Yeşeriyorum

İnsanlık Rapsodisi – 2. Kısım

0

Kaan Benli – Ayten Aydın

GEÇMİŞ DENEYİMLERİN YANSIMASI

İnsan hayatının Anadolu’nun içinde ve yakın çevresinde milattan önce 600,000 ’de başladığı kabul edilebilir. MÖ 10,000-8,000 arası yerleşik tarım toplulukları Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Girit ve diğer Ege adalarında görüldüler. Bu topluluklar aynı zamanda yerkürede –en azından Avrasya’da- ilk tarım toplulukları olarak kabul edilirler. Bu bulgular bir yandan da MÖ 6.500-5,500 arasında Anadolu’da bulunan Çatalhöyük’deki topluluğun en yüksek uygarlık düzeyine eriştiğini kanıtlar. MÖ 5,000-3,000 arasında bu bölgenin bronz çağına girdiği kabul edilir. İnsan tarihinde hayat kalitesindeki bu sıçrayış önemli bir adım ve bir dönüm noktası kabul edilir. Zira metalin kullanımı yeni bir ticaret alanını, bunun yarattığı kültürel alışveriş iletişimi, haberleşmeyi ve taşımacılığı topluma tanıştırmıştır. MÖ 4000 civarında şehirler çoğunlukla ticaretin gereksinimlerine uygun yerlerde kuruldular. Aynı gelişmeler aynı şekilde Mezopotamya’nın geri kalanında ve Mısır’da da gerçekleşti. Yazı Anadolu’ya daha sonraları MÖ 1700 sıralarında demir çağının başlamasından önce girdi. Batı Anadolu ve Yunanistan’a ise MÖ 700 civarında yayıldı. Böylelikle 200 yaşındaki efsanevi Homeros destanı da sonunda yazıya dökülebildi.

Yakınlarda Malatya civarında yapılan kazılarda ortaya çıkan Arslantepe harabeleri, halk gücüne dayanan ve giderek tabanını unutan iktidarların bir kere zirveye deydikten sonra nasıl güçlerini yitirdiğine dair en dramatik bilgileri içermektedir. Buradan edinilen bulgulara göre bronz çağını yaşayan en eski medeniyetlerden biri MÖ 3000’lerde çökmüş ve Anadolu büyük kan kaybetmiştir. Bu çöküntünün ardından uzunca bir süre Anadolu’da medeniyet kesintiye uğramış ardından Hatti ve Hurri devletleri ile yeniden canlanmıştır.

Yazının göreceli olarak gündelik hayata geç girmesine rağmen Anadolu, şehir planlamasının yanında, çömlekçilik ve çiftçilik gereçleri, gıda koruması, nakliye araçları üretimi gibi sanayi gelişimi ile de bölgedeki en ileri uygarlığa sahipti. Batıdaki Troy1‘de yaşayan yerli halk hala erken Bronz çağını sürdürüyordu. Doğudaki halk ise çok daha farklı bir kültüre sahip ve olasılıkla kuzeydeki Kafkas dağlarının ötesinde yaşayan topluluklardan etkilenmiş durumdaydı. Güney doğuda Mezopotamya’ya yakın bir kültür içinde devinen yerleşik koloniler vardı. Orta Anadolu’daki Hatti şehir devletlerinde ise daha ileri bir uygarlık seviyesi yaşanıyordu. Orta bronz çağında Hatti şehir devletleri uygarlığın her alanında ileri durumdaydılar. İstikrarı ve dengeyi yakalamış, komşuları ile iyi geçinerek ahenk içinde varolmayı başarıyorlardı.

