Yeşeriyorum

Kimliğimi Sordular Yaramı Gösterdim

0

“Bir sağnak yıkasa yaralarımı belki

Yumuşayacak gecenin mimikleri, ağrılarım dinecek”

A.Hicri İzgören

1 Haziran’da Kadıköy’de acının ve umudun sesi birlikte dillenmiş, iki ırmak Kızılırmak ve Dicle birbirine el vererek aynı denize kavuşmaya karar vermişlerdi. Edi Bese ile Artık Yeter aynı acının sağanağına isyan ediyordu.

Yıldızlar kadar parlak gökyüzünde güneşin ışıltıları altında parlayan metalin tehdidine ise yumruklar sıkılarak isyan ediliyordu. Her helikopter geçişinde “Sayın Öcalan” sesleri pervane gürültüsüne eşlik ediyordu. İşte o zaman anladım ki barışın sesleri birbirine benzese de acının grameri farklı olduğunda anlaşılan cümleler aynı dilden değildi. Bir halkın 25 yıldır olağan gün görmemişliğinden doğan isyanı fiilerin çekimlerini farklı kılıyordu.

Burada barış dendiğinde anlaşılan savaşmamak olsa da O’rada Barış Adaletle elele vererek kendi cümlelerini konuşmak arzusuydu. Belki bu yüzden dağlarda bir cigaranın külüne karışan ölü canların dumanı yayıyordu bir coğrafyaya. Tülbentli anaların yol yol olmuş yüzlerindeki her bir çizgide ölümün, içe gömülmüş bir yasın ve dışa çıkmamış bir acının yanık sesi yankı yapıyordu.

“Kimsesizlik,
Ürperten uçurum
Sunağında kanayan hayat
Kaç çocuğun yangın yeri”
Güneş yanığı esmer yüzlerde vakar bir olgunluğun yaşlı yüzü kadar, isyanın genç sesi de çığlık çığlığa yankılanan bir dağ kartalı gibiydi. Bir coğrafya düşünün, orada ülkenin başka bir yerinde gördüğünüz muameleyi, sahip olduğunuz hakları uygulamıyorlar. İsminiz Ferhat değil de welat ise dayak yemek, işkence görmek öldürülmek ya da aşağılanmak arasında bir tercihte bulunma hakkına sahipsiniz evet sahip olduğunuz yegâne hak susmak, itaat etmek ve aşağılanmak. Eğer bu yolu tercih etmez de onurlu bir yaşam ve eşitlik talep etmeye kalkarsanız o zaman da yukarıda saydıklarımdan birini tercih etmek durumundasınız. Yani kırk katır mı kırk satır mı türü bir ölümlerden ölüm beğen hali.

İşte dün kürsüde konuşan Kürt genci hükümetin himmeti AB’nin bastırması ile yapılabilen bu mitinge katılan Türk gençlerine olağan hali yaşayamamanın nasıl bir şey olduğunu, her aileden bir anne ya da babanın bir acı ile yüreğinin dağlanmak olduğunu anlatmaya çabalıyordu.

Açıkçası dün Kürt halkının vakarına, olgunluğuna ve yaşanan onca acıya rağmen hala birlikte yaşama ve Welattın Memede kardeşim diye sarılma arzusuna tek kelime ile hayran oldum. Evet, “PKK’ yi dağlarda arama o heryerde”, ya da PKK halktır halk burada” diyen öfkeli dil halkın çoğunluğunun birlikte yaşama arzusu baskın olduğu için mitingin halet-i ruhiyesini ifade etmiyordu ama bize bu sorunu şu ana kadar olduğu gibi ipe un serme mantığı ile geçiştirmekte ısrar etmek halinde öfkenin kardeşliğe pek ala da galebe çalabileceğini gösterir mahiyetteydi.

O sloganları da o sloganı atanları da tutuklamak çözüm değil tersine bu sloganları bir kırmızı alarm olarak algılamazsak karşımızda bu şekilde düşünen bir sürü genç bulacağız. Ve orada yanan yürekler burada da bir sürü yürek dağlamaya devam edecek.

Dağlarda sadece gerilla yok, gencecik yaşta mecburi olan bir görevi yerine getirmek için orada olan, çok doğal olarak arkadaşlarını yitirme duygusu ile düşman bellediği diğer gençlere karşı büyük bir öfke duyan memedler de var. O memedlerin annesi, kardeşleri ve yakın çevresi de var. Burada yükselen milliyetçi öfkeyi besleyen de bu acı.

