Hafta SonuManşet

[Masal] Üç Sihirli İnci

0
Bazen yanlış doğru gözükür
Ak karaya bürünür
Bilmez insan önünü
Şer hayra dönüşür
Yoldur bahtımız yürünür
Derviş doğulmaz ölünür

Uzak diyarların birinde yaşarmış bir taş ustası. En uzak illerde dahi bilinirmiş sanatı. Değdiği taş dönüşürmüş hamura, kavuşurmuş sanki cana. Sultanlar, şahlar, zorbalar istemiş ustanın sırrını; o ise kimseye el vermemiş, eğmemiş hiç başını. Reddetmiş altını, dünya malını; dermiş yok hiçbirinin bana hayrı. Boşuna ağartmamış o ak sakalını.

Ancak zaman bu, durmaz; ihtiyarlık kaçınılmaz. Usta canından geçmiş ama, gönlü elvermemiş hünerini öksüz komaya. Başlamış bir çırak aramaya. Rüzgâra, uçan kuşa, dört tarafa haber salmış. Demiş, bir imtihanım var yüreği olana. Kolay değil can vermek taşlara. Ayırmak lâzım, kim layık kim lakayt; öğreteceğim maharetimi doğru durana.

Dört diyardan pek çok yiğit gelmiş tekkeye, talip olmuş her biri taşların efendiliğine. Usta her geleni tartmış, yoklamış; kimini gözü tutmamış, kimini dolu bulmamış. Söze efendilik makamından girene yüreği ısınmamış. Kalan bir avuç kişiden ise imtihanda vazcaymış. Sonunda “buymuş kaderim demek, hünerim de benle mezara gelecek”, diyerek yüreğine taş basmış.

Bir akşam vakti, masal burada bitecek değil ya, sıska mı sıska bir kız belirmiş tekkenin kapısında. Demiş ben talibim senin sanatına. Alırsan beni yanına söz veriyorum emanetini korumaya. Usta ak sakalını sıvazlamış, derin düşüncelere dalmış. Onca yiğidin yapamadığını bu sıska kız mı yapacakmış? Sormuş, ne bilirsin taşlar hakkında? Kız cevap vermiş: Bildiğim şu, hükmetmiyorsun taşlara. Gözlerin, ellerin, duruşun, uyum sağlamış zamanla. Sen taşlara, taşlar sana; beraber değişmeden keski hayat vermez asla. Usta dönmüş kızdan yana, süzmüş bu yiğidi ilk kez baştan aşağıya. Peki demiş, taş mı yoksa altın mı değerli, söyle bana. Kız demiş, maharet önemli, aklı olana.

İhtiyar bakmış kızın sözü kuvvetli, görelim bir de icraatta. Demiş, bir isteğim var senden, çırağım olursun yerine getirirsen. Üç sihirli inci ararım nicedir. Biri yağmuru dindirir, diğeri rüzgârı durdurur, sonuncusu ateşi söndürür. Bunların değeri ne altın ne gümüşle ölçülür. Bulmak kolay değil, âlemin öbür ucuna yürünür. Yolda bahtına göre iyilik engele dönüşür, düşman dost gibi görünür. Cesur olmaktır aslolan, bir de verdiğin sözdür.

Peki, demiş kız. Madem ustalık öğrenilmiyor yalnızca oturarak taşın başında, o hâlde düşerim ben de yollara. Usta gülümsemiş, demiş rastladım gözü pek, dili denk bir kıza. İlk kez el vermiş gönül rızasıyla: “İncilerin yerini soracağın kişi, yol geçmez kadim kara ormandaki bir evliya. Selam söyle aziz dostuma, haydi uğurlar ola.”

Sıska kız az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; bir de bakmış arkasına, bir arpa boyu yol gitmiş. Ama yılmamış, devam etmiş. En sonunda geçit vermez bir bataklığa denk gelmiş. Aramış taramış, karşıya geçecek sığ bir yer bulamamış. O sırada çamurdan bir yılan çıkmış, ağzını açıp kıza yaklaşmış. Dile gelmiş seslenmiş: “Neyin nesi, kimin fesisin? Burada yılana sarılıp boğulan çoktur, bilmez misin?” Kız korkmamış, anlatmış meramını; incileri, ustayı, dünyanın gizemine vakıf evliyayı… Yılan peki demiş, gel sarıl boynuma, geçireyim seni öte tarafa. Ancak bir söz ver bana. Burası dünya güzeli bir göl idi zamanında, ancak yıllardır yağmur yağmıyor buralara. Bulduğunda sorar mısın evliyaya, nasıl çağırırım bulutları acaba? Kız tamam demiş, sana söz ve böylece geçmiş karşıya.

Az gitmiş uz gitmiş, kestirmeye tamah etmemiş; fakat bir de bakmış ki gölgesi kadar yol gitmiş. Yılmamış, devam etmiş. En sonunda zirvesi bulutları aşan dimdik bir dağın yamacına gelmiş. Aramış taramış, dağı aşacak bir geçit bulamamış. O sırada dev kanatları olan yağız bir at seke tökezleye yanına yanaşmış. Dile gelmiş, seslenmiş: “Neyin nesi, kimin fesisin? Buranın dağları atlıyı attan yaylıyı yoldan çevirir, bilmez misin?” Kız üşenmemiş, anlatmış meramını; incileri, ustayı, dünyanın gizemine vakıf evliyayı, yılanı… Peki demiş at, gel bin sırtıma, geçireyim seni öte tarafa. Ancak bir söz ver bana. Rüzgâr esmez oldu buralarda, uçamıyorum artık şu koca kanatlarla. Bulduğunda sorar mısın evliyaya, nasıl çağırırım rüzgârı acaba? Kız tamam demiş, sana söz ve böylece geçmiş dağın öte yanına.

