Yeşeriyorum

Ne Kuşsuz Ne Kenesiz

0

Biliyorsunuz Türkiye iki-üç yıldır daha çok tropik bölgelerde görülen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ya da bir çeşit humma olan bu hastalıkla uğraşıyor. Hastalığın en büyük nedeni de keneler. Bu yüzden adeta bir kene paniği oluşmuş durumda. Yaz ayları gelince kene şikâyetleri çoğalıyor. Hastanelerin ilgili bölümlerine özellikle hafta sonları piknikçiler tarafından ya da kırsal yörelerde yaşayan insanlar tarafından birçok başvuru oluyor. Bunlardan bir bölümü herhangi bir zarar neden olmazken, bir bölümü ölümlere neden olabiliyor.

Kenelerin ölümcül bir virüsün taşıyıcısına dönüşümü ekolojik dengenin bozulmasının sonucu.

Keneler tarafından taşınan “nairovirüs” isimli bir mikrobiyal etken tarafından neden olunan ateş, cilt içi ve diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden hayvan kaynaklı bir enfeksiyondur. Son yıllarda tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu enfeksiyonlarda ölüm oranları hâlâ yüksek (yüzde 30) olan bir hastalık.

Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takiben kuluçka süresi genellikle 1-3 gün; bu süre en fazla 9 gün olabilmekte. Mikrop bulaşmış kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 gün, en fazla ise 13 gün olabiliyor.

Belirtileri ateş, kırıklık, baş ağrısı, halsizlik, kanama, pıhtılaşma süreçlerinin bozulması nedeni ile yüz ve göğüste kırmızı döküntüler ve gözlerde kızarıklık, gövde, kol ve bacaklarda morluklar, burun kanaması, dışkıda ve idrarda kan şeklinde olabilmekte. Hastalık sonucu ölümün gerçekleşme nedeni ise karaciğer ve böbreklerin çalışamaz hale gelmesi.

Hastalığın kaynağı doğu ve batı Afrika, ancak kenelerin öldürücü bir virüse dönüşmesi ilk kez 1944 yılında Kırım’da rastlanan bir olay, hastalığa bu adın verilme nedeni de Kırım’da görülmesi. Veteriner hekim Prof. Dr Tamer Dodurka’ya göre keneler ekolojik dengeye yapılan insan müdahalesinin bir sonucu olarak öldürücü nitelik kazanmış.

“Doğada yaşayan canlıların sayısı çevre koşullarına bağlı olarak dengelenir. Bu denge neticesinde eğer doğada bir hayvan türünün sayısında geçici bir artış varsa başka bir hayvan türünde azalma var demektir. Bu nedenle canlı türlerine karşı yapılan avlanma, ilaçlama, anız yakma vb. gibi müdahaleler eninde sonunda insan dâhil diğer canlı türlerinin yaşamını olumsuz etkiler. Örneğin kemiricilerle beslenen kurt, tilki gibi etobur hayvanların avlanması, daha da önemlisi yılanların ilaçlanarak yok edilmesi kemirici nüfusunda artışa yol açar. Dolayısıyla kemiricilerin rezervuar olarak taşıdıkları hastalıklar yayılmaya başlayabilir. KKKA (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi) etkeni olan ‘nairo virüs’ de kemiriciler tarafından taşınan bir virüstür.

Doğu Avrupa ve Asya’daki KKKA salgınlarının genellikle tarım alanı açmak için yapılan müdahalelerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Olasılıkla, bu bölgeler keneyle enfekteydi (keneler yoluyla salgın olma potansiyeline sahipti), ama tarım alanı olarak kullanılmadığı için hayvan ya da insanlara bulaşmıyordu, hatta keneler çoğalabilmek için sığır, koyun keçi gibi hayvanlardan kan emme olanağı bulamıyordu. Oralar tarıma açıldı ve kenelerin daha fazla çoğalması için uygun koşullar oluştu.”1

İki yıldır köylerde ve kırlık alanlarda kenelerle temas sonucu görülen bu hastalığın nedeni kimse söylemese de aslında ekolojik dengenin bozulması ve yine aynı nedenden kaynaklanan “küresel İklim değişimi”nin bir sonucu.

