Kategoriler: Dış Köşe

Bir halkın dilenciye dönüştürülme hikayesi – Özcan Baripoğlu

 

15 Nisan 2013 Edirneli üniversite öğrencisi, ünlü Türk büyüğü Erdoğan Bayraktar’ı görünce kanser hastası olduğunu, tedavisi için yurt dışından gelen kanser ilaçlarını alamadığını söyler. Bakan Bey bunun üzerine biraz da Cuma namazına yetişmenin verdiği telaşla olsa gerek, kızın eline biraz para tutuştur ve ekler “burada iyi para var, sakın düşürme ha”… 

Bu küçücük hikaye aslında devlet – toplum – siyaset ilişkisi üzerine bir kez daha düşünmemize neden olmalıdır?

Devletin Bakanı, gencecik bir kızın haykırmasını dikkate almaz, başından savması gereken bir figür olarak görür ama bunu yaparken de gönlünü hoş tutmalıdır ve bir miktar peşin para bu işi pekala çözebilir.

Kaldı ki günlerden Cuma ve hayırseverlik için ideal bir gündür.

Çünkü Bakan Bey, ticareti kutsayan, parayı güce tahvil eden ama hayırseverlik duygusuyla da Allah’ın gazabından kurtulmayı vaat eden bir kültürün ürünüdür.

“Nasıl yani, ben bu devletin Bakanıyım, hem öğrencisin hem de tedavin nasıl aksıyor bir anlat bakalım” demez.

O kıza verdiği üç – beş kuruş, Allah’ın izniyle kazandığı varlıklarının fitresi gibidir, aslında yardım ederken ibadet etmektedir. O yüzden de ne o kızın “beni anlamadınız” feryadını ne de bizim burada yazdıklarımızı anlayamaz.

Allahtan, “kanserini al git” dememiştir, hiç değilse.

Bakanı yetiştiren kültür dayanışma kültürü değildir çünkü.

Dayanışmanın solcu icadı bir garabet olduğu duygusu öylesine dokularına işlemiştir ki, dayanışmanın eşitlik ilişkisi içerisinde sessiz, tezahüratsız bir insani öykü olduğunu bilmez.

Çünkü cami yaptırıp, hayrat yaptırıp adını veren bir kültürün evladıdır o…

“Hayırseverlik dikeydir, aşağılar, dayanışma yataydır, yardım eder”, der Eduardo Galeano…

Burada düşünmemiz gereken şey, o genç kızın kanser gibi bir hastalığı olmasına rağmen tedavisinin aksamasına neden olan sağlık politikalarıdır.

AKP’nin yoksullukla mücadele etmek gibi bir niyetinin olmadığını, buna karşın yoksulluğu çok iyi yönettiğini biliyoruz.

AKP’li yerel yönetimler, vakıflar, cemaatler ve AKP yerel örgütleri tarafından muhteşem bir organizasyon halinde yürütülen yardım kampanyaları halkın gündelik sorunlarına geçici çözümler sağlarken, halkın yardıma muhtaç halde süren yaşamının değiştirilmesi kader icabı mümkün değildir, onlara göre.

Çünkü, “Allah herkesin çalışmasını ister ama kime isterse ona verir”

O yüzden Allah bazıları için “yürü ya kulum”, rabbim bazıları için “Clevland” der.

Elbette olay medyaya yansıdığı için, devlet müesseseleri devreye girecek ve genç kızın tedavi süreci bir şekilde düzenlenecek.

Mesele tam da bu işte!

Ya medya üzerinden tedavi imkanı bulamayanlar ne yapacaklar?

Kanser vakalarının tedavisi çok masraflı, pahalı, her yerde yapılamıyor.

Her kanser hastası, bakanların günlük programını mı takip edecek?

Bakanlara bir şekilde ulaşmayı başaranlar için Sağlık Bakanlığı her seferinde devreye girip ilaç mı temin edecek?

Biz sağlık hakkı gibi en temel insan hakkı konusunda herkesin ulaşılabilir bir hizmeti sağlanmasının garantisi olarak devleti görmek isteriz.

Ayrıcalık istemeyiz, imtiyaz istemeyiz.

Eşit, ihtiyacımızı karşılayan, çözüm getiren bir hizmet isteriz.

Kimseden hayırseverlik de beklemeyiz.

Bu ülkenin yurttaşı olarak böyle bir hakkımız olduğunu düşünürüz.

Çok şey mi istiyoruz sizce?

İslam dininin, insan- ı kamile ulaşmak için deniz derya bir zenginlik olduğuna şüphe yok ama paranın ve iktidarın da dini imanı olmadığı malumunuzdur.

Ne diyelim;

Allah müstehakınızı versin..

Özcan Baripoğlu -www.gazeteport.com

 

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar