Dış Köşe

Yükselen popülizme karşı Yeşiller freni – Pelin Cengiz

0

Pelin Cengiz’in yazısı artigercek.com sitesinden alındı

İngiltere’de az farkla da olsa halkın AB’den çıkmak anlamına gelen Brexit lehine oy kullanması, ardından Amerikalıların Donald Trump’ı ABD başkanlığına seçmesi, Batı dünyasında sağ popülizminin yükselişi olarak nitelendirildi. Bu gelişmeler, siyasi otoriteleri olduğu kadar ekonomi elitlerini ve aydınları da etkiliyor. Avrupa’da sürekli gündemde tutulan göç, sığınma, ekonomi ve İslam karşıtı politikaların sonucu olarak sesi daha fazla gür çıkan bir milliyetçilik dalgasından bahsediliyor.

Geçen yıl alevlenen Brexit ve Trumpizm ile sembolize edilen popülizm dalgasının tüm Avrupa’yı etkisi altına alabileceği korkusu yaşanıyor. Peki, bu yükselen dalga ne kadar gerçek?

2017’de Avrupa kritik bir siyasi takvimle karşı karşıya. Bu yıl içinde peş peşe gelen Hollanda, Fransa ve Almanya’daki seçimler, Avrupa kıtasındaki bu dalganın ne kadar güçlü olduğunun görülebilmesi için test mahiyetinde. Nitekim, Hollanda’daki seçimlerde beklenenin tam tersinin gerçekleştiğine şahit olduk.

Geçen hafta Hollanda ile yaşadığımız diplomatik kriz sebebiyle Türkiye’nin gündeminde çok daha fazla yer bulan Hollanda seçimleri öncesinde, aşırı sağcı Gert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi’nin birinci parti görünmesi bütün dünyada popülizmin yükselmesine dair endişeleri arttırmıştı. Nitekim, Wilders’ın olası zaferinin Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı aday Marine Le Pen başta olmak üzere diğer popülistleri güçlendirecek yeni bir dalga yaratmasından kaygı duyuluyordu.

Hollanda Başbakanı Mark Rutte, başa baş gittiği rakibi Geert Wilders’i sandıkta yendi. Her ne kadar Rutte’nin partisi VVD gerilese de, yine de meclisteki 150 sandalyeden 33’ünü elde ederek birinci parti pozisyonunu korumayı başardı. Buna karşılık, Wilders’in aşırı milliyetçi partisi PVV ilerledi ancak 20 sandalye ile ikinci parti durumunda kaldı.

Esas sürprizi ve önemli çıkışı ise hem oylarını hem de milletvekili sayısını arttıran Yeşiller Partisi yaptı. 2012’de tarihinin en kötü sonuçlarından birini alarak yüzde 2,3 oyla dört milletvekili çıkarabilen Yeşiller, bu seçimlerde yüzde 9 oy oranıyla 14 milletvekili çıkararak büyük bir başarı kazandı.

Wilders gibi düşünenlerin dışında Hollanda’da ve genelde Avrupa’da hakim görüş, aşırı milliyetçi ve ırkçı akımın bu seçimlerde bir darbe yediği yönünde. Dolayısıyla, Hollanda seçimleri aynı zamanda popülizme “dur” denmesi anlamına da geliyor. Burada Yeşiller’in de önemli bir rolü var elbette.

Bu başarının arkasında Yeşiller Partisi’nin genç lideri Jesse Klaver’ın etkisinin büyük olduğu belirtiliyor. Özellikle Klaver’in gençler arasındaki popülerliğinin, pozitif siyaset dilinin, iklim değişikliğine dikkat çeken, fosil yakıtların terk edilmesine yönelik söylemlerinin Wilders’ın kampanyasının tam tersi olması, başarıyı beraberinde getirmiş. Ekolojinin yükselen gücü Hollanda seçimlerinde etkili oldu diyebiliriz.

Tüm bu gelişmeler, Fransa ve Almanya’da yaklaşan seçimler için de olumlu bir işaret.

Almanya’da seçimler bu yılın eylül ayında gerçekleştirilecek. Almanya’da koalisyonun büyük ortağı Hristiyan Birlik partileri (CDU ve CSU) mecliste 310 vekille temsil ediliyor. Meclisteki ikinci büyük grubu 193 milletvekiliyle Sosyal Demokrat Parti (SPD) oluşturuyor. SPD’yi 64 vekille Sol Parti ve 63 vekille Yeşiller Birlik/90 partisi izliyor. Bu seçimlerde Hür Demokrat Parti (FDP) ile sağ popülist Almanya İçin Alternatif (Afd) partisinin de meclise girmesi bekleniyor.

Yeşiller, parti içinde yapılan ön seçimler sonucunda Katrin Görig-Eckardt ve Cem Özdemir’i eylül ayında düzenlenecek genel seçimlerde listebaşı adaylar olarak belirledi. Entegrasyon politikalarına ilişkin açıklamaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Türkiye’nin Avrupa ile yaşadığı gerilimli siyasi gündeme yönelik eleştirel tutumu ile öne çıkan Özdemir’in eylüle kadarki performansı yakından izlenecek.

Fransa’da da ilk turu 23 Nisan’da, ikinci turu ise 7 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri de ilginç çekişmelere sahne olacak gibi görünüyor.

Seçimlerin ilk turu için en “şanslı” aday haline gelen ırkçı Marine Le Pen’in sandıkta nasıl bir performans göstereceği merak konusu. Neyse ki, gönülleri biraz olsun ferah tutan adaylar da var.

Zira, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Yaşamaya değer bir gelecek” sloganıyla Sosyalist Parti’nin adayı olarak halkın karşına çıkan Benoit Hamon, Yeşiller Partisi ile ittifak kurdu. Yeşiller Partisi (EELV) lideri Yannick Jadot, Sosyalist Parti adayı Hamon lehine seçimlerden çekildi. Bir konuşmasında, “Daha eşit, kardeş ve adil bir dünya. Biz bu perspektifi amaçlıyoruz, kimileri bunu ütopya veya ütopik olarak niteleyebilir ama önemli değil biz bu fikrin arkasındayız çünkü gerçekten yola çıkıyoruz ve bizim gözümüzde neyin ideal olduğunu gösteriyoruz” diyen Hamon, doğa haklarından, LGBTİ haklarından bahseden klasik sosyalist adaylardan farklı bir profil çiziyor.

Yine buna benzer bir durum, Avusturya’da birkaç ay önce yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yaşandı. Seçimlere bağımsız olarak giren Avusturya’nın yeni cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen, Yeşiller Partisi eski lideri. Yüzde 53,8 oyla, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin desteklediği Norbert Hofer önünde seçimi kazandı. Hofer’in seçimleri kazanma olasılığı Avrupa’nın dikkatlerinin bu seçim üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuştu. Sonuçta az bir farkla olsa da Yeşil siyaset geleneğinden gelen Alexander Van der Bellen seçimleri kazandı, haliyle Avrupa da rahat bir nefes aldı. Seçimden sonra Avusturyalıların, popülizm trendine karşı başarıyla direndiği belirtiliyor.

Avrupa’da yükselen milliyetçi ve ırkçı popülist damarı göz ardı etmek mümkün değil. Ancak, alternatif politikaların, özellikle Yeşiller tarafından oluşturulan yabancı, göçmen, İslam düşmanlığını körüklemeyen, doğanın da hakları olduğundan bahseden, barış dili kuran pozitif siyasetin bu milliyetçi damara karşı bir fren görevi gördüğünü söylemek mümkün.

Pelin Cengiz – artigercek.com

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.