Yeşeriyorum

Yeşiller Partisi politikalarının eleştirisine giriş – Volkan Postacıoğlu

0

Bu çalışmamda tek bir amacım var; Yeşiller’ in başarılı olmasına naçizane bir katkı sunmak. Kimi kişisel sorunlarımdan dolayı parti içinde yeterli pratik çalışma yapamadım, belki Yeşil Düşünce’ye böylece bir katkıda bulunabilirim diye düşündüm. Yaklaşık bir ay önce Alman Yeşilleri ve Heinrich Böll Vakfı tarafından düzenlenen Yeşil Ekonomi Konferansı’ nı elimden geldiğince izledim, ana temayı, verilmeye çalışılan mesajları anlamaya çalıştım. Konferansta yabancı katılımcılar, kapitalizm sözcüğünü ya hiç kullanmadılar ya da kullandıklarında kapitalizm dışı bir çözümden söz etmediler. Yılların ekonomisti, güya eski Marksist Ahmet İnsel, konuşmaya çağrıldığı yer Yeşiller olmasına rağmen, konuşmasına “büyüme” ile başladı, “büyüme” ile bitirdi. Konferansı düzenleyen arkadaşlarımızı zor duruma düşürmemek için, sert bir eleştiri yapmaktan özellikle kaçındım. Alman Yeşilleri yetkililerinin ise özellikle sunum biçimlerine dikkat ettim. Sürekli sistem içi paradigmalar öneriliyor, o denli hiyerarşik, kariyerist, iktidar odaklı ve o denli dünya politikasında egemenlerden yana ve onlarla işbirliği içinde bir profil çiziliyordu ki ( kapitalist – endüstriyalist sistemin tüm kukla kurumlarıyla işbirliği ve onların denetimi altına girmek gibi yollar öneriliyordu ), eminim herhangi bir sağ parti bundan iyisini yapamazdı. Konferansta sunulan tüm broşürleri titizlikle inceledim, özellikle verimlilikle ilgili broşür acınacak denli bir ekonomizm ve endüstriyalizm içeriyordu, adeta bir çamaşır makinesi kullanma klavuzu gibi, bizlere yol gösteriyordu. Tek başına “verimlilik” sözcüğünün bile kapitalist – endüstriyalist sistemin sürekliliğini sağlamaya yarayan, burjuva ekonomi politiğine ait bir kavram olduğunu hatırlatmama bilmem gerek var mı? Bunun gibi sayısız örnek verebilirim, fakat gerek yok, çünkü eleştiri her şeyden önce felsefi-teorik düzlemde başlamalı, oradan pratik sürece doğru gitmeli. Konferansı tertipleyen arkadaşlarımızın bu yaklaşımları benimsemiyor olmalarını umarak oradan ayrıldım. Neyse ki ertesi gün partimizden Ahmet Atıl Aşıcı ve Ümit Şahin, yaptıkları konuşmalarla bizim kendimize özgü bir yol izleyeceğimizin sinyallerini vermişler. Tüm bu verilerin ışığında Alman Yeşilleri’ni biraz mercek tutmak gerektiğini düşünüyorum.

