Köşe Yazıları

100 Yıl + 5 gün ve 1 gece

0

100 yıl

Cadılar, birini cezalandırmak istedikleri zaman o kişinin en kötü gününün sonsuza dek tekrar tekrar yaşandığı ve başka kimsenin olmadığı bir hapis-dünya yaratıyor ve onu oraya tutsak ediyor. Tutsağın kaçabilmesinin iki yolu var. Ya cadılar konseyi bir araya gelip hepsinin teker teker razı olarak yaptığı büyüyle onu serbest bırakacak ya da tutsak kişi gerçek dünyayla ilişki kurma yolunu bulacak. Bu hikâyede cadılar hiç eğlenceli değil.

24 Nisan sabahında Rakel Dink’in Cumhuriyet Gazetesindeki yazısını okurken aklıma geldi bu. Rakel Dink’e 100 yıldır 24 Nisan’ı, on yıllardır 6 – 7 Eylül’ü ve yetmedi; bir de yıllardır 19 Ocak’ı tekrar tekrar yaşattığım-ız için çok üzgünüm.

Her yıl 24 Nisan’ın hikâyesi değişmiyor. Değişemiyor.

13

1915’te aslında ne olmuştu? Soykırım ne demekti? Ermeniler aslında ne istiyordu ve bunu aramızdan en iyi kim bilebilirdi? Nasıl söylemeliydi?

Bence hepimiz o cadıyız. Kötülüğü tutsak edebilmek için neye ihtiyacımız varsa hepsini o hapis-dünyaya gönderiyoruz. Yüzleşmek için ihtiyacımız olan her şey orada.

Bize kalan da bu, “Hadi ordan canım, daha ne lazımmış? Kimin çıkarına bunlar? Hem ben Ermeniler için de iyi olacağına inanmıyorum.”

İlk anlar: Hiç bu kadar Türk olmamıştım

Bir Sırp, bir Ermeni, bir de ben fıkradaki gibi oturuyoruz. Fıkra gibi. Çünkü yola çıkmaya hazırlanırken, “O zaman Sırpların yaptığına ne demeli?” başlıklı serzenişleri dinleyen ben, şimdi bir Ermeni’nin yanında karşımdaki Sırp’a üzgün olduğumu söylüyorum. “Hayır”, diyor Sırp. “Beni, benim yapmadığım bir şeyden kimse yargılayamaz.” Neden üzgün olduğumu ve bu üzgün halim-iz-den neden sorumlu olduğumu anlatıyorum. Haklısın, diyor. Herkes haklı.

Bu konuşmaya gelmeden önce birlikte Tiflis’e uçtuk. Tiflis’ten minibüse binip Erivan’a doğru yola çıktık. Çimenlerin asfaltı işgal ettiği yolları özlemişim. Ön koltukta Gürcistan’da bize katılan Nina’yla oturuyoruz. Köylerden geçerken, insanların neden hayvanları yolun dibinde otlattığını merak ediyorum, “Ben olsam, dağlara çıkarırım”. Şoför çok gülüyor bu lafıma. Ermenistan’daki ilk şehre geliyoruz. Sovyet özelliğini – en azından binalardan görebildiğim kadarıyla – pek kaybeden, değiştiren bir kent değil. Bir anda yavaşlıyoruz. İki üç araba önümüzde kalabalık bir kitle ellerinde meşalelerle yürüyor. Ortalık çok sessiz. Biz de inelim, diyorum. Nina bana bakarak, “En azından sen inme” diyor. Şoför de konvoydan kurtulur kurtulmaz yoluna hızla devam etmek istediği için salmıyor beni. Ben de susuyorum.