Kuşlara Ölüm Kenelere Hayat

Doğada bir besin zinciri vardır. Bu zincir uyarınca hemen her canlının bir tüketicisi vardır. Kenelerin de en büyük tüketicisi aslında tavuklar ve diğer kuşlar. Ancak iki yıl önce aslında İsrail’den hasta tavuk alım sonucu gerçekleştiği söylenen ancak kamuoyundan gizlenen ve muhtemelen laboratuar kaynaklı bir biyolojik silah olduğundan şüphelenilen Kuş Gribi nedeniyle gerçekleşen büyük çaplı tavuk soykırımı sonrası kene nüfusu doğal düşmanlarından yoksun kalma ve ortam şartlarının elverişliliği nedeniyle büyük bir artış gösterdi.

Kenelere karşı biyolojik mücadele de en etkin silahlardan birisi sülün. Sülünler bir böcek tüketicisi.

Böylece daha önce ülkemizde görülmeyen bu salgın bir anda can almaya başladı.

Şimdi hastalığa karşı çözüm olarak böcek öldürücü kullanılması öneriliyor.

Tıpkı kuş gribinde tamiflu satışlarının patlaması, karlı bir cinayet halini alan endüstriyel tavukçuluğun öne fırlaması gibi bu hastalıkta böcek ilacı satışlarını patlatacak.

Oysa böcek öldürücüler doğada öylesine derin bir tahribat oluşturuyor ki sonuçta keneler ölse bile, ikinci kuşakta böcek ilaçlarına dayanıklı mutasyon geçirmiş nesiller ortaya çıkacak.

Nasıl antibiyotikler vücudun doğal savunma sistemini tahrip ettiği için sürekli hastalıklar dirençli yeni nesil mikrop ya da virüslere karşı yeni antibiyotikler üretiliyorsa-ki bilim şimdiden bu savaşın mikroplar lehine sonuçlandığı kanısında-böcek öldürücülerde de aynı durum söz konusu. Her geçen gün yeni kimyasallarla böceklere karşı savaş açılıyor.

Oysa nasıl böcek öldürücüler faydalı ve doğal düşman konumundaki böcekleri de yok ederek “düşman”ın rahatça gelişimine olanak sağlıyor ise, kenelere dönük bu kimyasal saldırı da kenelerin doğal düşmanlarının da ölümüne (en başta tavuklar başta olmak üzere onlarla beslenen kuşların) neden olacak. Böylece keneler ilaçlara dayanıklı yeni nesiller ile mekânlarımızda ölüm saçmaya devam edecekler.

Tarım ilaçları, böcek öldürücüler doğada uzun süre kalabiliyor. Ekoloji tarihinde özel bir yeri olan Rachel Carson’nun, Sessiz Bahar kitabı bu felaketi anlatır. Carson’a göre insan, yüzyıllarca sadece kendi çıkarını düşünmüş, kendi çıkarını kollamaktan başka bir şey yapma gereğini duymamıştır. Doğayı emrine geçirmek için her türlü hileye başvurmuştur. E.B. White’ ın dediği gibi “Eğer kendimizi bu gezegene uydurmaya çalışsak, onu kuşkucu ve diktatörce bakış açısıyla değil de değerbilir biçimde görebilseydik varlığımızı sürdürebilme şansımız daha yüksek olurdu.” Rachel Carson da bazı bilim adamları ve hümanistler gibi gerçekleri fark etmiş ve o dönemde kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri yazıp, gerçekleri halka göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın yayınlanması da aslında o kadar da kolay olmamıştı, çünkü hiçbir yayınevi zararlı kimyasallar üreten endüstri devleriyle karşı karşıya kalmak istemiyordu ve her şeyin ekonomik çıkarlara dayandığı bu devirde, Carson zoru başararak 1962′ de kitabını yayınlamış ve zararlı kimyasalların önüne geçme hedefindeki ilk adımını atmıştır.

