Hafta SonuManşet

Suruç’ta yılbaşı: Bombalardan korkuyorum ben, hem kötülerinden hem de iyi(!)lerinden – Hülya Tosun

0

Sekiz ay sonra yeniden Urfa Suruç’tayım. O zamanlar Suruç’taki okullara masal anlatmaya gelmiştim. Şimdinin hikâyesi ise farklı. Gelen giden çok artık Suruç’a, iş de çok.

Vardıktan yalnızca on dakika sonra eşyaları kültür merkezine atıp bir depoda buluyoruz kendimizi. Suriye’deki savaştan kaçıp gelenlere erzak dağıtımı için kullanılan bir depo burası. İçeriye girişimizin ikinci dakikasında da pirinçler bulgurlar paketlemeye başlıyoruz.  Beşer kiloluk bulgur pirinç mercimek nohut derken 20 – 30 ar kiloluk büyük paketleri taşımak imkansız hale gelince İsveç’li bir çocuk tutuyor ucundan. Aslında gazeteciymiş ya, yardım ederken kendisini kaybetmiş. Bir ara da birşeyler yazıp göndersem iyi olacak diyor…

6

“Heval çay!” Buralarda ilk öğrenilen Kürtçe kelime Heval (Arkadaş).  Başka hiçbir ortak şey yoksa Heval var.  Kobane’li Ahmet tutup kolumuzdan çay molası verdiriyor bize. İşe dalıp sen unutsan o unutmuyor. Dolduruyor çayını, şekerini de katıp öyle veriyor. Sonradan başkalarından öğreniyorum, bütün gün bu ağır işlerde çalışan Ahmet meğer savaşta yaralanmış. Kurşun bacağından girip çıktığında kemiğe de zarar vermiş ya o yüzden akşamları el ayak çekilince, kemeriyle bacağını sıkıp öyle dindiriyormuş ağrısını…Boğazı düğüm düğüm yapan hikaye çok burada ama paylaşınca azalır mı çoğalır mı bilemiyorum hala ya ondandır yazıp çizmeyişim.

11

Foto: Aylin Gökmen

 

Suruç’a gelen giden çok, iş de çok.Depoda çalışanlar, sabahlara kadar ofiste bilgisayar başında oturanlar, araçlarla sağa sola gidip erzak dağıtanlar. Çok titiz bir çalışma yürütmeye ve tüm yardımları adil bir şekilde bölüştürmeye çalışıyorlar. Kimisi okulunun yarı tatilinde gelmiş, kimisi işten yıllık iznini almış. Gönüllülerin çoğu Suruç’taki Kültür Merkezi’nde kalıyor. İki büyük oda gönüllülere ayrılmış. Bol bol yer yatağı ve battaniye var. Odaların yetişmediği zamanlarda bahçedeki iki büyük çadır kullanılıyor. Banyo ihtiyacı olduğunda duyan bilen biri evini açıyor, kazanını yakıyor. Ben çokça üşüyen biri olduğum için en azımdan saçımı tam kurutabileyim diye kuaförde yıkatayım dedim işte sonrası malum, bayan kuaförü olmayınca, her yer benim evimdir dedik, gerekirse erkek kuaförünün yıkama koltuğu da. “Masaj da yapayım mı abla?” dedi Kadir, yok dedim henüz o kadarına hazır değilim.

“Masaj da yapayım mı abla?” dedi Kadir, yok dedim henüz o kadarına hazır değilim.

“Masaj da yapayım mı abla?” dedi Kadir, yok dedim henüz o kadarına hazır değilim.

“Heval” dedi biri ikinci gün. “Evlere kayıda gider misin?”  “Giderim de ne yapacağız tam olarak? “Ailelerin kayıtlarını sağlıklı bir şekilde güncellemek istiyoruz ki yardımlar gerektiği gibi ulaşsın.”

Yanımda tercümanım Suruç’lu Mehmet, sekiz saat boyunca tuvalete bile gitmeden onlarca eve girip çıkıyoruz. Açılan her bir kapının ardında 3-4 aile. Her ailede en az sekiz on nüfus. Alel acele demlenen bol şekerli çaylar.

Evlerden birindeki çocuk dünyadan…

Evlerden birindeki çocuk dünyadan…

Evet, yüzlerce Kobaneliyle tanıştım onlarca eve girip çıktım ama kapılardan birinin ardında, bir kadın, öyle bir kadın, öyle bir endam. Gözlerimi alamadım. Semira teyze. Bakmayın siz benim dandik telefonumun fotolarına. Bir teyzeye aşık olunuyorsa şayet, ben Semira teyzeye aşık oldum. Bir tütün sardı sonra kendine, değme tiryakiler halt etsin. Sözleştik Semira teyzeyle, bütün bunlar bittiğinde Kobaneye gidip misafiri olacağım, bana çay yapacak, oturup dertleşeceğiz iki kadın.

Bir teyzeye aşık olunuyorsa şayet, ben Semira teyzeye aşık oldum.

Bir teyzeye aşık olunuyorsa şayet, ben Semira teyzeye aşık oldum.

Aslında ilk yola çıkış nedenim buradaki çocuklarla birşeyler yapmak, yeni yıla çocuklarla girmekti de, dil problemi, ondan daha da önemlisi kamplarda 200 – 300 e varan çocuk sayısı bunu pek mümkün kılmadı. O yüzden ilk iki gün başka işlere el attım ama yılbaşı günü ne olursa olsun çocuklarla olmalı. O sebepten Suruç’a birlikte geldiğimiz ve her gün bir başka çadır kamptaki çocukları ziyaret eden jonglör ve müzisyen arkadaşların çalışmalarına eşlik ediyorum. Neco kamplara ulaşımı tek tekerle sağladığından daha kampa kapıdan girişimiz şenlikli oluyor. Necmi tek tekeriyle önde, yüzlerce çocuk arkasında başlıyor eğlence. Sonrası bol bol müzik, ve keyifli bir gösteri.

Necmi tek tekeriyle önde, yüzlerce çocuk arkasında başlıyor eğlence (Foto: Aylin Gökmen)

Necmi tek tekeriyle önde, yüzlerce çocuk arkasında başlıyor eğlence (Foto: Aylin Gökmen)

Yılbaşı gecesini kültür merkezinin bahçesindeki “Circus Suruç” adını verdiğimiz çadırda geçiriyoruz. Diğer gönüllülerden de uğrayanlar var. Gece yarısı geri sayıma İngilizce başlayıp İspanyolca Türkçe ve Kürtçe devam ediyoruz. Gülüşüyoruz ama tüm gülüşler gibi o da bomba sesleriyle bölünüyor. “Tamam tamam” diyor biri,” merak etmeyin bu iyi bomba, düşmanı vuran bomba.” Savaş öyle bir şeymiş ki bombaları bile ikiye ayıran. İyiler ve kötüler.

Foto: Aylin Gökmen

Foto: Aylin Gökmen

Dillerden korkmuyorum, hevalin hiçbir dilinden, renklerden korkmuyorum, doğanın hiçbir renginden ama bombalardan korkuyorum ben, hem kötülerinden hem de iyi(!)lerinden…

Bu yazı ruhubohcadagezen.wordpress.com/ dan alınmıştır

 

Hülya Tosun

 

 

Hülya Tosun

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.