Hafta Sonuİklim KriziManşet

İklim Değişikliğine karşı savaştaki Dünya – Bill McKibben

0

15 Ağustos’ta New Republic’de yayınlanan Bill McKibben‘in yazısını Yeşil Gazete ekibinden Ali Serdar Gültekin‘in çevirisi ile paylaşıyoruz 

**

İklim değişimi tarafından saldırı altındayız – ve tek umudumuz İkinci Dünya Savaşında yaptığımızı gibi harekete geçmek.”
BILL MCKIBBEN

İlüstrasyonlar Andrew Colin Beck

Kuzey Amerika’da bu yaz yıkıcı bir saldırı sürmekte.

Düşman birlikleri geniş alanları ele geçirdiler; geçen her hafta 57,000 kilometre kare Arktik buzu yok oluyor. Temmuz ayında savaş alanına yollanan uzmanlar çok az umut ışığı gördüler, özellikle bu kuşatmanın savaştaki en eski cephe olduğunu göz önünde bulundurursak. “30 yılda bölge hemen hemen yarıya indi” diyor şiddetli taarruzu inceleyen bilim insanı. “Bunu durdurabilecek herhangi bir şey görünmüyor.”

Pasifik’te bu bahardan beri düşman kilometrelerce okyanusta cüretkâr bir yarma gerçekleştiriyor, mercan resiflerine top yekûn bir saldırı sürdürüyor. Birkaç ay içinde insan medeniyetinin başlangıcından eskiye tarihlenen ve uzaydan görülebilen Büyük Bariyer Resifi gibi büyük oluşumlar beyaz mezarlıklara indirgenmiş durumdalar.

67

Gün be gün, hafta üstüne hafta, sabotajcılar cephe gerisinde bir seri zeki ve durdurulamaz saldırı gerçekleştiriyorlar. Yalnızca geçen birkaç ayda düşmanlarımız Kanada’da 90,000 nüfuslu bir şehri tahliyeye zorlamak için yangın fırtınaları, Güney Afrikalıların kelimenin tam anlamıyla tohumluk mısırları yemelerine sebep olan kuraklıklar ve Louvre’daki paha biçilmez eserleri tehdit etmek için seller kullandılar. Düşman psikolojik terörü genişletmek için biyolojik silahları bile kullanıyor: Büyümekte olan sivrisinek ordusuna adeta bir bomba gibi yüklenmiş Zika virüsü tüm kıtada yeni doğanların tepelerine atılıyor. Yedi ülkede panik halindeki sağlık bakanları kadınların hamile kalmamalarını teşvik ediyorlar. Ve tüm bu çatışmalar arasında milyonlarca mülteci savaşın vahşetinden kaçıyorlar. Kıtlık, perişanlık ve hastalıklar evlerini terk etmek zorunda bıraktıkça da sayıları gün geçtikçe kabarıyor.

Üçüncü Dünya Savaşı adamakıllı ilerliyor. Ve biz bu savaşı kaybediyoruz.

Yıllarca liderlerimiz en iyi bilim insanlarımız ve askeri uzmanlarımızın uyarına kulak asmadılar. Küresel ısınma, söyledikleri üzere, dünya yüzeyinin geniş alanlarını çoraklaştıracak, milyonlarca masum sivili yerinden edecek ve öldürecek gizli bir sefere başlıyordu. Fakat bu konuya odaklanıp apaçık belli olan önlemleri almak yerine düşmanı bitmek bilmeyen içten yanma ile güçlendirmeyi seçtik; milyarlarca silindirin içindeki milyarlarca pistonun milyarlarca patlamasıyla uzun yıllar korktuğumuz nükleer patlamanın mantar bulutu kadar tehlikeli küresel bir tehdidi besledik.

Karbon ve metan artık tüm tarihteki en ölümcül düşmanı temsil ediyor; tüm medeniyetimizi yağmayabilecek, parçalayabilecek ve fakirleştirecek ilk güç.

Küresel ısınma dünya savaşı gibi bir şey değil. Küresel ısınma bir dünya savaşı. Ve biz bunu kaybediyoruz. Savaşı bir mecaz olarak kullandık: fakirliğe karşı savaş, uyuşturuculara karşı savaş, kansere karşı savaş. Genelde bu “Biz dikkatimizi ve kuvvetlerimizin kayda değer bir kısmını beğenmediğimiz bir şeyi çözmeye harcamalıyız” demenin retorik bir aracı. Fakat bu bir mecaz değil. Savaşları ölçme kıstaslarımızın çoğunluğuyla, iklim değişikliği işin erbabı. Karbon ve metan fiziksel olarak toprakları işgal ediyor, yıkım ve panik yayıyor, ölü sayısını arttırıyor, hatta hükümetleri istikrarsızlaştırıyor. (Geçen yıllarda rekor kuraklıklar Suriye’deki güçlü adamın altının oyulmasına yardım etti ve Nijerya’da Boko Haram’ın yükselmesini sağladı) Küresel ısınma bir dünya savaşı gibi değil. Küresel ısınma bir dünya savaşı. İronik olarak onun ilk kurbanları, krize sebeplerinden en az sorumlu olanlar. Fakat dünya savaşı hepimizi hedef almış durumda. Ve eğer kaybedersek, tek bir farkla her çatışmadaki kaybedenler gibi kırılıp geçilmiş ve çaresiz olacağız çünkü bu sefer kazanan olmayacak.

