Hafta Sonuİklim KriziKitapManşet

Bu Her Şeyi Değiştirir — Naomi Klein

0
N. Klein: This Changes Everything

Aşağıdaki yazı, Naomi Klein‘ın bu hafta çıkan This Changes Everything: Capitalism vs. the Climate (Bu Her Şeyi Değiştirir: İklim’e karşı Kapitalizm) isimli kitabından The Guardianın seçki ve düzenlemesi ile gazetede 13 Eylül’de yayınlanan kısmın kısmen kısaltılarak çevirisidir.

Büyük İşlerin İklim Savaşının Ardındaki İki Yüzlülük — Naomi Klein.

 

İklim değişikliğini itiraf etmek istemeyeceğim kadar uzun bir süre inkâr ettim. Meydana geldiğini biliyordum, ama ‘tabii’ diyordum kendi kendime; işin bilimi fazla karmaşıktı, ve çevreciler nasıl olsa bu işle alâkadar oluyorlardı. Ve, cüzdanımdaki “elit” uçucu statüme işaret eden parlak mil kartımın yanlış bir tarafı yokmuş gibi davranmaya devam ettim.

Bir haylimiz bu çeşit inkâr içinde yaşarız. İnkâr ederiz, çünkü krizin tüm gerçekliğinin bize nüfuz etmesine izin vermek her şeyi değiştirir.

Ve haklıyız. Eğer mevcut yolumuza devam eder ve her geçen seneyle emisyonların artmasına müsaade edersek belli başlı şehirler su altında kalacak, çocuklarımız hayatlarının büyük bir kısmını büyük fırtınalar ve aşırı kuraklıklardan kaçmakla ve ardından kendilerini toparlamakla meşgul geçirecekler. Buna rağmen, ayni şekilde devam ediyoruz.

Neyimiz var? Bence bu sorunun cevabı birçoğunun bizi inandırmaya çalıştığından çok daha basit: Emisyonları düşürmek için gereken şeyleri yapmadık, çünkü bunlar kuralsız kapitalizmle, bu soruna çare aramakta olduğumuz tüm çağın ideolojisiyle, temelde tenakuz içindeler.

Tıkana kaldık, çünkü felâketin önüne geçmemiz ve de kahir çoğunluğa fayda sağlamamız için bize en iyi şansı tanıyacak faaliyetler, ayni zamanda ekonomimizi, siyasi süreçlerimizi ve medyayı boğazından sarmış seçkin bir azınlığı tehdit ediyor.

Bu sorun, tarihte başka bir anda tezahür etmiş olsaydı, aşılamaz olmayabilirdi. Fakat ortak talihsizliğimizdir ki hükümetler ve bilim insanları sera gazlarında köklü kısıntılara gitmemizden ciddi bir şekilde 1988’de bahsetmeye başladılar. Bu yıl, “küreselleşme”nin doğuşunun nişanesini gördüğümüz yıldır. Rakamlar göze çarpıcı: 1990larda, pazar entegrasyonu projesi yükselişe geçtiği sırada küresel emisyonlar yılda ortalama %1 yükselmekteydi. 2000lere gelindiğinde, Çin gibi “yükselmekte olan pazarlar” dünya ekonomisine entegre olduktan sonra, emisyonlardaki artış felaketengiz bir şekilde artmış, senede %3,4’e yetişmişti.

Hızlı artış oranı devam etti. İklimin şimdi ihtiyacı olan şey, insanlığın kaynak kullanımında bir kısıtlama; ekonomik modelin talebi ise engelsiz genişleme. Bu kural manzumelerinin sadece birisi değiştirilebilir, ve bu da tabiat kuralları değil elbette.

Bana en çok dokunan şey eriyen buzullar hakkındaki korkutucu araştırmalar değil, iki yaşındaki oğluma okuduğum kitaplar. Bir Geyik Aramak en sevdiklerinden biri. Gerçekten de bir geyik görmek isteyen bir takım çocuk hakkında. Dere tepe arıyorlar, hayvanlar saklanıyor. Sonunda hepsi çıkıyor ve pürneşe çocuklar “hiç bu kadar çok geyik görmemiştik!” diye bağrışıyor. Galiba yetmiş beşinci okuyuşumda birden zuhur etti: Benim oğlum hiç geyik görmeyebilir.