ALMAN YEŞİLLERİNİN KISA TARİHİ VE HATALAR

Bilindiği üzere Yeşil Hareket Almanya’da doğdu, önce Avrupa’ya oradan da dünyanın çeşitli ülkelerine yayıldı. Alman Yeşilleri, kuruluş döneminde zayıf felsefi ve siyasi altyapısına rağmen, üyelerinin çoğunluğu reel sosyalizmden umduğunu bulamamış Marksistlerin mücadeleci pratikleriyle, Almanya’daki siyasi atmosferin çatlaklarına sızarak önemli bir boşluk doldurdular. Hayatlarını riske ederek, trenlerin altına yatarak elde ettikleri kazanımları daha sonraki yıllarda Realöz ( gerçekçi ) kanadın partide hakimiyeti ele geçirmesiyle kaybettiler. Şu anda radikalizmini tamamen yitirmiş, onurlu geçmişinden eser kalmamış düzen partilerinden biridir. Bu tarihi bilmeyenimiz hemen hemen yoktur. Alman Yeşilleri’nin niçin böyle bir dönüşüm geçirdiğinin kritiğine ise girmeyeceğim, bu genel olarak tüm dünyada solun ve Marksizmin gerilemesi ile ilgili bir durum, ama şimdilik sorunumuz bu değil. Yanlış anlaşılmasın, ben gerek Alman Yeşilleri gerekse Avrupa’nın diğer yeşil partileriyle diyaloğa ve işbirliğine girilmemesini söylemiyorum, tam tersi onların deneyimlerinin titizlikle incelenmesi ve ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini savunuyorum. Durduğum yer basit bir üçüncü dünyacılık veya AB karşıtlığı değil kesinlikle. Sadece birlikte hareket etmeyi düşündüğümüz yapıları tanımayı ve dönüştürmeyi düşündüğümüz dünyayı doğru analiz etmemiz gerektiğini söylüyorum. Bu açıdan başta Ümit Şahin olmak üzere katkısı olan tüm arkadaşlara teşekkür etmeliyim bir kez daha. ( Burada teşekkür neden ediliyor, konferanstaki açıklamalardan mı yoksa Ümit’ in parti içinde yaptığı açıklamalar, çalışmaları için mi ????? ) Ancak kendi duruşumuz, kendi özgün politikalarımız olmadığı sürece, fikri düzeyde onların bir şubesi olmaktan öteye gidemeyeceğimizi söylüyorum. Görece başarılı olmuş tüm partilerin ( geçmişte Alman, bugün Fransız yeşil partileri ) her biri kendi özgün tarihsel, ekonomik, politik, kültürel, siyasi vb. süreçlerine uygun politikaları hayata geçirdikleri oranda başarılı olmuşlar, tersi durumda da oyları gerilemiş ve başarısız olmuşlardır. Bu anlamda onların deneyimleri bizler için çok önemlidir. Sorun bu deneyimleri bir şablon olarak Türkiye koşullarına uygulamaya çalışmaktır. Batı Avrupa’da sınıf mücadeleleri tarihinden gelen ciddi bir orta sınıf var, Alman Yeşilleri’nin politik söylemleri doğal olarak bu kitlede karşılık buldu, ancak Türkiye’de böyle bir orta sınıf olmadığı için o söylem burada karşılık bulamaz. Sol kökenli arkadaşlar bilir, geçmişte birkaç anlayış hariç tüm sosyalist hareketlerin bir “Kabe” si vardı, oralardan edindikleri deneyimleri aynen burada uygulamaya çalıştılar, sonuç bir hüsran. Bu sadece siyasal pratikte değil düşünce dünyamızda da böyleydi, düşünce bir yerlerde üretilir, biz hiç sorgulamaksızın aynen alır ve uygularız; ve hiç kuşkusuz ki uygulayamayız, uygularsak da sonuç bir felaket olur. Elbette sorun düşüncenin nerede üretildiği değil, üretilen düşünceyi alıp dönüştürmemiz ve ona kendimizden özgün bir şeyler katarak geliştirmemizdir. Klasik Yunan düşüncesi de pek çok bilgiyi Mezopotamya’dan, Mısır’dan, Eski Hint’ten almıştı. Ama onlar aldıkları “bilgi” yi kendilerinden pek çok felsefi dizge katarak geliştirdiler. Sözü uzatmadan dikkatinizi çekmek istediğim nokta budur. Bizler “bilgi” yi tüketen değil üreten olmalıyız, hiç kuşkusuz bu “bilgi” kapitalist – endüstriyalist