Sorun, biz dünya savaşında mıyız değil. Sorun, buna karşı koyacak mıyız? Ve eğer karşılık verirsek fizik kanunları kadar güçlü ve merhametsiz bir düşmanı yenebilir miyiz?

Buna cevap verebilmek, bu yenidünya savaşını kazanma ihtimallerimiz dürüst ve tarafsız bir şekilde değerlendirebilmek için bir öncekine bakmamız gerekiyor.

4 yıl için Amerika Birleşik Devletleri diğer tüm kaygıları dışlayan tekil, her şeyi tüketen tek bir hedefe odaklandı: Almanya, İtalya ve Japonya’nın yarattığı küresel tehdidi yenmek. Adolf Hitler’in aksine gezegen ölçeğinde medeniyete tehdit oluşturan bu son güç, günümüzdeki düşmanımız ne melek ne şeytan. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce dünya liderleri isabetli bir şekilde bugün bizim yaptığımız hatalar içerisindeydiler – önce düşmanı yok saydılar ve sonra onu yatıştırmaya çalıştılar.

Çatışmadan uzaklaşmak için İngiltere Nazileri rasyonel aktörler olarak muamele etti, oyunun kurallarına göre oynayacaklarını var sayarak. Bu yüzden Neville Chamberlain Münih’ten yurduna dönerken sevinçten uçan kalabalıklarla karşılandı. Britanya’nın askeri zayıflığı ve sınırlarına dayanmış imparatorluğun kısıtlarında Hitler’i memnun etmek için gerekli olduğunu düşündüğü şeyi yaptı. Pek tabii, bu düşünce gitti ve diktatör tek sebep olarak kaldı.

Fakat Hitler oyunu bizim liderlerimizin politik “gerçekçilikleriyle” alay eden kendi oyun kurallarıyla oynuyordu. (Tabii ki bu onların gerçekçi olmadıklarını gösteriyor) Karbon ve metan, bunun tezadında aşağılama değil tam ilgisizlik sunuyor. Tüketiciler olarak bizim bitmek bilmez arzularımızı önemsemiyorlar, ya da bizim maliyetleri dibe vurmuş fosil yakıt alt yapımızı, ya da petrol üreten ülkelerin jeostratejik konumlarını, ya da küresel ısınmaya cevabımızdaki bugüne değin kısıtlayan tüm bahanelerimizi. Dünya geçen Aralık’ta Paris’ten iklim uyumunu konuşarak tam olarak da Chamberlain’in Münih’ten döndüğü gibi döndü: en büyük tehdidin sonunda üstesinden gelinmesinden ötürü umutlu, hatta coşkulu. Paul Krugman, dünyanın konvansiyonel bilgeliğinin özetini çıkarırken Paris sonrası iklim değişikliği hakkında “oldukça mütevazı, politik olarak uygulanabilir adımlarla çözülebilir. Bir devrim istiyor olabilirsiniz fakat gezegeni kurtarmak için bizim ihtiyacımız yok” dedi. Tüm yapılması gereken temiz güç için Obama planının uygulamaya alınması konusunda ısrar ederek şöyle devam etti “dünyaya emisyonlarda kesin bir indirime gitmesi hususunda rehberlik etmek.”

64

Bu basitçe Chamberlain’in “çağımızda barış”ı (Peace in our time) kadar hatalı. Tüm uluslar Paris Antlaşması’na uysa dahi dünya 2100 yılına geldiğimizde antlaşmanın önsözünde söz verilene 1.5 – 2 derece değil 3.5 derece ısınmış olacak. Ve bu hedeflenen değeri tutturmak için çok geç bile kalınmış olabilir. Aslında 1.5 derece hattıyla El Nino’nun en zirvede olduğu Şubat ayında flörtleştik. Dünya hükümetleri küresel ısınmayı yavaşlatmak için resmen söz vermelerinin üzerinden hemen hemen 60 gün sonra. Science ya da Nature’ın her yeni sayısında iklim değişikliğinin tam teşekküllü bir yıldırım savaşına (blitzkrieg) dönüştüğünü açık etmesine, küresel sıcaklıklarda geçtiğimiz 14 ayın 14’ünde de rekorlar kırılmasına rağmen liderlerimiz Fransız stratejistlerinin İkinci Dünya Savaşında söylediği üzere “guerre du longue durée” bekliyorlar.

Paris üzerinden çok geçmeden dünya bilim insanları Batı Antarktika buz tabakasının umduğumuz gibi neredeyse kararlı olduğunu duyurdular; eğer atmosfere sera gazları salmaya devam edersek önceki araştırmaların öngördüğünden de hızlı bir şekilde bu buz tabakası suya dönüşecek. Sigorta sanayinde Nisan ayında yapılan bir konferansta bir federal yetkili yeni veri “Aman Tanrım şeyi” olarak tanımladı. New York Times’ın aktardığı üzere “Uzun dönemli etkisi büyük ihtimalle dünyanın kıyı hattını, birçok büyük şehri de kapsayacak şekilde suya gömecek.” Eğer Naziler gezeni bu ölçekte bir yıkımla tehdit ediyor olsalardı Amerika ve müttefikleri top yekûn savaş için çoktan hazırlanmaya başlamışlardı.

Times’ın bildirdiği üzere Antarktika araştırmalar bir parça iyi haber de taşıyor. Evet, Paris uyumu Antarktika’nın büyük kısmının felaketi olacak fakat “sera gazlarının emisyonlarını daha bağlayıcı sınırlama çabası Batı Antarktika’yı yıkımdan kurtarmak için iyi bir şans olabilir.”