Bilgisayarın başına oturdum ve kuzey Alberta’da geçirdiğim zaman hakkında yazmaya başladım; Kanada’nın şimdi katran kumullarından mustarip topraklarında, Beaver Lake Cree Ulusu mensuplarının bana geyiklerin nasıl değiştiğini anlattığı yerde. Avda, bir kadın bir tanesini öldürmüş, ama etinin yeşil olduğunu görmüş. Garip tümörler hakkında çok şey işittim; oranın yerlileri bunu geyiklerin katran kumulları için kullanılan toksik maddelerle kirletilmiş suları içmelerine bağlıyor. Ama en çok da geyiklerin artık nasıl yok olmuş olduğunu işittim.

Benim oğlum hiç geyik görecek mi?

İklim değişikliğiyle ekonomik büyümenin mantığını sorgulamadan başa çıkma arzumuz içinde, teknolojiye ve de pazarlara bir kurtarıcı arayışıyla bakmaya çok hevesliydik.

Hatıratı/yeni çağ iş manifestosu Screw It, Let’s Do It’de Richard Branson iklim değişikliğine karşı mücadeleye ihtidasının mahrem hikâyesini anlatıyor. Senelerden 2006 imiş, ve Al Gore, An Inconvenient Truth filmi turunda milyarderi küresel ısınmanın tehlikelerine iknaa için evine gitmiş. “Hayli etkileyici bir tecrübeydi” diyor Branson. “Gore’u dinledikçe beklediğimiz şeyin Kıyamet olduğunu gördüm.”

Anlattığına göre, ilk yaptığı şey, Virgin Grubu’nun şirket ve marka yöneticisi Will Whitehorn’u çağırtmak olmuş. “Virgin’in şirket seviyesinde ve küresel seviyede çalışma yöntemini değiştirme kararını aldık. Bu yeni yaklaşıma James Lovelock ve devrimsel bilim görüşüne atfen Gaia Kapitalizmi dedik” (Bu, dünyanın yaşayan tek bir dev organizma olduğu fikridir). Gaia Kapitalizmi “sadece Virgin’ın gelecek on yıl boyunca gerçek bir fayda sağlayıp ayni zamanda para kazanmaktan çekinmemesini sağlamakla kalmayacak,” ama Branson’a kalırsa “ayni zamanda dünya çapında yepyeni bir iş yapma tarzı” bile olabilecekti.

O sene bitmeden şanlı ve şaşalı bir şekilde girişime başlamıştı bile. Branson, petrol ve gaza alternatif olarak biyo-yakıtları geliştirmek ve iklim değişikliği ile mücadele edecek başka teknolojiler için on yılda 3 milyar dolar harcamayı taahhüt etti. Rakamın yekûnu zaten insanı sendeletmeye yeterdi, ama işin en zarif tarafı paranın nereden geldiği idi: Branson, Virgin’in fosil yakıt yakan hatlarından aktaracaktı fonları.

Tam da hükümetlerin yasamaya yanaşmadığı şeyi yapmaya gönüllü oluyordu: Gezegeni ısıtarak kazanılan kârı bu tehlikeli enerji kaynaklarını geride bırakan dönüşümün mükellef bedeline aktarmayı. Bir yıl sonra, bu sefer Virgin Earth Challenge ile karşımızdaydı: “Ağır basan zararlı etkileri olmaksızın” atmosferden yılda 1 milyar ton karbondioksit çekmenin yolunu bulacak ilk mucide 25 milyon dolar ödül verecekti.

Branson’un girişimlerinin ardında hep iklim değişikliğini hayat tarzımızı değiştirmeden – özellikle daha az Virgin uçuşu yapmadan – çözebileceğimiz faraziyesi yatıyordu. Birçok ana akım yeşil için Branson gerçekleşen bir rüya idi.

Bill Gates ve New York’un eski belediye başkanı Michael Bloomberg de iklim çözümlerini şekillendirmek için yardımseverliği mütecavizane şekilde kullananlardanlar. Bloomber, bunu Environmental Defense Fund gibi yeşil guruplara büyük bağışlar yaparak ve belediye başkanı iken yürürlüğe soktuğu güya aydın iklim politikasıyla yapmıştı.