Bu ahenk ve denge uzun süre devam etti ve sonunda MÖ2200 civarında kırıldı. Bu tarihte Hint Avrupa dilleri konuşan yarı göçebe kabileler birbiri ardına Kuzey Batı ve/veya Kuzey ve Güney doğudan içeri sızmaya başladılar. Bu insanlar hayvancılıkla geçiniyorlardı ve hayvanları için yeni meralara ihtiyaçları vardı. Zor şartlarda yaşamaları nedeniyle oldukça iyi savaşçıydılar. Bir süre devam eden yarı göçebe yaşamdan sonra, MÖ2000 civarında Hatti şehirlerinin yakınlarındaki boş alanlarda yerleşik düzene geçtiler. Yeni gelenlerle yerli halk birbirleri ile rekabet etmek yerine birbirlerini tamamlayarak iyi bir ilişki içinde yaşamaya başladılar. Yerli Hatti halkı dışarıdan gelen bu etkiye rağmen, hem kendi içinde, hem de çevresi ile bir sorun yaşamadı. İçeriden ve dışarıdan gelecek tehditler için bir yapı oluşturma ihtiyacı duymadı. Öte yandan yeni gelenler de barış arzusu içinde oldular, çatışma yerine Hatti uygarlığını taklit ederek, benimseyerek yaşamaya koyuldular. İşte bu yarı göçebe topluluklar barış içinde yaşamayı becerdikleri Hatti toplumunu içlerine alarak, eski Yunan uygarlıkları gibi insanlık tarihinde derin bir iz bırakacak olan Hitit Uygarlığını oluşturdular.

MÖ1700 civarında yine Hint Avrupa dillerini konuşan yeni kabileler küçük Asya’ya akın etmeye başladılar. Ancak bu kez yeni gelenler saldırgan bir tavır içindeydiler. İşte bu dıştan gelen etki, Anadolu’yu pek çok düzen ve karışıklığın birbirini takip edeceği önemli bir dönüm noktasına getirmiştir. Hitit uygarlığı burada uygarlıkların sürekli yaşadığı bir darboğazdan geçmiş, bütün dengeler değişmiştir. Bu noktada ortaya çıkan gereksinimin sonucu olarak Hititler organize, disiplinli ve iyi teçhizatlı bir ordu kurarak işgalcilerin Hatti ülkesine ve kendi yaşadıkları alana girişini durdurdular. Bu sırada Hititler bölgenin yönetimini Hatti prenslerinden aldı ve hem Hititler hem de Hattiler için geçerli olacak bağımsız bir Hitit egemenliği başlattılar. MÖ1660’dan başlayıp 200 sene devam eden Mezopotamya ve Mısır’dakine kıyasla hayli ileri bir 1.Hitit dönemi böyle kuruldu. Başka bir deyişle eski sistemin içine girdiği darboğaz eskinin birikiminin yeni ile tam alaşımını gerçekleştirerek daha güçlü bir can bulup daha ileri bir uygarlığa evrilme fırsatı yakaladı.

1. Hitit dönemi MÖ1460’da yıkıldı. Bu çöküşün nedeni giderek artan kötü yönetim ve yönetim tabakası ile köylülerin arasının açılmasıdır. Birbirini tamamlayan parçalar birbirleriyle iç ve dış etkenler nedeniyle ayrışmak durumunda kalmışlardır. Yani şimdilerde tüm küre olarak içinde olduğumuz halk ve elit arasındaki kopukluğa benzer bir durum yaşanmıştır. Uygarlığın içinde bir parçalanma, bir yırtılma meydana gelmiş ve birimler arasındaki bağlar kopmuştur. Geçmişin bilgileri bu ayrışmanın sonucu bir bakıma onu taşıyanlarda hapis kalmış ve halka yansıyamamıştır. Bu boşlukta Mitanni ve Hurri şehir devletleri bölgede birer yönetim kurabilmiş ama ancak 100 sene kadar ayakta kalabilmişlerdir.

Eski krallığın yıkılmasını takiben Hitit Krallığının aydınları her şeyden ellerini ayaklarını çekmişler ve birkaç nesil ortalıkta görünmemişlerdir. Sonradan Eski krallığın yıkılmasından yaklaşık 100 yıl kadar sonra tekrar ortaya çıkmışlar yeni bir ruh ve motivasyonla Büyük Hitit İmparatorluğunu kurabilmişlerdir. Bu yeni krallık yaklaşık MÖ 1200’e kadar devam etmiş ancak sonunda bütün sistem çökmüş ve 400 sene sürecek karanlık dönem başlamıştır. Bu durum sadece Anadolu’yu değil, Mezopotamya, Ege ve Mısır’ı da etkilemiştir. Bu harap dönemin sorumlusu olarak bütün doğu Akdeniz’i işgal eden “deniz adamları” gösterilmektedir. Bu insanların güney batı Avrupa’dan gelen yeni göçmenler olduğu düşünülür. Bunlar yarı göçebe topluluklar olarak önce orta Avrupa’ya gelmiş olabilirler. Oradaki besin kaynaklarını bitirmelerini takiben yeni bölgelere doğru hareketlenmiş olmaları mümkündür. Sonuç olarak çöken yapı ile birlikte bütün kültürel miras ve imparatorluğu yöneten elit eğitimli kişiler yok olmuşlardır.