Daha bağlayıcı sınırlama çabası ne anlama geliyor? Yıllardır iklim bilimciler ve önde gelen ekonomistler iklim değişikliğinin Almanya ve Japonya’ya geçen dünya savaşında uygulanan çözümle ele alınması için çağrıda bulunuyorlar. Temmuz’da Demokrat Parti medeniyeti küresel iklim değişikliğinin ölümcül neticelerinden korumak için İkinci Dünya Savaşı tipi ulusal seferberlik şeklinde isimlendirilen bir platform oluşturdu. Gerçekte Hillary Clinton’un müzakerecileri “gelecek yönetimin ilk yüz yılında” başkanın “dünyanın en iyi mühendisleri, iklim bilimcileri, politika uzmanları, aktivistleri ve yerli topluluklarını iklim krizinin çözümü için yol haritasını oluşturmak için” ne şekilde toplayacağının planın acil olarak yayımlanmak üzere anlaştılar.

Fakat bu gerçekte nasıl gözükecek? Üçüncü Dünya Savaşına daha önce gerçekleştirdiğimiz ölçekte seferber olmak ne anlama geliyor?

Gerçekleştiği üzere Amerikalı bilim insanları mevcut teknolojinin küresel ısınmayı yenmek için uygulamaya nasıl alınacağını bulmak için sessiz ama yoğunlaştırılmış bir çabaya giriştiler; Manhattan Projesiyle karşılaştırıldığında mütevazı bir başlangıç. Stanford Üniversitesi inşaat ve çevre mühendisliği profesörü ve Atmosfer ve Enerji Programı direktörü Mark Z. Jacobson bir takım uzmanla birlikte yıllardır tutarlı bir şekilde 50 eyaletin her biri kendi gücünü yenilenebilir kaynaklardan nasıl karşılayabileceğini araştırmakta. Sayılar kayda değer şekilde detaylı: Alabama’da örneğin konut çatılarının ağaçlarla gölgelenmemiş ve güneş panelleri için doğru yöne bakan 59.7 kilometrekare alan sağladığını hesaplamışlar. Bir araya getirildiğinde Jacobson’un çalışması kesin olarak Amerika’nın gücünün yüzde 80 – 85’ini 2030 yılında, 2050 yılında da yüzde 100’ünü güneş, rüzgâr ve sudan sağlayabileceğini gösteriyor. Geçen yıl Stanford ekibi aynı planı dünya çapında 139 ülkeye daha sunmuş durumdalar.

Araştırma temiz enerjiye dönüşün detaylarına dalıyor. Çok fazla araziye mi ihtiyaç olacak? Stanford’un sayıları Amerika’nın toplam yüz ölçümünün yüzde birinin 10’da dördünün çoğunlukla yayılı güneş istasyonları ile yeterli enerjiyi üretmek için yeterli olduğunu gösteriyor. Yeterli ham maddemiz var mı? “Bazı detaylardan buna baktık ve biz çok endişeli değiliz,” diyor Jacobson. “Örneğin rüzgâr türbinleri için neodimyuma ihtiyaç var ancak dünyanın yarısından fazlasına rüzgâr enerjisi sağlamak için gerekenden yedi kat fazlası var. Elektrikli arabalar lityum bataryalı olacaklar fakat sadece bilinen lityum kaynakları üç milyar arabaya yetecek kadar ve şu an sadece 800 milyon araba var.”

Fakat Stanford’un planı küresel ısınmayı yavaşlatmak için yeterli mi? Evet diyor Jacobson: eğer hızlı davranarak 2030’da yüzde 80 yenilenebilir enerji hedefini yakalarsak dünyanın karbon dioksit seviyesi göreceli olarak güvenli seviye olan milyonda 350 parçacığın altına yüz yılın sonunda iner. Gezegen ısınmayı bırakacak ya da en azından ısınmanın hızı oldukça azalacak. Olası bir şekilde savaşı kazanmaya en yaklaşabileceğimiz nokta bu. Bu sırada çok fazla hasar alacağız fakat şimdi yüz yüze olduğunuz medeniyet ölçeğinde yıkım olmayacak. (Paris Antlaşması’nda dünyanın tüm ulusları verdikleri sözde dursalar bile karbon dioksit seviyeleri yüz yılın sonunda milyonda 500 ya da 600 parçacığı bulacak raya girdiler. Cehenneme giden yol olmasa da termostat seviyesinde ona çok yakın özellikte olan bir yer)

Nazileri yenmek cesur askerlerden daha fazlasına ihtiyaç duymuştu. Sanayiyi baştan ayağa dönüştürmek gerekmişti.

Stanford’un planının işe yaraması için binlerce dönümü güneş paneliyle kaplamak, futbol sahası büyüklüğünde rüzgâr türbinleri kurmak ve milyonlarca ve milyonlarca elektrikli araç üretmek için öylesine çok fabrika kurulmalı ki. Fakat yine burada uzmanlar sayıları çatırdatmaya devam ediyorlar. Son yıllarda yapılmış en büyük fabrikalardan biri olan Intel’in New Mexico’daki Rio Rancho yarı iletken tesisinin inşasını yönetmiş emekli mühendis Tom Solomon Jacobson’un araştırmalarını alıp Amerika’nın 2050 yılında fosil enerjiyi tümüyle değiştirmek için üretmesi gereken gücü hesapladı. Cevap: 6,448 GW.