18

İki saat sonra Erivan’a giriyoruz. Her yerde unutmabeni çiçekleri var. Çiçeğin altında da ölen 1,5 milyon Ermeni için “191,5 – I remember and demand” (191,5 – Hatırlıyorum ve Talep ediyorum) yazıyor. İlk gün, şehir merkezinde bir yerde kalacağız. Eşyaları bırakıp dışarı çıktık. 24 Nisan’daki System of a Down konseri için Arjantin’den gelen Alex’le tanıştım. Suriye’ye sürülen kafilede, kurtulanlar arasındaymış büyükannesi ve büyükbabası. Oradan Beyrut’a gitmişler. Sonra da Arjantin. Konserde kendisi gibi bir hikayesi olan bir kızla tanıştığını ve sevindiğini söylüyor. Hep bu hikayelerle büyümüş çünkü. “Siz nasıl hikâyelerle büyüdünüz?” diye soruyor, anlatıyorum.  Alex devam ediyor, “Başka hikayeler de var aslında. Mesela kahraman Türklerin hikayeleri. Benim dedelerimi değil ama konserde solist anlattı, onun akrabalarını bir Türk korumuş. Ve dedi ki – ki ben de katılıyorum – Türkiye 1915’i reddederek o insanların kahramanlıklarını da reddetmiş oluyor.”

Üzgün olduğumu söyleyeceğim bara varıyoruz. Ne demişti Marija, “Hayır, kimse beni yapmadığım bir şey için yargılayamaz.” “İkinizin durumu farklı aslında” diyor Hmayak ve devam ediyor, “Sen bahçede oynarken mahallene bombalar atıldı. Seni birey olarak kimse yargılayamaz. 1915 meselesindeyse olay devletin bunu inkâr etmesi ve Türklerin de bu tutumu değiştirmeye dair hiçbir şey yapmamaları. Yüzleşmek zaman alıyor kısacası.”

1 Gece

Ertesi akşam geleneksel Ermeni dansları gecesi düzenlenecekmiş. Yemeğimizi yediğimiz restorandan uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra büyük bir havuzu olan parka varıyoruz. Havuzun yanına sahne kurulmuş. İnsanlar havuzun etrafını el ele tutuşarak çevrelemişler. Sahnede biri konuşuyor. Tahmin ettiğimiz kadarıyla hangi yörenin dansını yapacaklarını anlatıyor, ben “Sadece izlemek için gelmeyen el kaldırsın” der demez Vesna elimden tutup beni havuzun yanına çekiyor. Çantalarımızı sağa sola fırlatıyoruz. “Selam, biz hiçbir şey bilmiyoruz ve sizinle dans etmek istiyoruz” diyoruz ve bize öğretmelerini rica ediyoruz. Birkaç dans sonra alışması daha da kolay oluyor. Tanışıyoruz. Narine 10 yıldır dans ediyormuş. Vesna’ya nereden geldiğini soruyor. Vesna söylüyor. “Sırbistan!” diye biraz bağırarak, güzelce gülerek tekrarlıyor Narine. Sonra klişe ana geliyoruz, “Türkiye’den geldim ben de” diyorum. Havuza bakıyor Narine gülümsemeye devam ederek. “Üzülme” diyorum. “Yok yok” diyorlar Narine ve arkadaşı. “Birçok Ermeni’den daha bile iyi yaptın. Hemen aldın hareketleri” Hemşin başlıyor o sırada. Sadece erkeklerin yaptığı bir dans olduğunu söylüyorlar Narine. Vesna tabii ki buna aldırış etmiyor. Dört kadın Hemşin oynuyoruz.

“Hayal et, ama yapma, sol ayağınla bir adım atmak üzere olduğunu hayal et.”

Ama yapma. Ne değişti?

Duranadam eylemi üzerine Gurur Ertem’in, “Bir dansçı hareketsizleştiğinde tarihe dikkat kesilin” yazısı için Steve Paxton’dan yaptığı alıntıyı buraya koyuyorum. Dansın harekete kattığı duyguyu bir kere hisseden herhangi birinden bahsediyor aslında Ertem başlığında. Bunu o an fark ediyorum. Narine dursa-dans etmeyi bıraksa-sussa-bir de bu olsa..

Gecenin sonunda Narine dansların bittiğini söylerken çok üzgündü. Bu geceyi unutmayacağımı söyledim. Bu sefer Narine’le bir anda, sevinçle, kocaman sarıldık.