Gates’in de ağzı ile parası arasında benzer bir güvenlik zarı var. İklim değişikliği hakkında ciddi kaygı ifade etse de, Gates Vakfı’nın 2013 Aralık ayı itibariyle BP ve ExxonMobil’de 1,2 milyar dolar yatırımı vardı. İklim değişikliği aydınlanmasına erdiği anda, Gates de her şeye deva sihirli bir teknolojik çözüm peşinden koşmaya koyuldu; bir an durup hâl-i hazırda, ekonomik olarak zorlayacak da olsa, ne çare olup olmadığına bakmadı. TED konuşmalarında, gazete makalelerinde ve yıllık mektuplarında hükümetlere, “enerji mucizeleri” keşfetmek amacıyla, araştırma geliştirmeye olan yatırımlarını yüklü bir şekilde artırmaları çağrısında bulunuyor.

Mucize ile kasti, henüz icat edilecek nükleer reaktörler (kendisi bu konuda büyük bir yatırımcı ve nükleer ar-ge şirketi TerraPower’ın yönetim kurulu başkanı), atmosferden karbon dioksit emecek makinalar (bu çeşit en az bir prototipte en büyük yatırımcı kendisi), ve doğrudan atmosferi değiştirme yolları (Gates, güneşin ışınlarının önünü kesme yöntemleri araştırmaya milyonlarca dolar harcadı). Ayni zamanda mevcut olası yenilenebilir teknolojileri elinin tersiyle ittiği vaki. Çatı üzeri güneş enerjisi gibi enerji çözümlerini “şirin” ve “ekonomik değil” diyerek değerlendirme dışı tutuyor (Bu şirin teknolojiler şimdiden Almanya’nın enerji ihtiyacının %25’ini karşılıyor).

Branson’un parlak fikrinin üzerinden neredeyse on sene geçti; geri dönüp ne kaydedilmiş görmek için iyi bir zaman. Mucize bir yakıt geliştirmek için on yıl mühletiyle 3 milyar dolar harcamak için şu “kesin kararlılık” ile başlayalım. Ulaşım biriminden ayırdığı ilk para yekunu Virgin Fuels’i kurdu (ki artık Virgin Green Fund özel sermaye şirketi bunun yerini almış vaziyette). Virgin, ismini birkaç biyo-yakıt pilot projesine verdi- biri okaliptüs ağaçlarından jet yakıtı edinmeyi amaçlıyor, diğeri fermente olmuş atık gazından – ama bunlara yatırımcı olarak girmedi. Branson, mucize yakıtın “henüz bulunmadı”ğını itiraf ediyor, ve fon o zamandan bu yana yeşilimtırak bir ürünler sepetine yönelmiş vaziyette.

Varlıklarını yeşil pazarın bir parçasını kapmak için çeşitlendirmek, Branson’un ilk çıkışıyla ilham bulan tantananın hakkını pek vermiyor sanki. Şayet 2016’ya kadar 3 milyar dolar vaadini yerine getirecekse, şimdiye kadar en azından 2 milyar harcamış olması gerekirdi. Virgin Green Fund ortaklarından Evan Lovell’a göre Virgin bu potaya ilk etenol yatırımı haricinde sadece 100 milyon dolar katkıda bulunmuş, ki bu da Branson’un toplam yatırımını 230 milyon dolar civarına çıkarır.

Branson tam olarak ne kadar harcadığına dair doğrudan sorularıma cevap vermeyi reddetti, “toplam miktarı rakamsal olarak belirtmek çok zor” diye yazıyor. “Dünya 2006’da hayli farklıydı. Son sekiz yılda havayollarımız yüzlerce milyon dolar zarar etti” diye açıklama getiriyor. Ama diğer taraftan, iklim değişikliği vaadinden beri yaptığı şey şu: 2007’de, iklim ışığını görmesinden bir yıl sonra, Virgin America havayolunu kurdu. Bu, ilk yılında günde 40 uçuştan 2013’te 23 noktaya 177 uçuşa kadar büyüdü. Ayni devrede Virgin’in Avustralya havayolunda yolcu sayısı 2007’deki 15 milyondan 2012’de 19 milyona çıktı. 2009’da yeni bir uzun mesafe havayolu ve 2013’te Britanya’da iç hatlar uçan Little Red’i kurdu.

