Dış Köşe

Gençliğimize dadanan adam: Robin Williams- Furkan Aydın

0

Depresyonda olması, iki kez bağımlılık tedavisi görmesi (hiç tam olarak atlatamadı) işin magazin tarafını çok heyecanlandırıyor olabilir ama dün sabah uyandığında haberi alıp yalnızca kalbi sızlayan ve ölümün nasıl gerçekleştiğinden ziyade kaybın büyüklüğüne odaklanan insanlar için çok önem arz etmiyor. Hatta intihar ettiği söylemi gerçekse bile, buna daha önce birçok kişi için söylediğimiz “ah be abi!” yaklaşımı dışında bir eleştiri getirmek zorunda da değiliz. Karşımızdaki dünyanın en komik birkaç adamından biri olduğuna göre, bırakalım sebebinin “depresyon” mu başka bir şey mi olduğuna dair açıklamayı magazin sevdalıları yapsın. Biz saymakla bitmez çalışmalarına, kişiliğine, hepimizin hayatına nasıl temas ettiğine odaklanalım. Çünkü Robin Williams, sinema-televizyon tarihinin başına gelen en güzel şeylerden biriydi.

Çocukluğundan itibaren kendini gösteren doğuştan taklit yeteneği ve pratik zekâsı, Robin Williams’ın izleyeceği rotayı aşağı yukarı erkenden belirlemişti. Juilliard’da tiyatro eğitimi almaktayken, hocalarına eğitime gerek olmadığını söylettirecek kadar üstün bir yetenek söz konusu olan. Kendisi de çok vakit kaybetmeden, 1975’te, 24 yaşında gece kulüplerinde stand-up’a başlar haliyle. Kısa sürede doğaçlama yeteneği, taklit kabiliyeti ve uçsuz bucaksız kişiliğiyle dikkat çeker. Kendisinin tüm dünyada tanınmasını sağlayacak Mork&Mindy’le televizyona balıklama geçiş yapar. Öylesine deli dolu bir adamdır ki, sürekli metnin dışına çıkar ve mütemadiyen doğaçlamaya yönelir. Prodüktörlerin türlü uyarıları sonuç vermeyip üstüne bir de ilgi daha da artınca büsbütün coşar, coşturur. Adeta gerçekten başka bir gezegenden gelmiş gibidir! Bundan sonrası peşi sıra gelir, her komedinin aranan adamı olmuştur.

garp

82’de başrolünü oynadığı The World According to Garp üzerinden drama kabiliyetlerini de gözler önüne serer. TV dizileri ve komedi filmleri arasında gidip gelirken sonraları hep hayatının bir kenarında tutacağı (taklit edeceği) keyifli Rus karakteri Vladimir Ivanoff’u Moscow on the Hudson (1984) filminde oynar. Geriye dönüp bakıldığında Robin Williams’ın niye tüm dünyada bu kadar sevileceğinin ilk izlerini bu filmde bulmak mümkündür. Gediklisi olacağı Altın Küre ödül törenleriyle de bu vesileyle tanışmış olur. Komedi-drama alanında kendine yer edinmeye başlamıştır. 86 yapımı Seize the Day vasatı geçemez ama Williams’ın drama performansları arasına bir artı olarak yazılacaktır. Sadece bir yıl sonra artık kült yapım ve performanslara sıra gelir. Vietnam üzerine yapılmış en harika işlerden biri olan Good Morning, Vietnam (1987) ve radyo açılışındaki bağırışı Robin Williams’ı tüm dünyaya açar, kendisi de Altın Küre’de ödülleri toplarken Oscar adaylığıyla da tanışmış olur.