Geçen yıl 16 GW temiz enerji yatırımı yapıldı” diyor Solomon. “Bu durumda hedefe ulaşmak 405 yıl sürecek. Bu biraz çok.”

Sonuç olarak Solomon 6,448 GW temiz enerji kurulumunu 35 yılda sağlayabilecek fabrika sayısını hesapladı. Öncelikle Buffalo’daki ülkenin hali hazırdaki en büyük solar panel fabrikası SolarCity’ye bakarak başladı. “Onlar fabrikaya giga-fabrika diyorlar” diyor Solomon, “çünkü fabrikanın üreteceği paneller her yıl 1 GW güç üretecek.” SolarCity’yi bir ölçek olarak kullanarak Solomon Amerika’nın iklim değişikliğini yenmek için aynı büyüklükte 295 fabrikaya ihtiyaç duyduğunu hesapladı. Kabaca eyalet başına 6, bir de rüzgâr enerjisi için de benzer bir çaba daha.

Bu fabrikaların kurulumu herhangi bir yeni teknoloji gerektirmeyecek. Aslında çaba Solomon’un Intel yarı iletken tesisinde yönettiği ile aynı seviyede olacak. İyi yolları ve iş gücünü sağlayacak iyi bir teknik okulun olduğu bir alanda bir saha seçin; betonarme demirinden ısıtma soğutma iklimlendirme sistemine kadar yapabilecek yetişmiş yerli alt yükleniciler bulun; yerel izinleri alın, I kiriş gibi uzun zaman alacak kalemleri sipariş edin, temeli ve zemini yerleştirin, duvarları, kolonları ve çatıyı inşa edin: “tüm istasyonları boru, kablo, atık su tesisatı gibi alt yapı ile donatın” ve 1,500 kişi kadar bir iş gücü eğitin. Stanford’un hedeflerindeki panel akışını sağlayabilmek için bu solar panel fabrikalarından her yıl 30 tanesini inşa etmeli, buna ek olarak 15 tane de rüzgâr türbinleri için kurmalıyız. “Bu hayal edebildiğimin üst sınırı” diyor Solomon.

Daha çok solar panel ve rüzgâr türbini üretmek savaş gibi görünmeyebilir, fakat İkinci Dünya Savaşını kazanan kesinlikle buydu: sadece büyük ölçekli çıkartmalar ve tank savaşları ve korkunç hava bombardımanları değil, endüstrinin tam ölçekli olarak silah üretimine dönüştürülmesi ve birlikleri daha önce eşi görülmemiş bir ölçekte ikmal etmekti. Nazileri yenmek cesur askerlerden daha fazlasını gerektirdi. Büyük çok büyük fabrikaları yapmak gerekti, hem de çok hızlı.

1941 yılında dünyanın en büyük endüstriyel tesisleri Ypsilanti, Michigan yakınlarında aynı çatı altında 6 ayda kuruldular; Charles Lindbergh bunlara “Mekanize dünyanın Büyük Kanyonu” ismini vermişti. Bir ay içinde her saat bir B-24 Liberator çıkarır olmuştu. Bombardıman uçakları! Büyük, karmaşık uçaklar, 1.225.000 parça, 313.237 perçinden oluşan sonsuz şekilde solar paneller ya da rüzgâr türbinlerinden daha karmaşık. Warren, Michigan yakınlarında ordu onu çalıştırabilecek bir güç santralinden daha hızlı şekilde bir tank fabrikası inşa etti ki fabrikanın bir yanına bir buhar lokomotifi çekip buhar ısısı ve elektriği ondan sağladılar. Sadece o fabrika Almanların savaş boyunca ürettiği tanklardan daha fazla tank üretti.

Sadece böyle olan silahlar değil. Michigan’ın başka bir köşesinde bir radyatör fabrikası 20 milyon çelik miğfer üretmek için bir iş aldı; oraya yakın bir kauçuk fabrikası milyonlarca iç başlık miğfer için üretmek için dönüştürüldü. Hiçbir şey israf edilmiyordu – savaş sebebiyle otomobil firmaları araba üretmeyi bırakmıştı, GM envanterinde 1939 model binlerce küllüğün yığılmıştı. Küllükleri Seattle’a gönderdiler ve Boeing onları Pasifik’e giden uzun mesafeli bombardıman uçaklarına koydu. Pontiac uçaksavar yaptı, Oldsmobile top, Studebaker Uçan Kaleler için motor, Nash-Kelvinator Britanya şirketi de Havillands için uçak pervanesi, Hudson Motors Helldivers için kanat ve P-38 avcı uçağı, Buick tank tahrip edici, Fisher Body binlerce M4 Sherman tank, Cadillac 10,000 hafif tank. Ve bu sadece Detroit – benzer bir endüstriyel seferberlik tüm Amerika’da gerçekleşti.