Yine yollara düşmüş, az gitmiş uz gitmiş. Bu masala sığmayacak badireler atlatmış; bir de bakmış ki ancak bir adım atmış. Ama yılmamış, devam etmiş. En sonunda buzdan bir okyanusa gelmiş. Aramış taramış; ama buzları nasıl aşacağını bulamamış. O sırada buzların arasından kıpkırmızı bir ejderha çıkmış. Dile gelmiş seslenmiş: “Neyin nesi, kimin fesisin? Az ateş çok odun yakar, bilmez misin?” Kız çekinmemiş, anlatmış meramını; incileri, ustayı, evliyayı, yılanı ve atı…Peki demiş ejderha, tutun kuyruğuma, geçireyim seni karşı kıyıya. Ancak bir söz ver bana. Ateş çıkmıyor, sanki biri büyü yapmış boğazıma. Eğer böyle giderse donacağım buzlarda. Bulduğunda sorar mısın evliyaya, nasıl iyileşirim acaba? Kız tamam demiş, sana söz ve böylece geçmiş buzdan okyanusun karşısına.

Nihayet yel esmez, yol geçmez kadim kara ormana varmış. Aramış taramış, evliyaya benzer birini bulamamış. Yanlış mı geldim diyerek ilk kez korkuya kapılmış. Sonunda yorgunluğa dayanamamış, oturduğu meşenin altında derin bir uykuya dalmış. Rüyadır belki böyle biline, dile gelmiş üstündeki koca meşe: “Ey insan evladı, bir bak hele. Sefa geldin, hoş geldin evliyalar tekkesine; ama bunca yolu uyumaya gelmedin herhalde. Dünyanın gizemini aralayacak üç soru sorabilirsin bize. Düşün taşın bilmek istediğin neyse, olur ya, belki Karun gibi zengin dönersin eve. (Usulca fısıldamış sonra kendi kendine: İnsan dediğin nedir ki… Aklı parada, güçte.)

Kız duymamış bile cümlenin ardını, sırtına binmiş verdiği sözlerin ağırlığı. Düşünmüş tek tek yağmursuz kalan yılanı, uçamayan atı, ateş çıkaramayan ejderhayı. Bir de kendi sorusu var, dört eder toplamı… Sözden mi caymalı, yoksa tepmeli mi fırsatı? Bu şekilde kendini tartmış ve üç sorunun cevabını alarak yeniden yola çıkmış.

Karşısına çıkmış önce kırmızı ejderha, demiş sorabildin mi kaybolan ateşi evliyaya? Sormaz mıyım, sordum elbette diye cevap vermiş kız ona. Boğazında bir taş var, o engel olurmuş alevin çıkmasına. Ejderha öksürmüş, tıksırmış; kıpkırmızı bir taş çıkmış dışarıya. Taşla beraber alevler dolmuş ağzına, ısıtmış yakında uzakta ne varsa. Aydınlanmış yüzü mutlulukla ve şöyle demiş dönüp kıza: “Tuttun verdiğin sözü bana; al bu düşen taşı hatıra olarak sakla.” Sonra da onu masmavi okyanusun üstünden geçirmiş karşıya.

Bu kez kanatlı at gelmiş yanına, demiş sorabildin mi esmeyen rüzgârı evliyaya? Sormaz mıyım, sordum elbette diye cevap vermiş kız ona. Kanadında bir taş var, o engel olurmuş rüzgâra. At çırpmış kanatlarını; bembeyaz bir taş düşmüş aşağıya. Taşla beraber rüzgâr dolmuş kanatlarına. Aydınlanmış atın yüzü mutlulukla ve şöyle demiş dönüp kıza: “Tuttun verdiğin sözü bana, al bu düşen taşı hatıra olarak sakla.” Sonra da uçurmuş onu dağların öte tarafına.

Son olarak yılan çıkmış yoluna, demiş sorabildin mi yağmayan yağmuru evliyaya? Sormaz mıyım, sordum elbette diye cevap vermiş kız ona. Kuyruğun takılmış bir taşa, o engel olurmuş yağışa. Yılan savurmuş kuyruğunu havaya; masmavi bir taş düşmüş yanına. Taşla beraber kararmış gökyüzü simsiyah bulutlarla. Aydınlanmış yılanın yüzü mutlulukla ve şöyle demiş dönüp kıza: “Tuttun verdiğin sözü bana, al bu taşı hatıra olarak sakla.” Sonra da taşımış onu gölün karşı kıyısına.

Kız perperişan dönmüş ustanın yanına. Demiş, uzun yollar gittim; dağlar, bataklıklar, okyanuslar geçtim. Bu dünyanın gizemi kimde mahfuz, onu bildim. Dostlar edindim, kendim yetiştim. Ama usta affet, incilerin yerini sormaya yetemedim. Senin çırağın olmaya eremedim. Sana inci değil, işte bu değersiz taşları getirdim.

Taş ustası görünce taşları, bulduğunu anlamış aradığı çırağı. Kıza hemen vermiş bir keski, haydi aç demiş içlerini. Kız yapmış denileni, her birinden çıkmış birer inci. O zaman anlamış ancak yağmayan yağmurun, esmeyen rüzgârın, gürlemeyen ateşin hikmetini.

Çok oldu usta öleli, ama zanaat devam etti. Gelen her nesil sonrakine el verdi. İnsan, taşla toprakla şekillendi. Fakat kendiyle imtihanı hiç bitmedi.

Bu yazı ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Sezai Ozan Zeybek

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.