemli iki noktayı gözden kaçırmaktadır. Birincisi, kapitalizmde üretim araçları ve teknoloji sınıf egemenliği altında şekillenmektedir, sosyalizm kapitalizmle aynı üretici güçlere sahip olmamalıdır, bu gerçeği atlamak güçlerin önceliğini savunanlarla aynı biçimde, “güçlerin bağımsız gelişimini savunma” pozisyonuna düşer. İkincisi, kapitalist üretim tarzından sosyalist üretim tarzına geçiş, bu denli basit bir dönüşüm olamaz. Bir toplumsal dönüşüm projesi olarak sosyalizm, sadece üretim ilişkilerini değil, kapitalist üretim teknikleri, işbölümü dahil çok daha kapsamlı bir dönüşüm gerçekleştirmek zorundadır.
Cohen ve benzeri Marksistlerin iddia ettiği gibi üretici güçler üretim ilişkilerini tek yanlı, hakim biçimde dönüştürüyorsa bu Marx adına vahim bir hatadır, devrimci iradeye yer bırakmaz, başka değişkenlere şans tanımaz. Üretici güçlerin önceliğini savunan anlayışın pozitivizmle akraba olduğunu idida etmek bu yazının sınırlarını aşar ancak özellikle üzerinde durulması gereken bir iddia. Elbette bunu yaparken de özne merkezli Marksizm’ den yana çubuğu bükmekten kaçınmak gerekir.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.