İkinci Dünya Savaşının geleneksel görüşüne göre Amerikan firmaları bunun olmasını sağladı çünkü basit bir şekilde kolları sıvadılar ve savaşa gittiler. Fakat genelde olduğu gibi geleneksel bakış açısı hatalı. Evet, o döneme dair vatansever patronun teknik resim kıvırdığı ve üretim hattını açtığı sonsuz sayıda film var – fakat bunun sebebi çoğunlukla o patronların o filmlerin parasını ödemiş olmaları. Onların halkla ilişkiler bölümleri “Zafer onların işi” (Victory is their Business) ve “Girişimci Savaşı” (War of Enterprise) gibi isimlerde kendi radyo serilerini ve gazetelerde kendi vatanseverliklerini öven gazete reklamlarını yayımladılar. Gerçekte Amerika sanayisinin kaptanları zorla içine çekilene kadar savaşla pek ilgilenmek istememişlerdi. Ypsilanti bombardıman uçağı tesisini kuran ve idare eden Henry Ford bir önce Amerikacıydı ve kendi insanlarının savaş dışında kalmalarını istiyordu; Ticaret Odası (günümüzde iklim hareketinin önde gelen karşı çıkanlarından) Franklin D. Roosevelt’in (FDR)tehlike altındaki Britanyalılara yardım programını engellemeye çalıştı. “Amerikalı iş adamları Amerika’nın herhangi bir yabancı savaşa dâhil olmasına karşıdır,” diye açıklıyordu oda başkanı Kongreye.

65

Şans eseri Roosevelt Kongreyi ikna edip odanın üstesinden gelebileceği bir firması vardı ve Amerika’yı yaklaşmakta olan çarpışmalara hazırlamada liderliği aldı. Kuzey Carolina Üniversitesi’nden tarihçi Mark Wilson seferberlik çabası ile ilgili on yıl süren Yıkıcı Yaratıcılık (Destructive Creation) isimli çalışmasını yeni bitirdi. Federal hükümetin Savaş Üretimi Kurulu (War Production Board) ve Savunma Tesisi Şirketi (Defense Plant Corporation) gibi isimleri olan yeni kurumları nasıl oluşturduğunu detaylandırmakta. Bu kurumlar 1940 ve 1945 yılları arasında 46 eyalette 2300 projeye 9 milyar $ harcayarak fabrikalar kurmuş ve bunları özel sektöre kiralamışlardı. Savaş bittiğinde hükümet uçak yapımında sentetik kauçuk üretimine baskın bir durumdaydı.

Büyük çoğunluğunu inşa eden kamu kaynaklarıydı, Wall Street değil” diyor Wilson. “Ve en üst seviyede ikmal hattının yönetiminde ordu patrondu. Savaş neye ihtiyaç duyuyorsa işleri onlar veriyor ve her şeyi onlar taşıyordu.” Federaller saldırgan bir şekilde davrandılar – savaşın ihtiyacı değişince işleri iptal edebiliyor, birden bire insanlarla dolu olan fabrikaları faaliyet alanında çıkarıyordu. Eğer firma o yönde faaliyet göstermeye itiraz ederse, FDR birçoğunun kapanmasını emretti. Şirketler para kazandıkları halde kâr elde etmenin yolları kısıtlıydı. – Birinci Dünya Savaşından kalma kötü anılar, diyor Wilson, güçlü kâr kontrollerine sebep olmuş ve bu kontroller çoğunlukla Amerikan tekelleri tarafından kabul görmüştü. Birçok durumda federal yetkililer bir amaca istinaden kamu kuruluşları ve özel sektör fabrikaları arasında yarışmalar düzenliyordu: The Portsmouth Naval Shipyard denizaltı üretiyordu, Electric Boat of Groton da öyle. “Hepsi oldukça etkileyici ve üretkendiler” diyor Wilson.

Genelde başka dünyalardan insanlar birbirleriyle uğraşmaya başladıklarında bir çatışma içerisine girer ve birbirlerinin kuyularını derince kazarlar,” diyor Berk. “Fakat tehlikeleri çok büyük olduğu ve çok hızlı ilerlediği için şüphesiz ki eğer Atlantik’teki bu savaşa bulaşmazsanız kısa vadeli sonuçları çok ağır olurdu. Buna istinaden faydacı bir deneme ve yanılma sürdürmek istiyorlardı. “Kendi altımı oyamam – diğer insanın da bunu görmesini sağlamalıyım” demeye başladılar. Ortak bir düşmana karşı Amerikalılar daha önce hiç yapmadıkları bir şekilde birlikte çalışmaya başladılar.

Bu tutum savaştan sonra hızla eski haline döndü, tabii ki dayanışma kişisel tüketimde dünyanın daha önce hiç görmediği büyük bir patlamaya sebep oldu. Araba dolu banliyöler her şehre yayıldı ve kadınlar tekrar mutfaklarına döndüler. İş dünyası soyutlanma taraftarı imajından ve Yeni Düzen kısıtlamalarından kurtulmaya gayretliydi. Kendini savaş çabasının kahramanı, işi yapmak için gereken dağ gibi formaliteleri aşan vatansever sanayici olarak pazarladı. Ve savaş sırasında radar geliştiren mütevazı “operasyon araştırmacıları” gerçek dünyaya girdiklerinde kendi fildişi kulelerine çekildiler ve çatışma bittiğinde daha büyük “sistem analizcileri” oldular. Eski bir Ford yöneticisi Robert McNamara Rand Corporation’ın koca bir kanadını Kennedy yönetimi sırasında düşünce kulübü uzmanlarının tersane ve uçak fabrikalarını acilen özelleştirdikleri akılsız bilgisayar modelleriyle Model Şehirler gibi hükümet programlarını mahvettikleri Savunma Bakanlığına getirdi. “Sistem analizcileri işi tamamen ele aldılar” diyor Berk “ve program çoğunlukla bu sebeple başarısız oldu.”