Yani, bir satın alma furyasına girişti ve neticesinde havayollarının sera gazı emisyonları %40 civarında arttı. Branson’un gezegeni kurtaracak kişiliğinin, yeşile ihtidası sözkonusu olduğu sırada gündemde olan sıkı düzenlemeleri bertaraf etmek için pek özenle bezenmiş bir maske olduğu savı dahî geliştirilebilir; ve bazıları geliştiriyor bunu. 2006’da iklim değişikliği hakkında kamuoyunda kaygı ciddi bir artış içindeydi. Özellikle genç aktivistlerin yeni havalimanı projelerine ve Heathrow’a teklif edilen yeni piste karşı çıkmak için çok cesur doğrudan eylemler yaptığı Britanya’da bu böyleydi. Ayni zamanda, Britanya hükümetinin, havayolu sektörünü vuracak geniş bir kanun üzerine mütalaaları devam ediyordu. O zaman maliye bakanı [Britanya’da başbakanın ardından en yetkili kabine görevi –ç.n.] Gordon Brown, uçma hevesini kırmak için yolcu vergilerinde küçük bir artışa gitmişti. Bu tedbirler Bronson’un kâr marjinine ciddi bir tehdit arz ediyordu.

Peki, Bronson’un iklim krizini çözmeye gönüllü olmuş vicdanı kanayan sabık gezegen katili olarak kendini yeniden keşfinin ardında kötücül bir oyundan pek fazla bir şey yok muydu? Birdenbire kendinizi uçma konusunda yine iyi hissedebilirdiniz. Ve düzenlemelere ve vergilere dönecek olursak, kim bu kadar iyi bir davaya destek olan bir havayolunun önünü kesmek isteyebilirdi ki? Branson’un savı hep buydu: “Sanayiyi geri tutacak olursanız, bir ulus olarak biz, ihtiyacımız olan temiz enerji çözümlerini bulacak kaynaklara sahip olamayız”. David Cameron’un hükümeti almasının ve fosil yakıt temelli işletmelerin iklim düzenlemeleriyle yüz yüze kalmaları için ciddi bir tehlikeyle yüz yüze olmadıklarını çok net ortaya koymasının ardından ise, Bronson’un yeşil muhabbetinin daha az işitilir olduğuna işaret etmemiz gerek.

İklim krizini çözmek için kâr güdüsünü istihdam etmek niyetiyle yola çıktı, ama tekrar ve tekrar, başarılı bir imparatorluk kurmanın getirdiği talepler iklim zaruretine ağır bastı.

Dünyayı sadece kapitalizmin kurtarabileceği artık afaki bir teori değil; gerçek dünyada denenmiş bir hipotez. Şimdi sonuçları enine boyuna ele alabiliriz: Ekonomik kriz ibaresi görünür görünmez süpermarket raflarının arkalarına itelenen yeşil ürünleri; bir sürü yeniliği finanse edeceğini açıklayan ama bunu başarmaktan çok uzak kalan girişimci sermayedarları; emisyonları kısmakta başarılı olmamış bir yükselir bir çöker, hile dolu karbon pazarlarını. Ve en önemlisi, yeni erdemli bir çeşit kapitalizm icat edecek olan ama, tekrar düşündüklerinde, eskisinin teslim etmek için biraz fazla kârlı olduğuna karar veren milyarderleri.

Yedi yıl kadar önce bir noktada yavuz bir ekolojik çöküş istikametinde olduğumuzdan doğada geçirdiğim zamanın tadını çıkaramayacağım derece emin olduğumu fark ettim. Yaşadığım deneyim ne kadar güzel ise, kendimi onun kaybından o derece acı duyar buldum.

Bu çeşit ekolojik çaresizlik, 30lu yaşlarımın sonuna kadar çocuk sahibi olmaya karşı koymamın büyük bir sebebi. Kitabım üzerine çalışmaya başladığım sırada bu tavrım değişti. Şanslıydım: Denemeye başladığım ay hamile kaldım. Ama sonra, şansım geldiği gibi gitti. Çocuğumu düşürdüm. Bir yumurtalık tümörü. Kanser korkusu. Ameliyat.

Kitabımı yazmakla meşgul olduğum beş yıl, hayat öyle gelişti ki, şahsi hayatımda da başarısız farmakolojik ve teknolojik müdahalelerle, ve en nihayetinde hamilelik ve yeni annelik ile meşguldüm. Önceleri, bu paralel seyahatleri birbirlerinden ayrı tutmaya gayret ettim, ama bu hep mümkün değildi. En kötü tarafı, bitmek tükenmek bilmez “çocuklarımıza olan” mesuliyetimiz zikriydi.

Ama süreç dahilinde, bu hisler değişti. İçimdeki Toprak Ana ile temas kurdum değil de, Dünya gerçekten de annemiz ise, o zaman onun kendisinin de çok sayıda doğurganlık sorunu ile karşı karşıya bir anne olduğunu fark ettim.