O günden bu yana biliyoruz ki böcek öldürücüler havaya, suya karışmakta besin zinciri yolu ile diğer canlıların yağ dokusunda birikmekte. Bu da özellikle kuş neslini olumsuz etkilemekte. Çünkü bu ilaçlar kuşların yumurtasındaki kireç tabakasını azalttığından, kuş yavruları yumurtaların çok erken çatlaması neticesi bir sürü yavru kuş ölüyor.

Oysa bir çok kuş türü tüm hayatları boyunca sadece böcek yiyerek geçinirler. Bunlar arasında kırlangıçlar ve gece atmacaları anılabilir. Birçok tohum yiyen kuşlar da, yuva dönemlerinde böcek yerer. Zira tohum yiyen böcekler, yuvalarını böceklerin fazla oldukları dönemlerde yaparlar ve böcek nüfusunun azalmasında önemli rol oynarlar

Sadece böcekler değil böcekler için zehirli etkisi olan bitki türleri de var ve bitki türleri bir çok böceği özellikle de azotlu besinler alanları zehirleyerek nüfuslarını kontrol atında tutuyor. Sigaranın hammaddesi olarak tanıdığımız tütün (nicotîana tobaccum), yeryüzünde bulunan en zehirli bitki ailesinin (solanaceae) bir üyesi olan patlıcangillerde bulunuyor. Tütün bitkisi içinde bulunan ve nornikotin ve anabasin adı verilen bileşikler, insanlar ve diğer memeliler için orta düzeyde zehirliyken böcekler için öldürücü derecede zehirli. 1690 yılından beri böcek öldürücü olarak kullanılan tütün yapraklarının kullanımı 1950 yılından sonra artış gösteriyor. Tütün yapraklarından elde edilen özüt suyla karıştırılarak tarlalara püskürtülüyor. Tütünden elde edilen bu doğal zehir, böceklerin vücuduna solunum yoluyla gaz halinde girerek sinir sistemlerini felç ediyor ve böceğin ölümüne neden oluyor. Tütünden elde edilen doğal zehir özellikle emici tipte ağzı olan ve yumuşak vücutlu böceklere karşı etkili oluyor.

Papatyagiller (asteraceae) ailesinden olan krizantem (chrysanthemum cinerariaefolium), bilinen en eski ve en yaygın kullanım alanına sahip doğal böcek öldürücü konumunda. Çiçeklerinden elde edilen özütünde bulunan krisantemik ve pyretrik asitler, böcekler için öldürücü nitelikte. Bu bileşikler, böceklerin sinir hücrelerinin aşırı uyarılması sonucunda kaslarının kasılması ve felç olmalarına, daha sonra da hızlı bir şekilde ölmelerine neden oluyor. Krizantemden elde edilen ilacının güneşten çabuk etkilenmesi, onun geniş alanlarda kullanılmasına engel oluyor. Ancak susam ekstresiyle karıştırılarak tarlalarda da kullanılabiliyor.

Sofralarımızın vazgeçilmez garnitürlerinden olan sarımsak da kuvvetli bir böcek zehiri. Zambakgiller (Liliaceae) ailesinden olan bu bitki, sahip olduğu kükürtlü bileşikler sayesinde zararlı böceklerin bitkilere yaklaşmasını önlüyor. Bu tip bileşiklere böcek kovucu adı veriliyor. Sarımsaktan elde edilen özüt böcekleri öldürmediği için, böcek öldürücülere göre daha sık kullanılması gerekiyor.