Birbirimize bakıp, birbirimize kırgın ya da kızgın olmadığımızı hatırlamaya, görmeye, yaşamaya ihtiyacımız var. Çok basit, çok düz, sade ve sakin, yüzlerce defa söylendi ama bu. Sadece bu.

İpek Yolu 

Birbirimizin gözlerine bakabileceğimiz yerleri birer birer yok ediyoruz. Eh, utanç, kolay bir duygu değil.

Ermenistan’a gitmeden önce Açık Radyo’da fotoğrafçı Norair Chahinian ile yapılan programı dinliyorum. Mayıs ayı boyunca Tütün Deposundaki sergisini konuşmak için telefonun diğer ucundan anlatıyor. Hikâyesi aynı Alex gibi. Norair’sa Brezilya’da yaşıyor. “Günümüzde artık boş kalmış İpek Yolu, neden?” diye sordu. Cadıların yarattığı hapis-dünya aslında burası belki, biz-hepimiz oradayız ve artık gerçekle iletişime geçmenin bir yolunu bulmalıyız. Bu arayışın farklı yolları var. Norair’le tavsiyemiz farklı yerlerde, aynı şeyde buluşuyor: Sanat. “Sanki tarihin bir sayfası, sanatla, o fotoğraflarla geride bırakılabilecekmiş gibi”

Birbirimizin gözlerine bakabileceğimiz yerleri birer birer yok ediyoruz.

Narine’le dans etmeden önce, Erivan’daki işgal evine gittik. Erivan’ın çok turistlik ve dünyaca bilinen (kapısında “buraya kimler geldi” resimleri olan – evet Hollande da var) restoranın sokağında. Bir gün yolunuz düşerse diye anlatıyorum. Elli metre daha yürüdüğünüzde solunuzda bir avlu göreceksiniz. Oradan girin ve soldaki tahta merdivenleri çıkın. Tahta bir kapının üzerinde kırmızıyla “Foreign Ministry of Turkey” (Türkiye Dışişleri Bakanlığı) yazıyor. Açın kapıyı, belki tuvaletiniz gelmiştir. Çıkarken ellerinizi yıkamayı unutmayın. Üç farklı odada, farklı sanatçıların resim atölyelerini gezin. Sanatçılar fotoğraf çekilmesini ve paylaşılmasını istemiyor. Binanın yıkılıp, bir eve ya da otele dönüşme olasılığı konuşulmaya başlanmış. Hayatımda gördüğüm en karamsar çizimler.

Birbirimizin gözlerine bakabileceğimiz yerleri birer birer yok ediyoruz.

Şimdi de Hrant Dink’in yetiştiği ve bir dönem eşiyle yöneticiliğini yaptığı Kamp Armen’in yıkımı söz konusu. Yıllar önce çıkan bir Vakıflar Kanunu sayesinde devletin el koyduğu kampın yıkımı duyulduğunda hemen gidildi ve Ermeni gençler kamp kurdular. Bu tepki verilmese ve kamulaştırılıp Ermeni Vakfına iadesi istenmese Türkiye’de yasal düzenlemeler ve insanlar bu yıkıma hazır hatta bu yıkımın yanında belki de haberi yok. Aynı kampı satın alan kişinin de bu yere devletin el koyduğunu bilmediği gibi…

24 Nisan’ın hikâyesi, 6 – 7 Eylül olayları, Hrant’ın katli devam ediyor. Ve birbirimizin gözlerine bakabileceğimiz yerleri birer birer yok ediyoruz.

Başka bir yol anlatıyorum Alex’e. Benim dedemler de 1924 mübadelesiyle Selanik’ten gelmişler. Köy önce 1915 ve sonrasında Ermenilerini gönderiyor. Sonra da Rumlarını. Bu topraklarda ölüleri sanki artık  geçip gidemez oldular. Sıkıştılar sanki bir yerde acıyla. Biz burada, her gün aynı acıyla ağlayanlar için bir şeyler yapabilmek, ölülerimizi cennete göndermek ve yola devam edebilmek istiyoruz.

Artık bana nerden geldiğimi sorduklarında, İpek Yolu’ndan diyeceğim…

12.Bahar Topçu

 

Bahar Topçu

You may also like

Comments

Comments are closed.