Yeşeriyorum

Gücün Çekirdeği

0

Türkiye yaklaşık 10 yıl önce ciddi bir nükleer dayatmayı turnikeden dönerek atlattı. Ama her bakımdan Özal’ı taklit eden ve iktidarını küresel güçlere dayanarak sürdüren AKP hükümeti, bu kirli mirası sahiplenmede bir beis görmeyerek, nükleer pazarlıkta Türkiye’yi iştahı kabarık şirketlerin önüne pey akçesi olarak sürdü.

Oysa Çernobil’in kanseri daha kurumamıştı, hatta bulutlar adam öldürürken ve Karadeniz halkı ölümcül miras altında damgalanmışken AKP BOP taşeronluğuna, Pazarların Avrupasına yamanmaya bir de rüşvet skandalını ekleyerek, İktidar denen şey uğruna herşeyi yapabileceklerini gösterdiler.

Tabi Tavuk Kümesindeki tilki, bağlanmış olan taşlara mukabil salınan köpek olarak kimi işadamı örgütleri ile kendi nükleer zevkleri uğruna bilimsel ar namus şişesini taşa çalan bilim adamları ve henüz pozisyon almasa da sırmalı selamlar çakıldığı anda esas duruşa geçecek medya, nükleer rüşvetin önünde susta durmayı içlerine pek bir güzel sindirdiler. Eh ne de olsa sermaye denen gönül ferman dinlemiyordu.

Ancak bir nükleer karşıtı olarak en çok kanıma dokunan da Çernobil’in kara prensi, bilimsel kisvesini ikbale değişen bir sözde bilim satıcısı-ki onu içtiği çaylardan, yediği fındıklardan hemen tanıyacaksınız-nın nükleere ilişkin her karşı çıkışın ardında petrol lobilerinin olduğunu iddia edecek denli çamura bulanmışlığıydı. Normaldir, bilimsel onurlarını ikbale değişenler her vicdanı satılık sanır, ama bilmelidir ki kimi vicdanlar asla satın alınamaz. Dolaysıyla bu dayanaksız müfterinin iddiasını kanıtlaması gerekirdi, ama ne gezer. Neyse değerli satırlarımı bu bilim ve vicdan karikatürleri ile daha fazla işgale açık kılmak niyetinde değilim.

Nükleer enerji ile ilgili yapılan tüm tartışmalar da hemen hiç kimse enerji ve teknoloji ilişkisine ve bu ikiliden yola çıkarak sanayi uygarlığı denen şeye hiç girmiyor. Oysaki nükleer tahakküm ile uygarlık olgusu arasında kopmaz bir bağ var.

Savaşan Teknoloji: Biri sivil mi dedi?

Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin de savaşın rahminde büyüdüğünü ve ondan doğduğunu belirtir. Mumford’a göre Teknoloji bir Megamakine’dir. Bu kavramla Mumford gücün seferber edilmesini, tek bir elde toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini kasteder ki, nükleer santraller tam da böyle bir yapılanma taşırlar.

Teknik olgular bilimin hükümranlığına dayandıklarından, neden ve ne için gibi etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır. Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin toplumsal fayda değil, güç elde etmek, gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar.

Nitekim Mumford Dev Makine kavramını izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında, Dev Makine’nin (yani Teknik seferberliğin) bir güç temerküzü yani yoğunlaşma olduğuna dikkat çekerek, dev makinenin bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları bir araya topladığını, dil, din, bürokrasi ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa bir egemenlik için bir araya topladığını belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir, nükleer enerjide de askeri güç, sermaye, bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve böylece insan devre dışı bırakılır.

Çünkü teknoloji olarak nükleer güç, militer ve parasal amaçlar için insanın ve doğanın üzerinde olağanüstü bir hâkimiyet kurarak geniş anlamda insanın kendi potansiyelini değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer enerji doğası gereği anti-demokratiktir.

Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik temelinde oluşmuştur, bu nedenle doğrular ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi doğası gereği profesyonelliği değil amatörlüğü içerir.

Bunun yanı sıra nükleer teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği demokrasinin ruhu ile uyuşmaz.

Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin ideal koşuludur Bir Megamakine bir kez vücuda getirildikten sonra, onun programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma onun rutinlerinden herhangi bir kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda onun yapısında herhangi bir değişiklik, bütün sistem için bir tehdit teşkil eder” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük olarak demokrasinin ruhunun birbirini dışladığını göstermiş olur.

Ne kadarı yeterli?

Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye mahkûm olduğunu, büyüyemeyen kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm de doğası gereği güneş, rüzgâr, dalga vb yenilenebilir doğal güçlerden yerel bir biyobölge * ekonomisi içinde istifade edemez. Onun yerine bu teknikleri endüstrileştirir ve tıpkı diğer konvansiyonel (kömür, doğalgaz, petrol, nükleer, devasa barajlara dayalı hidrolik enerji gibi endüstriyel enerji kaynaklarını kastediyorum) enerji kaynakları gibi bunu ticarileştirir. Bun rağmen yine de dünya ekonomisi açısından yenilenebilir enerji uzun vadede bile konvansiyonel enerjinin tamamı ile yerine geçecek bir enerji kaynağı değildir.

Çünkü sürekli büyümek durumunda olan kapitalizme bu enerji yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi mümkün değildir, çünkü dünya kaynakları bu büyüme temposuna cevap verebilecek halde değildir. Dolaysıyla aslında bu talebe hâlihazırda dünya elektrik üretiminin yüzde 16’sını karşılayan nükleer santrallerde cevap veremez

Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda. Bu üç şirket mevcut terzervlerin yüzde ellisine yakınını çıkarıyor. Fransız devi AREVA’ya bağlı COGEMA, bu şirket dünya uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Onu Kanada kökenli Cameco izliyor bunlarda yüzde 17’lik bir paya sahipler. Onu da yüzde onluk pay ile Energy Resources of Australia izliyor.

Görüldüğü gibi Nükleer enerji demokratik bir toplumun değil, totaliter bir toplumun tekniğidir. Bu nedenle Amerikalı Ekolojist Boockhin’nin dediği gibi özgürlükçü bir teknik ancak özgürlükçü bir toplumda varolabilir.
Dolayısıyla küresel iktidar odaklarıyla kucak kucağa olmayı seçen devlet ve onun omurgasız uzantısı AKP hükümetinin nükleeri bu kadar sevmeleri son derece anlaşılabilir, çünkü onlar ruhlarını para ve güç şeytanına sattıklarından özgürlük denen şeyden nefret ederler.

Diyeceğim o ki devlet ve AKP bizleri kanserli bir Güç sevdasının içinde harcamaya niyetlenmiş olabilirler, ama siz siz olun ruhunuzu İktidar ve Sermaye şeytanlarına satmayın. Çünkü bu size kanser ve polis devleti olarak geri döner.

* Biyobölge kavramı ekolojist düşünürlerden Krıpatrick Sale’ye aittir. İnsanlarca yapay sırırlar ile ayrılmış ülke vb yerleşmelere karşı, ekolojik sınırlara sahip biyolojik yaşam alanları kastedilir. Mesela nehir havzaları birer biyo bölgedir, bir ormanlık bölge biyobölgedir. Biyo bölgeci ekonomi deninde ekolojik sınırlara dayanan ve bölgenin ekolojinse dayalı ürünlerin üretimine dayanan bir ekonomi kastedilir.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.