Tütün ile aynı aileden olan acıbiber (capsicum annum) da böcekler için hem kovucu hem de öldürücü olarak kullanılabiliyor. Bibere acılığını veren bileşikler, böcek kovucu özelliğe de sahip. Yani biber özü sıkılan alanlara böcekler yaklaşmıyor. Hardal özüyle karıştırılan acıbiber özleriyse böceklerin ölümüne neden oluyor. Acıbiber bileşikleri böceklerin hücre zarını delerek, öldürücü olan hardal bileşiklerinin sinir hücrelerine girmesine ve onları etkisiz hale getirmesine yarıyor.2

O yüzden tarım il müdürlükleri kırsal alanları kimyasal ilaçlara boğmak yerine ekolojik bir mücadele verirlerse hem kene sorunu kökten çözülmüş olur hem de diğer canlıların yok olmasına neden olmamış olurlar. Nitekim keklik, sülün gibi kuş türleri ile başlayan bu mücadele bitkilerle de desteklenerek sürerse kenelerin doğal düşmanlarına zarar vermeden kene nüfusu kontrol altına alınabilir.

İklim Değişimi Böceklerin ve Mikropların Can Dostu

Kenelere artış imkânı sağlayan bir diğer olgu da iklim değişimi. İklim değişimi neticesi ısınan hava böcek nüfusunu artırıyor. Daha uzun süre yaşayan böcekler daha hızlı üreme imkânına kavuşuyor. Ilık kışlarla yumurtaların ölmeden yaşaması mümkün olabiliyor.

Keklikler sülünler gibi bir biyolojik mücadele unsuru. Bizler keklikleri ve sülünleri avlayarak doğanın bu böcek avcılarından yoksun kalmasına neden oluyoruz.

Böylece daha çok sayıda böcek üreyebiliyor.

Bütün bu olguların tümü de insanların kendi elleri ile yarattıkları bir sonuç. Bir anlamda kendi düşen ağlamaz hali. Sonuçta daha fazla güç ve daha çok para kazanma uğruna gezegenin doğal dengesi yok oldu. Ve uygarlık kendi yarattığı enkazın tüm olumsuz sonuçlarını yaşar oldu.

Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Böcekler ve mikroplar doğanın denge unsurlarıdır. Onlar olmadan doğa kendini temizleyemez, maddi çevrim olmazdı Modern uygarlık börtüsü böceği ile doğaya düşman kesildiğinden mikropları da böcekleri de sadece zararlı varlıklar olarak görüyor. Oysa kene bile sonuçta yaşama çabasında o kadar.

Hâsılı kelam doğa bir bütün ne kenesiz, ne kuşsuz bir doğa olamaz, olursa sonuç Kırım Kongo gibi yan belirtiler olur ancak. Dahası keneler bir anlamda aşı vazifesi görüyor. Konakladığı hayvana düşük dozda hastalık vererek hayvanın dayanıklılığını artırıyor. Keneyi tamamen yok ederseniz bölgeyi hastalıklara karşı duyarlı hale getirmiş olursunuz

Son olarak kenenin faydalarından söz ederek bitireyim. Malum Türk toplumunun piknik anlayışı kırlara yayılmaktan ibaret değil. Bizim için piknik demek mangalda pişen etlerin dumanı ve kokusunun her yere yayılması demek. Çoğu piknikçi mangalını tam söndürmediğinden ya da söndürmediğinden her yıl yüzlerce hektar ormanlık alan kül oluyor. Tabi bu da bize sıcak dalgaları ve doğaya hasret çekmek biçiminde geri dönüyor. Bir diğer sorun filizler, bitki sürgünleri için piknikçiler en az keçi kadar zararlı olabiliyor ve ormanlara kalıcı zararlar verebiliyorlar.

İşte kene bu zararlı piknik anlayışına karşı adeta bir tür biyolojik savunma fonksiyonu görüyor. O yüzden bırakalım keneler bir süre daha vazifelerini!!? Yapsınlar.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.