bilgi içeriğini kesinlikle değiştiren, dönüştüren bir içerik olmalıdır. ÖNERİLER VE POLİTİKALAR Şimdi önümüzde Yeşillerin yanıtlaması gereken iki soru var; birincisi Yeşiller anti kapitalist midir, değil midir? Bu sorunun yanıtı ürkekçe değil net bir şekilde verilmelidir, çünkü tüm politikalarımız bu temel üzerinde yükselmektedir. İkinci soru, doğayla insanın uyumunu sağlayacak politikalar nasıl, hangi yoldan yaratılacaktır sosyalizmle mi, anarşizmin kimi önermeleriyle mi ya da dinle veya gelenekle melezleşmiş kimi yaşam biçimleriyle mi? Bu sorulara çok farklı yanıtlar veren arkadaşlarımız var, bu doğaldır. Ama çoğulculuk temel sorunlarda yüzlerce binlerce farklı yol izlemek değildir, bu kanımca kafa karışıklığının bir sonucudur, o zaman politika üretemez hale geliriz. Ben kuşkusuz bir Marksist olarak insanın ve doğanın kurtuluşunun sosyalizmden geçtiğini savunuyorum, kapitalizmin, yani kar hırsının, paranın egemenliğinin ve emek sömürüsünün hüküm sürdüğü bir dünyada, insanın doğa üzerindeki tahakkümünün sona ermesinin imkansız olduğunu düşünüyorum. Peki nasıl bir sosyalizm? Bu sorunun yanıtı elbette ayrıca verilmelidir, buna girişmek işimizi fazlasıyla uzatır, ancak kısaca değinmek gerekirse, Marksizm’in ekoloji ile melezleştiği, temel tezlerini bu birliğin oluşturduğu bir sosyalizm. Elbette bunu ilk söyleyen ben değilim, Bookchin uzun yıllar önce bu birliğin ipuçlarını bizlere vermişti. Peki neden sosyalizm? Arkadaşlar, iktidarla oynaşmak, iktidara aday olmak, şeytanla kırıştırmaya benzer, Marksizm iktidarı ele geçirmeye, iktidarı dönüştürüp, insanın insan üzerindeki tahakkümünü yok etmeye aday olduğu için, bu riski göze aldığı için bu olanağı bağrında taşır. Sorarım sizlere insanlık tarihinde kapitalizme karşı tek gerçek ve ciddi eleştiri ve dönüşüm nereden geldi, elbette bunu Marksizm başardı sadece, ne dinlerin, ne de liberal özgürlük felsefelerinin kapitalizmin temeline dinamit koyduğunu gördünüz mü? Elbette geçmiş sosyalizm deneyimlerinin birçok yanlışı vardır, çok haklı olarak eleştireceğiz, hatta bunları yerden yere vuracağız. Ama bunu yaparken lütfen kapitalizmi savunmayalım ve onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Kapitalizmin bizlere sunduğu özgür olduğumuz yanılsaması ve insanın, doğanın mahvolmasından başka bir şey değildir. Kısaca sormak istediğim soru şudur, bizler kapitalizm içi bir çözüm mü düşünüyoruz? Yoksa anti kapitalist olduğumuzu taktik icabı açıkça dile getiremiyor muyuz? “Biz ilkelerimiz içinde, anti kapitalist olduğumuzu açıkça yazdık” diyenler olabilir. Ne yazık ki bu kağıt üzerinde kalmış bir ilkedir bizim için şu anda, çünkü politikalarımız ve söylemlerimiz hiç de bu izlenimi vermiyor. Parti meclisi toplantısında ( ki ben parti meclisi üyesi değilim ), bizlerin dışarıdan “orta sınıf-kentli partisi” olarak görüldüğümüzü söyledim, başka arkadaşlar “tuzu kurular partisi”, ”canı sıkılanlar partisi” gibi bazen bizleri acı acı gülümseten, tespitleri aktardılar. Bizlerin dışarıdan burada saymak istemediğim benzer görüntülerinin nedeni nelerdir? Örneğin niçin “orta sınıf-kentli partisi”, “tuzu kurular partisi” denmektedir. Bildiğim kadarıyla Yeşillerin çoğu hayatlarını ancak idare edebilen insanlardan oluşuyor, belki belki içlerinde ekonomik durumlar iyi olan arkadaşlarımız vardır. Fakat bunun gerçekte hiçbir önemi yoktur, ironik olan sermaye partilerinin büyük servetlerin sahibi yönetici