Ara sıra TV dizilerinde birkaç bölüm, kimi filmlerde “uncredited”, ya da seslendirme olarak sektör için çalışmaya devam eder. 89’da kült filmlerin babalarından Dead Poets Society’de muhteşem bir performans sergiler. Film Oscar adaylıklarına damga vurur, bunlardan biri de John Keating rolüyle Robin Williams’ındır. Ancak yapıt yalnızca senaryo ödülüyle törenden ayrılır. Üstat için pek sorun yoktur, zira artık akıllara kazınmıştır. 90’da harika biyografik film Awakenings’de Robert de Niro’ya nefis bir yardımcı rolle eşlik eder, bunu Altın Küre adaylığıyla taçlandırır (boşuna gediklisi demiyoruz). Bütün bunların yanında vasat ötesi komedilerde yer almaktan kendini alamaz, sanki zihnini bu sayede boşaltıyor gibidir. 91’de bir başka kült film The Fisher King’le karşımıza çıkar. Tahmin edileceği üzere, yine büyük bir oyunculuk sergiler. En sevdiğim filmi diyebileceğim Terry Gilliam eserinde Jeff Bridges’la olağanüstü işler çıkarır. Ödülü yine bir Oscar adaylığıdır, Akademi üçüncü kez kazandığı “en iyi oyuncu” adaylığını yine heykele çevirmez. Aynı yıl Spielberg’in Hook’unda Peter Pan olur, izleyiciyi, özellikle çocukları büyüler. Ardından çeşitli filmlerde seslendirmeler yapar. Bu, onun bir başka uzmanlık alanıdır, bunu 1992 yapımı Aladdin’de o kadar yüksek seviyelere taşır ki, seslendirmesine Oscar adaylığı alıp almaması tartışılır! Hatta Spielberg, Schindler’s List’i çekerken psikolojik açıdan dağılan ekibin moralini yükseltmesi için Robin Williams’ı gün aşırı çağırır ve kahkahalara en çok sebep olan karakteri Aladdin’dir.

http://youtu.be/yWhUHdnsafM

Schindler’s List’in dünyayı gözyaşına boğduğu dönemde oyunculuğunda çığır açan bir karakteri, yaşlı bir dadıyı canlandırır (Mrs. Doubtfire – 1993). Söz konusu performans, sahip olduğu karakter çeşitliliğine en iyi örneklerden biridir. 94-95’i tekrar cameo, uncredited, seslendirme, TV dizilerinde ve filmlerinde rollerle geçirir. Fıtratında inziva diye bir şey söz konusu değildir çünkü. Üstelik henüz tüm hünerlerini sergilememiştir. 95’in sonlarında Jumanji’yle oyunun içinden çıkan karakteri çocukların hem korkulu rüyası, hem en büyük merakı olur. Sonunda merak korkuyu bastırır ve 96’nın Kid’s Choice ödüllerinde en çok sevilen aktör seçilir! Seslendirmeleri olsun, oyunculuğu olsun; tüm çocukların en sevdiği adam olmayı her zaman iyi bilmiştir. 96’da hasılat rekoru filmlerinden, Fransız La cage aux folles (1973)’ten uyarlama The Birdcage’de gay bir gece kulübü sahibini başarıyla oynar. Aynı yıl Kenneth Branagh’ın kült uyarlaması Hamlet’te çok istediği Osric rolünde yer alacaktır. 97’de birkaç tuhaf komedinin yanı sıra Woody Allen’in neredeyse bir beni oynatmadığı Deconstructing Harry’sinde küçük bir rol alır, aynı sene yetmez Friends’in bir bölümünde de boy gösterir. Ama o yılın asıl performansını, nefis film Good Will Hunting’de ortaya koyar ve üç kez “en iyi aktör”de alamadığı Oscar heykelciğini, bu sefer “En İyi Yardımcı Aktör” ödülüyle kucaklar. Özlü sözlerle dolu kariyerine bir tutam “quote” da bu filmle serpiştirecektir.

