Hafta SonuKöşe YazılarıManşet

Hayal ülkelerine götürün beni, harikalar diyarına…

0

Çarşamba günü İstanbul’dan Morrissey geçti.

Konserin başında Moz’un kendisini beklerken dinlememiz için hazırladığı playlistteki şarkılardan biri Charles Aznavour’dan Emmenez-Moi idi, ve ben dört sene önceye döndüm. O şarkı bundan tam dört sene önce bu şehri bırakıp başka bir şehre gitmem için bana ilham vermişti.

2010 Aralık’ta karlı Ankara’da evimde otururken gecenin bir yarısı tek başıma C.R.A.Z.Y. filmini izliyordum. Dört sene sonra filmden aklımda kalan tek şey filmde sürekli Emmenez-Moi çaldığı. Ne filmi bir daha izledim, ne de şarkıyı bir daha dinledim. Emmenez-Moi’nın da ne demek olduğunu bilmiyordum filmi izlerken, ama Charles Aznavour öyle tutkulu söylüyordu ki kendimde hayatımı değiştirmek için cesareti buldum. Emmenez-Moi’nın götürün beni anlamına geldiğini bilsem; şarkının sözlerini anlasam daha mı etkili olurdu bilmiyorum. Film bittiğinde ben arkadaşlarımı, ailemi, evimi bırakıp; tek başıma, kimseyi tanımadığım ve dilini konuşmadığım bir yere taşınmaya karar verdim.

Bu kararı almak kolay gibi görünse de kolay değildi, uygulamak da kolay olmadı.

Hayatın olağan akışında sürüklenmenin verdiği bir sanal rahatlık duygusu var. Eğer kendini o akışa bırakırsan yolun nerede biteceğini az çok kestirebiliyorsun. İpleri eline aldığında, az çiğnenmiş yolu seçtiğinde, treni raydan çıkardığında ise tüm kontrol eline geçiyor, iyisiyle ve kötüsüyle başına gelecek her şeyden sen sorumlu oluyorsun. Yolun sonunu da kestiremiyorsun artık. İşte bu çok korkutucu.

Bir gemiye kaçak girip dünyayı gezmek, her şeyi bırakıp ormana taşınmak, Hindistan’da çocuklara pantomim öğretmek güzel roman hikâyeleri çoğu zaman… Gerçek hayatta ise bilinenlerin güvencesine sırtını yaslayıp, kavrulup gitmenin yarattığı huzurlu konfor var. Bu yüzden her şeyi bir anda bırak, hayatını değiştir, bir gemiye kaçak gir ve dünyayı gez, ormana git ve orada yaşa diyemem kimseye. Boş keseden sallamak olur. Ne kadar korkutucu olduğunu biliyorum, kendim yapamadığım şeyi başkalarına öğütleyemem.

Ama bir fırsat çıktığında onu değerlendirmek çok zor değil. Kendini zorlamak… Korkularınla yüzleşmeye çalışmak… Hayatı sana olan bir şeyden senin oldurduğun bir şey haline getirmeyi tavsiye edebilirim. Kısa ömrümde pek az kere hayatımın akışını değiştirme fırsatını buldum, bir tek o zamanlarda gerçekten yaşadığımı hissettim.

Birçok cesur insanla da tanıştım. Hepsinin kırılma hikâyeleri farklı ama sonuç hep aynı. Başka bir şehire taşınan, şehri bırakıp ormana yerleşen, kurumsal işinden ayrılıp sosyal girişim başlatan, çocuk yapan, iş bulmadan işinden istifa eden de aynı şeyleri yaşıyor. Korku, bazen pişmanlık ve bazen dertlerin hepsi kayboluyor; sonuç iyisiyle ve kötüsüyle sana ait bir yaşam oluyor. Yaşayamadıklarınsa hep dert oluyor.

Ömer Madra’nın Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadan benim kulağıma küpe Paris’e gidemediği için yaşadığı pişmanlık oldu. Neredeyse 50 senedir unutamadığı pişmanlık:

Bakın, şu kampusta (Güney) liseyi bitirir bitirmez, hayattaki en yakın arkadaşımla birlikte Paris’e gidecektim. Kafamızda kavak yelleri. Planımız buydu. Dünyanın biricik kültür merkezinde sinema okuyacaktık. Arkadaşım benden önce gitti, ufak ufak yerleşti oraya. Ben biraz daha bekledim, oyalandım, oyalandım, oyalandım ve – son dakikada tırstım; biletim filan her şeyim hazır olduğu halde caydım. Arkadaşıma şu telgrafı çektim:

SEVGİLİ RALFİ STOP ÇOK DÜŞÜNDÜM STOP AMA BENDE O CESARET YOKMUŞ STOP KALIYORUM STOP SENİ SATTIĞIM İÇİN BENİ BAĞIŞLAYABİLECEK MİSİN STOP ÖMER

Böylece 14 kelimelik bir telgrafla –o zamanlar 140 karakter kuralı yoktu– ’68 Paris’ini yani koskoca Dünya devrimini kaçırmış oldum, iyi mi?. Muhteşem Paris yerine tuttum o kömür karası, boğucu Ankara’ya gittim. Bu gerzekliğim için bir ömür boyu hayıflandım.

Sanırım yaşadıkların için pişmanlığın geçiyor, yaşayamadıkların için geçmiyor.

O başka şehre ağlaya ağlaya gittim, ağlaya ağlaya döndüm. Döndüğümde hiç Charles Aznavour dinlemedim, sürekli Morrissey dinledim.

Bu yüzden birkaç ay önce bir arkadaşım Morrissey konserine bilet almayı teklif ettiğinde korktum. Benim için Morrissey’i canlı dinlemek bir hayaldi ve Morrissey’i hayalimde yaşattığım sürece hayallerim kırılmayacaktı. Hayali gerçeğe dönüştürme fırsatının korkusu geldi bir anda üstüme.

Bir konsere bilet alarak da kırılma oluyormuş. Orada, Charles Aznavour ve Morrissey eşliğinde yaşamı gerçekten yaşama cesaretini düşündüm. Bana çok az nasip oldu, dilerim herkese en az bir kere nasip olur.

kaçıp gideceğim

geçmişimi geride bırakarak, hafif,

yanımda yüküm olmadan,

kalbim özgür ve

bağıra bağıra şarkı söyleyerek…

götürün beni dünyanın ucuna

götürün beni harikalar diyarına

bana öyle geliyor bu keder

ancak güneşin altında geçer

***

Bu yazıyı Chelsea Manning’e doğum günü hediyesi olarak ithaf etmek isterim. Şu an hapis olsa bile yaşamının kontrolünü eline aldığı için mutlu ve özgür olduğunu düşünmekte huzur buluyorum.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.