ManşetSivil Toplum

Nafarat: Türkiye’den Almanya’ya yolculuk. Bölüm 1.3: Bizim geçiş hikayemiz.

0

11 Suriyeli ve 1 Fransız dostun hikayesini sizlerle  paylaşıyoruz. 15 Temmuz 15 Ağustos tarihleri arasında Türkiye’den Almanya’ya yolculukları sırasında, sınırları geçerken, tuttukları günceyi.

***

(Arapça’da Nafar isimsiz olan, hakları bulunmayan, kalabalık arasında yalnızca bir numarayı ifade eden anlamına geliyor ve kaçakçılar müşterilerini Arapça böyle adlandırıyor. “Sadece bir para kesesi”).

Bölüm 1: İzmir. İstikamet: Yunanistan.

Bizim geçiş hikayemiz (3/3)

Bölüm 1.1 Basmane, İzmir (1/3) için burayı, 1.2  Kaçakçılar için burayı tıklayınız.

For the English version of the journal click here.

nafarats

İzmir’de kaldığımız altı günde birçok kez denizi geçmeye hazırlandık ama son anda iptal etmek zorunda kaldık (ada çok uzaktaydı, kaçakçı tam ayrılmadan önce bir miktar para istedi, tekne çok kalabalıktı vs.) ya da kaçakçı kendisi iptal etti. Bu stresli süreçte ve aşırı sıcaklarda bu iptaller psikolojik olarak çok zorlayıcıydı. Hayalkırıklığına uğradık, moralimiz bozuldu, sinirlendik, yorulduk ve bırakma fikri aramızdan birden fazla kişinin aklından geçti.

İlk iki günden sonra bir “yolculuk” seçtik. Kaçakçı bize botta 40’tan fazla kişinin olmayacağını temin etti. Yorgunluğa rağmen heyecanlıydık ve ertesi gün Yunanistan’da olmayı umuyorduk. Gruptaki Fransız arkadaş İzmir’de kalıp bizden gelecek haberleri bekledi. Geri kalanımız taksiyle İzmir’in dışında ormanlık bir alana gitti. Oraya ulaştığımızda etrafta hiçbir ışık yoktu ve zifiri karanlıkta biraraya gelmeye çalıştık. Ormanda birçok çocuklu aile dahil yaklaşık 100 göçmen vardı (kaçakçı iki çocuğun bir yetişkin olarak sayıldığını açıklamıştı). Burası iki farklı grubun buluşma noktasıydı. Türk kaçakçılar buradan kıyıya doğru ulaşımı minibüslerle organize ediyorlardı. İlk elli kişi minibüse tenekedeki sardalya balıkları gibi tıkıştırıldı. Kaçakçılar onları içeri iterken çığlıklarını ve çocukların ağlamalarını duyuyorduk. Kapı en sonunda kapatıldığında etrafa sonsuz sessizlik hakim oldu. Tam bu arada biz de vazgeçmeye karar verdik, çünkü bizim grubumuzun 40 kişiden kesinlikle daha fazla olduğunu gördük. Belki 48 kişiydi. Bunu kaçakçılara söylediğimizde hiddetlendiler, bağırmaya başladılar ve hatta içimizden birini dövmeye kalktılar. Bu arkadaşımızın elinde telefonu vardı ve kaçakçılara göstererek polisi arayacağını haykırdı. En sonunda oradan kaçabildik ama kaçakçılardan biri hala peşimizde olduğu için korkuyorduk. Nihayet bir polis arabası yaklaştı ve bu kişi grupla beraber geri kaçtı. Bu sırada bir arkadaşımız da düşüp bacağını incitti. Polis aracını görünce yanımızdaki bütün can yeleklerini de atmıştık.

Bu denemeden sonraki gece hem psikolojik hem de fiziksel olarak çok zor geçti, ama yine de sakinleşmeye ve biraz dinlenmeye çalıştık. Tekrar deneyene kadar dört gün daha beklememiz gerekti. İzmir’deki bu dört günde tek umudumuz ayrılmak, yola olabildiğince erken çıkmaktı. En sonunda bir kaçakçıyla konuştuk. Bir kez daha Fransız arkadaşımız geride kaldı ve “nafarat” otobüsle yola çıktı. Bize söylendiğine göre kıyıya ve İzmir’e oldukça yakın olan Sakız Adası’na gidecektik. Otobüste GPS’ten kontrol ettiğimizde doğru yolda olmadığımızı farkettik ve aslında Midilli adasına geçmeye çalışacağımızı anladık, diğerlerinden daha uzakta olan büyük bir adaya.