Anadolu’da ve bütün bölgedeki gerilemenin tek sebebi kuşkusuz ne tek başına yeni istilacılar ne de elit ile halkın arasındaki ilişkideki yırtılmadır. Başka faktörler de bu çöküşte etkili olmuş olabilir. Sözgelimi uzunca bir süredir yerleşik düzende yaşamaktan, bir anda büyük bir hızla artmaya başlayan nüfus önemli bir neden olabilir. Şehirde yaşayanların artan ihtiyaçları, kır ve şehir arasındaki göç, şehre yüklenen nüfusun kaynaklar üzerinde yarattığı yük de önemli birer etken kabul edilebilir. Diğer katkı sağlayan faktörler ise olası iklim değişiklikleri, depremler, yangınlar ve bununla birlikte ortaya çıkan salgınlar, kötü sağlık durumları, maddi ve manevi yoksulluk olsa gerektir. Bu gibi durumlar tarihte büyük çapta göçün olduğu her yerde neden olarak görülebilir. Genellikle bu gibi durumlarda kurtulanlar/geride kalanlar kolaylıkla yarı göçebe sisteme dönebilenler olur. Zira bu sistem zor ve değişken şartlara ayak uydurmayı gerektirir. Dünyanın pek çok yerinde benzeri durumlarda aynı sonuç alınmıştır. Bunu bir olgu olarak kabul etmekte fayda var.

Yukarıda bahsedilen yıkımdan ve tamamen harap olan Anadolu şehirlerinden sağ kalarak kaçanlar o dönemde biriken bilgiyi, deneyimi etraftaki diğer uygarlıklara ve nesillere taşımışlardır. Aynı şekilde Hitit uygarlığından gelen bu birikim sonunda ege kıyılarına dek ulaşmıştır. 400 yıllık bu yolda önce güney batı Anadolu’ya sonra eski Filistin’e ve Finike uygarlıklarına uğramıştır. Böylelikle birikim hibrit kültürler ve inanç sistemlerinin doğmasına neden olmuştur. Hititler tarafından terk edilen bölgelerde ise yeniden kırsalda yaşayanlar ve yeni gelenlerle yarı göçebe bir sistem başlamış en sonunda tekrar yerleşik düzene geçilmiştir. Hayat biçiminin dönüşümü MÖ 1700-1200 ’de Hitit’de 1400-1200 yılları arasında ise Eski Yunan’daki yazının yok olması ile sonuçlanmıştır. Bunun sonucu olarak her şey yeniden zorluklarla, tırnakla kazıyarak başlamak durumunda kalmıştır. Yazı tekrar MÖ 800-700’de başlamış ve bu dönemde Finikelilerin alfabesi, yazı biçimi Anadolu’nun batı kıyılarından başlayarak Hint Avrupa dilleri konuşan ve MÖ 1050’den başlayarak MÖ 600-500 yılları arasında hayli uygar bir topluluğa dönüşen yeni göçmenlere geçmiştir. Bilindiği gibi bu dönem Yunan uygarlığının altın çağını yaşadığı, en büyük filozoflarını yetiştirdiği dönemdir. Bu dönemi batı uygarlığının beşiği kabul etmek gerekir. Bu uygarlık MÖ400’de Yunan İmparatorluğunun kurulumu ve Büyük İskender ile Akdeniz’e ve Yakın Doğu’ya girmiştir. Böylelikle ortak bir dil, demokrasi prensipleri ve düşünce özgürlüğü ile Yunan felsefesi ve kültürü bölgede perçinlenmiştir. Bu prensipler daha sonra Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından içselleştirilmiştir.

 

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.