BP petrol sızıntısının haberini yapmaya gittiğimde hamile olduğumdan hiç haberim yoktu. Ama, eve döndükten birkaç gün sonra bir şeylerin doğru olmadığını hissedebiliyordum ve bir hamilelik testi yaptım. Daha fazla tahlil ardından, doktorum hormon seviyelerimin fazlasıyla düşük olduğunu, muhtemelen üçüncü kere düşük yapacağımı söyledi. Zihnim Körfez’e döndü hemen, soluduğum zehirli dumanlara, içinde yürüdüğüm suya. BP’nin büyük miktarlarda kullandığı kimyasallar hakkında aramalar yaptım ve bunların düşüklerle bağlantısını kuran tomar tomar internet görüşmesine rastladım. Bu ben ve eşim için zor, uzun süre alacak bir kayıp oldu.

Ama ayni zamanda, düşüğün Körfez ile her hangi bir alâkasının olmadığını öğrenmek beni ferahlattı. Bunun bilgisi beni petrol sızıntısının haberini yaparak geçirdiğim zaman hakkında biraz farklı düşünmeye sevk etti. Hamileliğin kendisini “neticelendirmesini” beklerken, özellikle Flounder Pounder’da, birkaçımızın petrolün sazlıklara girdiğinin kanıtını aramak için kiraladığı tekne’de, geçirdiğim gün üzerine düşündüm.

Rehberimiz Körfez Restorasyon Ağı’ndan Jonathan Henderson idi. Missisipi Deltası’nda yavaş seyir hâlinde iken, Handerson tekneden dışarı eğilip parlak yeşil otlara daha iyi bakmaya çalışıyordu. Onun önemsediği hepimizin gördüğü değil, mikroskop ve numune kavanozları olmadan tespiti çok daha zor birşeydi.

İlkbahar, Körfez Kıyısı’nda yumurtlama sezonunun başlangıcıydı ve Handerson sazlıkların neredeyse görünmez olan zooplankton ve büyüyecek küçücük yavru karides, midye, yengeç ve balıkla kaynadığını biliyordu. “Her şey bu sulak alanlarda doğar” dedi.

Bu mikroskobik yaratıkların akıbetleri iyi görünmüyordu. Gelen her dalga daha fazla petrol ve çözücü getiriyordu; karsinojen polisiklik aromatik hidrokarbobların (PAH) seviyesi iyice fırlıyordu. Ve bütün bunlar biyolojik takvimin olabileceği en kötü zamanında oluyordu. Petrole bulanmış pelikanlar ve deniz kaplumbağalarının aksine, bu ölümler ne medyanın ilgisini çekecekti, ne de sızıntının zararının resmi değerlendirmesinde sayılacaklardı.

Teknemiz o korkunçluğun içinde sallanırken, suyun değil amniotik sıvının içinde sallandığımıza dair kati hissi hatırlıyorum, kocaman çok türlü bir düşüğün içine battığımızı. Kendimin de kaderi makus bir embriyo yaratmanın erken aşamasında olduğumu öğrendiğimde, sazlıkta geçen vaktimi düşük içinde bir düşük olarak tahayyüle başladım. Orada, kısırlığın beni tabiattan sürgün ettiği fikrini yavaş yavaş bıraktım, ve ancak kısırların kardeşliği diye tarif edebileceğim bir şey hissetmeye başladım.

Doğurganlık kliniğine gitmeyi bıraktıktan birkaç ay sonra bir arkadaşım doğa ile uyumlu bir hekim tavsiye etti. Bu pratisyenin, bariz tıbbi sebepleri olmayan bir çok kadının niçin hamile kalmakta zorlandığına dair kendi teorileri vardı. Bir bebek taşımak kendimizden talep edebileceğimiz en zor fiziki işlerden biridir diyordu; ve eğer bedenimiz bu işi reddettiyse, çok zaman bu çok sayıda başka taleple yüz yüze olduğundandır. Tabii hekim benim bünyeme neyin fazla yüklendiğini çözmeyi teklif etti, ve sonra bunları kaldırmayı.

