Hafta SonuManşet

Şaymana’da sıradışı bir Pazar günü – Bahar Baştüzel

0

Uzun seneler yurt dışında yasayıp üç yıl önce memlekete geri döndüğümde organik ürün bulma sorununa kökünden çözüm bulduğumu düşünüyordum. Ne de olsa Kuzey Amerika da organic bir yiyecek almak, ürünün fiyatının iki katına kadar çıkmasına rağmen, gönül rahatlığıyla tüketmeme sebep oluyordu.   Neredeyse aynı ebatta, fabrikadan çıkmış izlenimi veren, hemen hemen aynı renk, küme küme elmalardan yıllarca yedikten sonra yüzlerini beyaz başörtüleriyle yarı kapatmaya çalışan şalvarlı kadınların önündeki eğri büğrü hatta renksiz, kalın kabuklu elmalar bana nasıl da cazip gelmeye başladı. Önlerinde yerlerde koca öbekli nanenin kokusu sokağın kalabalığına gürültüsüne inat bir blok öteden burnuma çalınırken, doğanın bozulmamış bir parçasını yakalamış olmanın keyfini yaşıyordum.  Taa ki arkadaşım Elif Taştan bana Gerçek Gıda toplantısından bahsedene kadar. Bir toplantı yapılacağına göre ve çözüm aranacağına göre bir sorun olmalıydı. Merak ettim.

Daha önce sözleştiğimiz gibi Pazar günü sağolsun Elif beni evden aldı, bana uzun gelen bir yolculuktan sonra Arslanköy Şayamana Tesislerine vardığımızda, farklı bir dünyaya ayak bastığımı anlamıştım. Burada hayalimdekilerden çok farklı çiftçiler, gönüllüler, üreticiler, doğaya saygılı, doğayla hareket etmeyi kendilerine prensip edinmiş fotoğrafçılar, öğretim üyeleri, girişimciler, gazeteciler, doktorlar, mühendisler, ziraatçılar, iş adamları, toprağa gönül vermiş Adana İl Tarım Çalışanlarıyla ve benim gibi Serdar Bey’in deyimiyle ‘Türeticiler’le tanıştım.  ‘Türeticiler’ anladığım kadarıyla üretici ile tüketici arasındaki sorunları azaltmaya çalışan doğa hayranı, adil, akil insanlar gurubu.  Hiç tanımadığım bu insanlarla beraber birşeylere karşı dayanışma içinde olduğumu ilk defa toplantıdaki bir işadamı nın konuşmasından sonra hissettim. ‘Temiz tohum yok’. deniyordu!!!!! Nasıl yani? Türkiye de? Hem de Mersin’de… Aman Tanrım!!!

şaymana 5...

Bu şehirde denize inen herhangi bir sokaktan başınızı uzattığınızda sokağın sonundaki masmavi Akdeniz den ve portakal ağaçlarından bile önce gözünüze ilk çarpan şey renk renk sebze meyveleriyle manavlardır.  Her sokakta ayakkabı tamircisi, temizleyici, eczane yoktur ama her sokakta ya manav vardır ya da dükkanının önünde birkaç çeşit sebze meyve de satıyor olsa bakkal vardır. Mersin’in nüfusunun % 54’ü hayatını tarıma dayalı bir sektörden kazanıyormuş. Türk kadını günlük taze sebze alır, dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi buzluğunda donmuş nane küpleri, ayıklanmış mısır taneleri, geçen sezondan kalan donmuş bezelyeler yoktur. Bütün bu tablo gibi boyanmış, renk renk  dizi dizi marullar, patatesler, soğanlar, çilekler, portakalların tohumları saf, katıksız, temiz değil mi yani? Ne yiyiyoruz biz o zaman?

Sanırım hormonlu ette, sütte, yoğurtta, yumurtada, peynirde  başımızdaki sorunlar sebze, meyve üretiminde de karşımıza çıkıyor.  Demek ki şekilsiz, eğri büğrü  gördüğüm domatesler biberler düşündüğüm kadar masum ve doğal değiller.  Birçok gönüllünün desteğini arkasına alan Serdar-Sema İskit liderliğindeki bu grup bana gerçekten de neden orada olduğumu sorgulamama yardım etti. Merakım bilgilenmeye, bilgim endişeye, endişem kızgınlığa, kızgınlığım ise beni sorunları anlamaya ve çare aramaya yöneltti.  Bu toplantıda hava, toprak, su temizliğinin ekilen alan için öneminin, kısa sürede verim alın toprağın daha çabuk yorulup kirlendiğinin,  devletin tarım politikasının çarpıklığının, üreticiye güvenin şart olduğunun, ilaçlama mutlaka gerekiyorsa bunun zamanında, dozunda ve yerinde kullanılması gerektiğinin, ürün elde etmenin ekmek biçmekten ibaret olmadığının, pazarlama, lojistik, ticaret ve üretimin bir arada düşünülmesi gerektiğinin, bilge çiftçilerin yetiştirilmesi gerektiğinin, kooperatifleşmenin şart olduğunun, ticari sürdürebilirliğin  gerekliliğinin, ürünü desteklemek yerine sürecin desteklenmesi gerektiğinin, geleneksel tarımla organic tarımın el ele olmasının öneminin, çiftçinin yerinde desteklenmesine özellikle dikkat edilmesi gerektiğinin, bu süreçte hepimize işler düştüğünün bilincine vardım. Her vatandaşın can damarımız olan aile çiftçilerimizin desteklenmesine katkısı olması gerektiğini düşünüyorum.  Eminim daha öğreneceğim pek çok şey var. Ama bu kaynaşma, açık ve doğal olmayı ilke edilmiş bu insanların arasında Pazar günü çiftçi de mutluydu, üretici de, gönüllüler de.  Bizim konuşabilme ifade edebilme şansımız ve özgürlüğümüz var. Keşke biber domatesle, üzüm elmayla, hormonlu hormonsuzla konuşabilseydi.  Bu mümkün olamayacağına göre şifa kaynaklarımızın, toprağımızın, tohumumuzun dilinden anlamayı öğrenmeliyiz, topraktan almaktan önce toprağa vermeyi öğrenmeliyiz. Bu şehir, bu memleket ve içinde yaşadığımız bu dünya hepimizin ve çocuklarımızın.  Dengeli sağduyulu olmayı nasıl kendimize bir misyon olarak görüyorsak, toprağımızın ve tohumumuzun dengesini de korumak, yanlı kararlara, ayrımcılıklara, bilgisizliğe karşı çıkmak, sesimizi duyurmak, doğaya yakın durmak, birbirimizi ve çiftçimizi kollamak da boynumuzun borcu olmalı.

İyi ki toplantıya gelmişim.

Bahar Baştüzel

 

Bahar Baştüzel

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.