Günümüzde bizler özelleştirilmiş, silolara çevrilmiş, McNamara altında filizlenmiş ve Reagan zamanında gelişmiş iş dünyanın yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Gerçek savaşlar kâr ve askerlerin de içinde olduğu mümkün olan en fazla yükleniciyle ilişkili. Sosyal dayanışma ruhumuz, en hafif şekliyle, zayıf. (Modern zaman rahip Coughlin şimdi Cumhuriyetçi parti başkan adayı) Yani küresel ısınmaya karşı savaş vermek için bir zamanlar faşizmle savaştığımız gibi kolektif arzu duyup duyamayacağımızı sormak mantıklı.

Yeni başlayanlar için hatırlatmakta fayda var, iklim değişikliğini yenmek için küresel çapta bir seferberlik ekonomimize zarar vermez ya da madencileri işsiz bırakmaz. Hatta tezat bir şekilde küresel ısınmayı durdurmaya çalışmak sosyal ve ekonomik faydalar sağlar, İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi. Hayatlarımızı kurtarabilir. (Stanford verilerine göre küresel olarak yenilenebilir enerjiye geçmek hava kirliliği kaynaklı ölümleri yılda 4 ila 7 milyon kadar azaltır.) Bıktıracak kadar çok sayıda iş sağlar. (Kaba bir hesapla sadece Amerika Birleşik Devletlerinde 2 milyon.) Enerji çalışanları için daha güveli, daha iyi ücretli istihdam sağlar. (Michigan Teknoloji Üniversitesi’nin yeni bir çalışmasına göre kömür havzalarında çalışan herkesi solar güç sektörüne geçirmek 181 milyon $’dan bir miktar fazlasına mal oluyor ve her bir çalışan hayatını riske attığı çukurda çalışmaktan yılda 4000 $fazla kanabiliyor.) Dünyanın sıkıntı içindeki ekonomilerini rahatlatabilir. (Britanyalı ekonomist Nicholas Stern’in hesabına göre kontrolden çıkan küresel ısınmanın ekonomik etkisi dünya savaşları ya da Büyük Buhranı geçebilir.) Ve bu savaşı vermek sosyal olarak dönüştürücü. (İkinci Dünya Savaşı gibi ırk ve cinsiyet eşitliğinin kazanılmasını hızlandırır, bir iklim kampanyası ilk çabasını fosil yakıt döneminde en çok zehirlenmiş ön hatta yer alan topluluk harcamalıdır. Bu gelir adaletsizliğini yüksek istihdamla azaltmaya yardımcı olur, rüzgâr türbinleriyle mahvolmuş kırsal eyaletleri iyileştirir, çürümekte olan banliyölerimizi toplu ulaşıma gerçek yatırımlarla dönüştürür.)

Top yekûn seferberlik önünde çok büyük güçler var elbette. Eğer dünyadaki tüm kömür madenleri ve dolum istasyonlarını toplarsak, hükümetler ve şirkeler fosil yakıt alt yapısı için 20 trilyon $ sarf etmiş durumdadır. “Hiçbir ülke bu ölçekte bir yatırımı ter etmez,” diye yazıyor Kanadalı enerji uzmanı Vaclav Smil. Bir araştırmacı gazetecinin geçen yıl bize gösterdiği üzere petrol devi Exxon küresel ısınmayı on yıllardır biliyordu ve buna rağmen iklim değişikliğini reddeden kampanyalara milyonlar harcadı. Bu birlikte hareket eden muhalefeti yenmenin tek yolu – Amerika’nın İkinci Dünya Savaşına girmesine karşı çıkan güçler – bir savaş zamanı zihniyetine bürünmek, zafere giden yolda duran eski kafa yapılarını yeniden yazmak. “İlk adım olarak kazanmak zorundayız,” diyor Stanford Üniversitesi’nden enerji araştırmacısı Jonathan Koomey. “Geniş politik toplulukların acil eyleme geçilmesi yönünde kabulüne ihtiyacımız var, Washington’dakilerin yaptıkları gibi uçurumun kenarında otlamayı bırakmalıyız.”

FDR erken hazırlandı: Midway Savaşını kazanan gemi ve uçaklar Pearl Harbor’dan önce yapılmıştı.

Politik irade inşa edilmeye başladı, Pearl Harbor’dan önceki yıllarda oluşmaya başladığı gibi. Geniş çaplı hareket Keystone boru hattını öldürdü, Arktik sondajı engelledi, önemli eyaletler ve ülkelerde hidrolik kırmayı (fracking) yasaklattı. Petrol endüstrisinden bir yetkilinin Temmuz ayında üzülerek kabul ettiği üzere Toprakta Bırakın (Keep-it-in-the-ground) kampanyası müzakereleri kontrol altına aldı. Bu bir bakıma FDR’nin “utanç içinde hatırlanacak günden” (date which will live in infamy) 18 ay önce savaşa hazırlanmaya başlamasına benziyor. Midway savaşını kazanan gemi ve uçaklar Japonlar Hawaii’ye saldırmadan önce yapılmışlardı. “Pearl Harbor yaşandığında” diyor Wilson “hükümet organizasyon sorunlarını çoktan çözmüştü. Bundan sonra tek söyledikleri ‘Artık iki katını üretmek zorundayız’ olmuştu.”