image03

Bir yıl sonra, What Dreams May Come ile bizlere cennetin kapılarını aralarken hepimizi duygudan duyguya sürükler. Onun dediği her şeyin doğru olduğunu kabul edecek kadar güveniyoruzdur Robin Williams’a, tebessümle anlattığı hikâyelerin gerçek olduğunu kanıksamamız hiç zor olmaz. Fantastik öğeleri, itimadımız üzerinden gerçek kılmaktadır sanki. Aynı yıl bu sefer Patch Adams karakteriyle doktorların en harikası olarak beliriverir ekranda. İnsanları güldürerek tedavi edebileceği iddiasıyla… Filme karşı çıkanlar olur, ancak seyircinin Robin Williams’a güveni bir kez daha sonsuzdur.

patch

1999’da Yahudi bir bakıcıyı, ardından bir androidi, 2002’de fotoğraf obsesifi mutsuz bir teknisyeni canlandırır. Tümü vasat üstü filmler olarak değerlendirilebilir. Christopher Nolan’ın Imsomnia’sında Al Pacino ile birlikte oynar. Yakın arkadaş olan ikili, sonunda bir filmde birlikte oynama şerefine erişir.  2004’te Final Cut ve House of D gibi ilgi çekici filmlerle kariyerine devam eder. 2006’da Man of the Year ile ABD başkanlığına yürür, aynı yıl Night at the Museum’da yer alır. 2007’de hatırı sayılır başarı yakalayan August Rush’ın Maxwell Wallace’ı, 2009’da dünyanın en harika babasıdır (World’s Greatest Dad). 2011, 2012, 2013’te de portföyüne birçok yapım ekler. Salt içinde bulunduğumuz bu yılda rol aldığı iki film vizyona girdi ve yakın zamanda seyirciyle buluşacak üç yapımı daha bulunuyor. Son yolculuğuna çıkmadan önce tek seneye beş yapım bırakabilecek kadar bağlıdır işine.

37 yıl süren kariyerinde 100’den fazla yapımda yer alan Robin Williams, bir Oscar ödülü, üç Oscar adaylığı, altı Altın Küre ödülü, altı Altın Küre adaylığı olmak üzere 54 ödül kucaklar. Juilliard’dan hocası John Houseman, idolü Jonathan Winters’in kendisine gösterdiği yolda sadece ödül kazanmakla yetinmez; tüm dünyanın saygısına, sevgisine ve güvenine sahip olur. Hollywood’un en aranan aktörü olması onu seçici yapmaz, hayatının her döneminde herkesin yardımına koşan bir sinema emekçisi gibi davranır. Hollywood’un Yeşilçam’ı olsa kıraathaneye ilk onun portresi asılır.

robin-williams-cover-ftr

Farklı topraklarda/kültürlerde yaşamış kuşaklara öyle etki etmiştir ki, yalnızca aktör olarak değil, belli bir döneme ait hikâyelerin ve anıların içinde adı geçer. Çünkü kiminin çocukluğuna, kiminin ergenliğine, kiminin yetişkinlik bunalımlarına arkadaş olmuştur. Doğuştan sahip olduğu tebessümü, bin bir çeşit karakterin içine girebilmesini sağlayan müthiş oyunculuk yeteneği, hayatı ve insanları algılayış biçimiyle adını sinema tarihine altın harflerle yazdırmıştır. Ancak bunu sadece sinemaya indirgemek onu doğru anlamamıza engel olabileceği gibi, kendimize ve anılarımıza da haksızlık olur. Çünkü hepimizin hayatından, en azından bir kesitinden parçadır Robin Williams. Herhangi bir rolünün altında, üstü tozlanmış da olsa güzel bir anı yatar; hatırlayıp gülümsemek ise bize düşer.

Bir sanatçı için sonsuzluğa yürümenin bundan daha güzel bir yolu olabilir mi?

Güle güle Mork, gezegendekilere bizden selam söyle!

 

Bu yazı ilk olarak dadanizm.org ‘da yayınlanmıştır.

 

Furkan Aydın fa

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.