Birkaç hafta önce denizde ölen son grup da Midilli’ye geçmeye çalışıyordu, ve biz o rotadan gitmek istemiyorduk.

Kaçakçıyla konuştuğumuzda bizi çıkış yerine kadar gidip eğer oradan adayı göremezsek yolculuğu iptal etmeye ikna etti. Geçme arzumuz öyle yüksekti ki kabul ettik. Otobüsten sonra taksilere bindik ve farklı polis kontrol noktalarını atlatabildik.

Çıkış yerine ulaştığımızda her şey çok hızlı gelişti. Diğer yolcular çoktan botun içine yerleşmişti, biz de beş dakikadan kısa sürede aslında adanın nerede olduğunu göremesek de bota bindik. 6,5 metre uzunluğundaki botta 33 kişiydik ve kimsenin birazcık olsun kıpırdamaya yeri yoktu. Denizde yarım saat gittikten sonra motor durdu ve tamir etmeye çalıştık. Yanımızdaki bir kişi görme engelliydi ve onun için durum daha da korkutucuydu. Aynı zamanda Türkiye’ye geri dönmekten de korkuyorduk, ama yarım saat kadar botu tamir etmeye çalıştıktan sonra sahil güvenlik polisine ulaşmaya çalışmaya karar verdik. O sırada hala İzmir’de olan arkadaşımızdan onlara ulaşıp bulunduğumuz yeri bildirmesini istedik. Kendisine “Yardım et! Polisi ara!” demekten daha fazla bir şey açıklayamadığımız için o da korkuya kapılmıştı. En sonunda sahil güvenliğe ulaştığında bize doğru yola çıkmışlardı ki ona motoru tamir ettiğimizi ve nihayet yola devam ettiğimizi haber verdik. Polisin önceki bulunduğumuz noktada bizi aradığını gördük. Fakat bizi görmüş olsalar da takip etmeye çalışmadılar.

Kaptanımız enerjiyle doluydu ve bizi çok cesaretlendirdi; öyle ki, yolu hep birlikte şarkı söyleyerek bitirdik. Denizde geçen 4 saatten sonra hepimiz çok bitkindik, tamamiyle ıslanmış ve stresliydik ama ulaştık. İnanması zor. Bu kadar arkadaşlar, Midilli’deyiz, Avrupa’dayız!

***

“11 Nafar ve 1 İnsan”

Biz 12 kişilik bir grubuz. Türkiye ya da Suriye’de tanışmış ve Avrupa’ya beraber gitmeye karar vermis 12 umut ve hayalle dolu genç insan. Grubumuzda bir doktor, bir hakim, iki mimar, bir avukat, bir ressam, bir tasarımcı, bir sinemacı, bir sosyal çalışmacı, bir aşçı ve bir ilkyardımcı bulunuyor. Grubun yarısı eğitimini savaş yüzünden tamamlayamadı. Çoğumuz Türkiye’ye, denizi geçmekten yana şansını denemeye karar vermeden birkaç sene önce geldi. Fakat Türkiye’de kalmak demek, yasal olarak çalışma ya da okuma şansının hiç olmadığı bir yerde kalmayı kabul etmek demek. Durum değişsin diye beklemeyi kabul etmek, sadece beklemek demek. Ancak gençliğimiz uzun sürmeyecek. Grubumuzda on bir Suriyeli var. Bir de Fransız. Onun için, pasaportu sayesinde, bütün sınırlar açık. Bu sistemde o bir insan, onun nerede isterse orada olma hakkı ve imkanı var. Farklı sebeplerden dolayı, fakat ortak olan bu deneyimi hep beraber yaşama arzusuyla İstanbul’u terkettik ve şu anda “nafarat”ların da tekrardan insan olabileceği bir ülkeye doğru yola koyulduk. Amacımız bu, en azından.

 

(Yeşil Gazete, Göçmen Dayanışma Mutfağı)

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.