Pearl Harbor sıradan Amerikalıları zor şeyleri yapmak konusunda isteklendirmedi: daha çok vergi ödemek, milyarlarca savaş tahvili almak, ülkenin tüm ekonomisi savaş zamanı üretimine dönüştürüldüğünde gelen kıtlığa dayanmak. Naomi Klein’ın This Changes Everthing’de ifade ettiği üzere toplu ulaşım kullanımı savaş zamanı %87 arttı; sebzelerin %40’ı yerleşim yerlerinde yetiştiriliyordu. İlk defa kadınlar ve azınlıklar fabrikalarda iyi işlere sahip olabiliyorlardı. Perçinci Rosie nelerin mümkün olduğuna dair algımızı değiştirdi.

Bir Pearl Harbor olmadan gerçekte belki de sadece FDR’nin gerçekleştirebileceği çok şey vardı. Şimdiye kadar iklim savaşında başka bir denk, tüm dünyayı medeniyeti kurtarabilmek için top yekûn bir savaştan daha azının yeterli olduğunu gösteren herhangi bir an yok. FDR’nin “utanç günü” konuşmasına en yaklaştığımız Bernie Sanders’ın ilk tartışmada gezegenin karşı karşıya olduğu en büyük güvenlik tehdidinin ne olduğunu sormasıdır. “Radikal İslam Terörizmine” karşı yumuşak olduğuna dair tüm olağan şüpheleri tüh tühleyerek “İklim değişikliği” diye cevap verdi. Sonra, Paris katliamının ardından ikinci tartışmada soru tekrar gündeme geldi. Şimdi artık elimdesin üslubuyla “Hâlâ böyle mi düşünüyorsunuz?” diye soru moderatör. Rekor kuraklıkların nasıl uluslararası istikrarsızlıklara sebep olabileceğine dair tutarlı hesaplamalar sunan Sanders “Kesinlikle” diye cevap verdi.

66

Kazandı mı, Bernie’nin işleri, iklim ve alt yapıya olan alakasını gerçekten önemli olan bütünleştirici bir gayretle bir araya getirebilirdi; buna rağmen FDR’den beri federal hükümet için en rahat başkan adayı oldu. Donald Trump şüphesiz ki, Vietnam Savaşını savuşturduğu gibi bu savaşı da savuşturacak. Onun düşüncesi (eğer gerçekten bu doğru bir fiil ise) iklim değişikliği oryantal sinsilikleriyle kutup buzullarını kendi komplolarıyla birlikte gitmeye ikna eden Çinliler tarafından üretilmiş bir çeşit aldatmaca. Clinton’un danışmanları Beyaz Saray’da bir “iklim savaşı odası” olacağına dair söz vermişlerdi fakat sonra bu ifadeyi düzelttiler: Aslında bir “İklim haritası odası” olacak.

Hakikatte, iklim değişikliği ile mücadelemde en düşük noktalardan Haziran’ın sonlarında Demokrat Parti’nin platform taslağını oluşturmak için atanmış komisyonda oturduğumda geldim. (Cornel West diğer ışık saçan kişilerle birlikte Sanders’ın atadığı kişiydim) Cuma akşamı 23:00’da St. Louis’in en terk edilmiş otel balo salonunda iklim değişikliğini platforma aktarmak amacıyla 9 yasa değişikliği teklifini sunmak için bana 1 saat verildi. Daha çok bisiklet yolu oy birliğiyle geçti fakat gerçek değişikliği yaratacak daha tartışmalı başlıklar – hidrolik kırmayı yasaklamak, bir karbon vergisi, kamu arazilerinde sondaj ya da fosil yakıt madenciliği yasakları, yeni yatırımlar için iklim turnusolü testi, fosil yatıkların Dünya Bankası tarafından finanse edilmesini durdurmak – 7-6 sonuçlarla, Clinton’un atadıklarının blok oylarıyla reddedildi. İklim değişikliği konusunda oldukça kaygılıydılar fakat aşamalandırılmış bir yaklaşım konusunda ısrarcıydılar. Münih’in baygınlık verici kötü kokusu vardı. Bu insanların tamamı, Chamberlain gibi, normal zamanlarda ulusunuzu idare etmelerini isteyeceğiniz istikrarlı ve adil, iyi ve kaygılı kişilerdi. Fakat düşmanın tabiatını yanlış anlamışlardı. Faşizm gibi iklim değişikliği de eğer saldırmazsanız güçlenen nadir krizlerden. Tüm savaşlarda bir tarafın galibiyetini hatta berabere kalmayı bile engelleyen gerçek bir kırılma noktası vardır. Ve düşman kutup buzulları ya da Pasifik’teki mercan resifleri gibi gezegendeki bazı en eski ve önemli fiziksel varlıkları yok edebiliyorsa, bu kırılma noktasına çok yakın olduğumuzun bir işaretidir.

Beni şaşırtan birkaç hafta sonra Orlando’da Demokratik platformun son tartışmaları gerçekleşirken işlerin değişmesi. Clinton’un müzakerecileri hidrolik kırmayı yasaklamayı ya da karbon vergisini desteklemezken, rüzgâr ve güneşe doğal gaz üzerinde öncelik vermek için karbona bir “bedel” biçmemiz gerektiği ve küresel ısınmayı daha kötüleştiren herhangi bir federal politikayı reddetmek üzerinde anlaştılar.