elitlerinin, paranın ve zengin sınıfların nihai egemenliğini savunmalarına rağmen, toplumun ezilen ve sömürülen kitlelerinde “gariban dostu” yanılsamalarını yaratabilmeleri ve bizlerin ise “tuzu kuru” olarak görülmeleridir. Kanımca bu yanılsamanın iki önemli nedeni var, birincisi ; gerçekten de bizler çoğunlukla orta sınıf-kentli kişilerden oluşan bir grubuz, ama daha önemlisi sahip olduğumuz söylemdir. Gerek görüntümüz, gerekse politik söylemlerimiz bu izlenimi yaratmaktadır. Ama bir siyasal partinin üyelerinin hangi sınıftan geldiğinden ziyade, topluma sunduğu politikaların hangi yönde olduğu önemlidir. Bizler toplumun hangi kesimlerini hedefleyerek söylemlerimizi oluşturuyoruz? “Biz önce içinde yaşadığımız top
lumun tümüne, sonra tüm insanlığa sesleniyoruz” deniyorsa bu son derece yetersizdir, çünkü bazen herkese seslenmek, hiç kimseye seslenmemektir. Toplum kaçınılmaz olarak sınıflardan ve toplumsal gruplardan oluşur (ulus, cinsiyet, farklı meslek grupları vs. ), böyle olduğu için de her toplumsal grup bizim söylemlerimizi kendi gözlüklerinin filtresinden geçirerek bakar. Biz herkese seslensek de bizi “herkes” anlamaz. Bundan dolayıdır ki bizler toplumun bazı kesimlerine seslenmekte öncelik vermeliyiz. Bu kesimler de eğitimli, kentli-orta sınıftan ziyade, toplumun kahir ekseriyetini oluşturan çalışan sınıflar, işsizler, ezilenler ( kadın, eşcinsel, Kürt vs.) olmalıdır. Eğitimli, kentli-orta sınıf, adını açıkça koymak gerekirse önemli ölçüde CHP tabanıdır ve bu kesim kimi tarihsel nedenlerden ve önemli ölçüde Kürt sorununa yaklaşımımızdan dolayı bize oy vermez. Bu halimizle de kısa vadede ancak bu kesime ulaşabiliyoruz, kaldı ki bu kesim yine de bize oy vermiyor. Yaşam ve geçim kaygısı ön planda olan insanlar için doğa tahribatı ya önem taşımaz ya da ikincildir. Bunun için onları suçlayamayız, onlardan bir entelektüelin perspektifine sahip olmalarını bekleyemeyiz. Peki bizler nasıl toplumda karar ve söz sahibi olmayan geniş yığınların partisi olabiliriz? Güce tapan bir toplumda, o türden bir güce sahip olmadan “güç” olabilir miyiz? Gerçekten çok zor bir iş. Topluma her şeyden önce doğa ve insan sömürüsünde verilen kararların hiçbirinin, yönetici elitler tarafından kendilerine sorulmadan alındığını ve endüstriyalizmin her şeyden önce emeğiyle yaşayan insanların çıkarlarına ( çıkar sözcüğünü kullanmak zorundayız maalesef ) aykırı olduğunu anlatabilmeliyiz. Çünkü toplumun çoğunluğunu oluşturan bu insanlar paranın gücüne sahip değiller, ancak doğayla uyumlu bir ekonomi ( örneğin yeşil işlikler ) bu insanların yaşamlarına bir güvence getirebilir. Kuşkusuz aramızdaki birçok arkadaş bu konuda çok daha yetkin ve çözümler üretmede daha yatkınlar. Benim sorgulamaya çalıştığım, partinin temel politik yönelimleri. Bir başka yaklaşım da geleneksel üretim biçimleriyle ilişkiler kurularak üretilecek politikalardır ( köylü, çiftçi, zanaatkar vs.) , kanımca bizim öncelikle ulaşabileceğimiz kitle onlardır, doğanın yağmalanmasından ve küresel kapitalizmden onlar kadar etkilenen başka bir toplumsal grup yoktur. Onların yakıcı sorunlarına, yaşam kavgalarına tercüman olacak, çözümler üretmeye yönelik son derece somut politakalar ve söylemler üretebilmeliyiz. Ve bunu yaparken onlara yaklaşımımız ve söylemimiz onlarla empati kurarak ve gerçekten onların yanında olarak kurulabilir.

Volkan Postacıoğlu

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.