Ama bu acının sorumlusu asla ve asla bu vakur halk değil, yıllardır çözüm değil ölüm üreten askeri mantığın tank rengine teslim olmuş fırsatçı, ikiyüzlü ve ahlak yoksunu devlet tapmacı, devlet mantıklı politikacılar var.
İşte dün yapılan miting çok geç olmadan diyen aklın sakin, adil ve sevecen dilinin sesiydi. Bu sese değil de hâlâ meseleyi basitçe bir terör sorunu olarak gören, orada yaşanan şiddeti bir adalet talebi gibi değil de “devlete meydan okunmaz, okuyanlar kahredilir diyen” militer zalimliğin sesine kulak vermeye devam edersek yaşanacak acılar bunun yanında bin beter olacak.

Konukseverliğin Mırıltısı
Dün biz yeşillerin önerdiği milliyetçiliği dışlayan çözüm önerisi fiilen oradaydı. Malum biz yeşiller geçen aralıkta yaptığımız Yeşil Diyalog toplantılarından birinin konusu olan “Kürt sorununda barış ve diyalog” içerikli toplantımız da benim aracılığımla artık hiç birimizin ev sahibi olmayacağı, herkesin aynı evi birlikte ve eşit bir biçimde kullandığı konukseverlik eksenli bir çözüm vardı. Geçen Yüzyılın en büyük filozoflarından Derrida tarafından ortaya konan Konukseverlik Ya da Koşulsuz Buyruk anlayışı millet gibi sabit bir yeri, sınırları belirlenmiş bir ulus devlet anlayışından sıyrılmayı kapsıyordu. Onun göçmenler için ürettiği bu kavram benim için kürt kardeşlerimle bir arada eşit ve özgür bir biçimde yaşamanın da formülasyonu anlamına geliyor.

Biz Türkler konuk, kürtler ise ev sahibi oldukları halde (40 bin kişilik olduğu söylenen mitingte çoğunluk kürtlerdi) bize hiçte ev sahibi muamelesi yapmadılar. Tersine bize evin sahibi bizmişiz gibi davranarak hiç kimsenin evin sahibi olmadığı, herkesin konuğa dönüştüğü bir eşitlik biçimi içinde davrandılar.

Yanı başımdaki kürt amcanın gözündeki parıltı, bizi yanında görmekten kaynaklanan mutlu gülümseme hali, yaşlı kürt dedenin vakarı hafızamda kalan bu görüntüler eşlik ederken, diğer yandan da geçen yüzyılın en büyük etik filozofu, bir Yahudi olan Emanuel Levinas’ın en şöhretli kavramı yüzü ve onunla iç içe olan koşulsuz buyur etme, karşılama, kendini ötekine koşulsuzca açma, “yüz öldürülemeyendir” sözleri zihnimde çınlayıp duruyordu.

Adeta Levinas’mı o kürt amcaydı, o kürt amca mı Levinas oluvermişti bilemiyorum ama “Min Kalben Diyarbekir” (Diyarbekir sen kalbimdesin) şarkısı kulaklarımda yankılanıp durdu.

Eve gittiğimde gözyaşlarımı tutamadım, çünkü o yüz benim yüreğimi kanatmış vicdanımı teki altında bırakmıştı. Elbette bir Türk olarak onun yaşadığı onulmaz acıların sorumlusu, onun da tıpkı yüreği yangın yerine dönmüş asker analarının acılarının sorumlusu olmaması gibiydim. Ama onun acıları bana yeryüzünde devletlerin insanlara yaşattığı acıları anımsattı. O nedenle bir kez daha devlet denen soyutlamaya, o insanlık dışı canavara karşı içimden büyük bir öfke yükseldi. Ve şu sloganlar dilimden çıkıverdi. “Tüm Devletler Katildir” “Devletler Mezara” evet dünya gezegeni şu devlet denen acı kaynağından kurtulduğunda, onunla birlikte o iğrenç ölüm makinesi olan ordularda, onların uçakları, helikopterleri, tankları ve tüfekleri de çöplüğü boyladığında o zaman barışın dilini çok daha güçlü bir biçimde konuşacağız.

O zamana kadar “Biji Aştiya” (Yaşasın Barış) ve “Yaşasın Özgürlük ve Eşitlik” vb

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.