Belki kamuoyu yoklamalarının Bernie’nin seçmenlerinin, özellikle de genç olanlarının, Clinton’un kampanyasına ikna olmadıklarını göstermesindendir. Beki Amerikan tarihindeki en sıcak Haziran insanların kafalarını çalıştırmıştır. Fakat eğer şaşı bakıyorsanız umutlu bir senaryo hazırlayabilirsiniz. Örneğin Clinton Amerika’nın gelecek 4 yıl içinde yarım milyar solar panel kuracağını vaat etti. Tom Solomon’un hesapladığı tutturulması gereken hedeften çok da uzak değil. Ve eğer bunu yabancı menşeili ucuz panelleri ithal etmek yerine kendi solar fabrikalarımızı kurarak yapabilirsek Amerika’yı İkinci Dünya Savaşındaki seferberliğin iki nesil süren ekonomik gücünü temin ettiği gibi temiz enerjide dünyada baskın bir konuma getirebilir. Eğer oraya ilk varmazsak başkaları başarır: Çinliler dumana boğulmuş şehirlerinin öfkesinden dünyayı ezip geçen bir hızda yenilenebilir enerji kurulumu yapmaya başladılar bile.

İçinde olduğumuz bu savaşta – fiziksel güçlerin sıkı savaştığı ve bizim yapamadığımız – yavaş yavaş kazanmak kaybetmekle eşdeğer anlamda.

Başka bir ulusun küresel iklim acil durumuyla çarpışmada liderliği ele alması Birleşik Devletler için ciddi bir hata olur,” diye iddia ediyor Demokratik Platform. “Ulusal seferberliği ve ulusları bu tehdide karşı İkinci Dünya Savaşından bu yana görüşmemiş bir ölçekte seferberliğe öncülük etmeye kendimizi adadık.”

Kongreyi bir araya getirmek için bir sonraki başkan Pearl Harbor’un bir dengini beklememeli. Yapabileceğimizin çoğunluğu ve yapmak zorunda olduklarımız FDR’nin geniş bir seferberliğin temelini kurmak için güvendiği idari çalışmalarla derhal tamamlanmalı. Başkan Amerika’da henüz açığa çıkarılmamış karbonun en azından hâlâ yarısını barındıran kamusal alanlarda ve su kaynaklarında sondaj ve madencilik işlerini askıya alabilir. Çevre Koruma Ajansının (EPA) metanın ısıtıcı etkilerini hesaplamada kullandığı modası geçmiş hesap yöntemleri basitçe düzelterek Obama’nın kömürlü termik santrallerde yaptığı gibi doğal gaz sisteminin inşasını yavaşlatabilir. Çeşitli komisyonerleriyle yeni fosil yakıt projelerinin federal seviyede üstünkörü onaylanma uygulamasına bir son verebilir. Tüm federal kurumlara enerjilerini yeşil kaynaklardan edinmek ve sadece elektrikli araçlar kullanmak konusunda talimat verebilir ve bu şekilde yeni pazarlar oluşturabilir. Büyük ihtimalle hiçbir zaman gelmeyecek kongre kararını beklemeden dâhili olarak izlemek için kurumlara karbon ücreti uygulayabilir. FDR tarafından gösterilen aciliyet ve öngörü olmaksızın, acil önlemler alınmadan bu savaşı kaybederiz.

Normal savaş zamanlarında bozgunculuk büyük bir günahtır. Talih bu ki karbona yardım edemez ya da onu rahatlamazsınız: Artacak bir morali yoktur. Yani tamamen dürüst davranabiliriz. Tam galibiyetin imkânsız ve yenilginin kabul edilemez olduğu bu savaşta karşılık vermek için çok bekledik.

Geçen Haziran Demokratlar St. Louis’deki depresif otel odalarında buluşurken benim dizüstü bilgisayarım açıktı. İklim değişikliğiyle mücadele etmek için gereken önlemleri birbiri ardına reddederlerken cepheden haberler gelmeye devam ediyordu:

Japonya’da 700,000 insana rekor yağılar ve şiddetli taşkın ve toprak kaymalarından ötürü tahliye edilecekleri söylenmişti. Sel gelecek 5 günde de devam etmiş; zirve noktasında her saat 15 cm yağış düşmüştü.

Kaliforniya’da binlerce evi tehdit eden kontrolsüz yangınlar için yerel itfaiye amiri “gördüklerimin en yıkıcısı,” dedi. Banliyö bölgeleri bombardıman ardından Dresden gibi görünüyordu. Uçaklar ve helikopter gökyüzünde vızır vızır çalışıyor, parlak kimyasal yavaşlatıcı bulutlarını bırakıyorlardı; eğer Flight of the Valkyries çalıyor olsaydım, Apocalypse Now’dan bir sahne olabilirdi.

Ve Batı Virginia’da “bin yılın fırtınası” dağlara rekor miktarda yağış bırakmış, onlarca insanın ölümüne sebep olan selleri tetiklemişti. “İnsanları ikinci kat pencerelerinde kurtarılmayı beklerken görebilirdiniz” diye aktarmıştı yerel bir yetkili. Bilhassa dramatik bir video – bir nevi kendi zamanımızın YouTube Guernica’sı – büyük bir evin coşmuş bir nehirde bir köprüye çarpmadan önce alevler içinde yutulmasını gösteriyordu. “Herkes her şeyini kaybetti” diyordu bir bölgenin bir sakini. “Hiç bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştik.” Bir eyalet askeri daha kısa ve öz olarak “savaş alanına benziyordu” diyordu.

Çünkü bu böyle.

İklim değişikliğine karşı mücadeleye katılmak ister misin? 350.org’a buradan üye ol.

 

Yazının İngilizce orjinali

Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin

Yazar: Bill McKibben

(Yeşil Gazete, New Rebublic)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.