Bu yaklaşımın hamilelikle sonuçlanacağına, hatta ardındaki bilimin güvenilirliğine ikna olmaktan çok uzak olduğumu itiraf etmeliyim. Ama üzerinde düşününce, bunun yapabileceği en kötü şey sadece beni daha sağlıklı yapmaktı. Neticesinde, hepsini yaptım. Yogası, meditasyonu, beslenmemi değiştirmesi. Toronto’dan ayrıldım ve kırsal British Columbia’ya yerleştim. Burası ebeveynimin yaşadığı, dedelerimin ninelerimin gömüldüğü yer.

İlk birkaç ay boyunca, hamileliğin en zor tarafı her şeyin gerçek olduğuna inanmaktı. En çok faydası dokunan şey doğa yürüyüşleriydi, ve endişeli son haftalarda billur bir dere boyunca patikada ağrıyan kalçam ne kadar izin verirse o kadar yürümek sinirlerimi yumuşatırdı. Bunun oğlumun kararlılığı olduğunu söylerdim kendi kendime. O aşikâr ki mücadeleci biri, tüm ihtimallere karşı bana gelmiş olan; ve güvenle doğmanın da yolunu bulacaktı.

Bu hamileliğin niçin başarılı olduğunu bilmiyorum. Kısırlık, biz insanların deryalar boyu cehaletimizle yüz yüze kaldığımız o çok sayıda alandan biri. Bu nedenle, en çok hissettiğim şey şanslılık.

Ve, sanıyorum, bir parçam hâlâ o petrolle kaplı Louisiana sazlığında. O üzücü yere dönmeme neden kendime acımak değil, biyolojik sınıra vura kalmanın bedendeki hatırasında kıymetli bir şey olduğuna dair inanç; şansın tükenmesine. Bu, hepimizin öğrenmesi gereken bir şey. Bizler, hayatta kalmak üzere inşa olmuşuz. Doğuştan adrenalinimiz var; bize ikinci, üçüncü, dördüncü şanslar lüksü veren çok sayıda yedek sistemle donatılmışız. Okyanusumuz da öyle. Atmosferimiz de.

Ama, hayatta kalmak gürce yeşermekle ayni şey değil, iyi bir yaşamla ayni şey değil. Bir hayli çok cins için yeni hayat yetiştirme ve üretebilmek anlamına da gelmiyor. Düzgün bakımla, inanılmaz derecede iyi esniyor ve eğiliyoruz. Ama ayni zamanda kırılabiliyoruz da; bedenlerimiz, ve bizleri destekleyen topluluklar ve eko-sistemler de böyle.

 

(Çeviri: Alidost Numan. Orijinal alıntı: The Guardian)

Kitabın İçindekiler kısmını merâk edenlere:

 

Giriş: Ya Şu Şekilde, Ya Bu, Herşey Değişir.                                                                                                       s.1

I. Kısım: Kötü Zamanlama

1. Doğruya Doğru: İklim Değişikliğinin Devrimsel Gücü                                                                                 s.31

2. Sıcak Para: Serbest Pazar Köktenciliği Gezegeni Isıtmaya Nasıl Katkıda Bulundu                              s.64

3. Kamusal ve Bedeli Ödenen: Gelecek Ekonomi önündeki İdeolojik Engellerin üstesinden Gelmek  s.96

4. Planlama ve Yasaklama: Görünmez Ele Vurmak, Hareket İnşaası                                                           s.120

5. Kazıp Çıkarmacılığın Ötesi: İçimizdeki İklim İnkârcısıyla Yüzleşmek                                                     s.161

 

II. Kısım: Büyülü Düşünce

6. Yollar değil Meyveler: Büyük İş ile Büyük Yeşil’in Felaket Birleşimi                                                       s.191

7. Mesih Yok: Yeşil Milyarderler Bizi Kurtarmayacak                                                                                      s.230

8. Güneşi Kısmak: Kirletmenin Çözümü… Kirletmek?                                                                                    s.256

 

III. Kısım: Her Hangi Bir Yerden Başlamak

9. Blokajya: Yeni İklim Savaşçıları                                                                                                                       s.293

10. Aşk Burayı Kurtaracak: Demokrasi, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Şimdiye Kadar Edinilmiş Başarılar   s.337

11. Sen ve Kimin Gücü? Yerli Hakları ve Dünyamıza Sahip Çıkmanın Gücü                                              s.367

12.Gökyüzünü Paylaşmak: Atmosfer Müştereği ve Borçlarımızı Ödemenin Gücü                                    s.388

13. Yeniden Yeşerme Hakkı: Kazıp Çıkarmadan Yenilenmeye                                                                      s.419

Notlar

Teşekkür

İndeks

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.